Bir grup duyarlı demokrat

Bir aydını hapisten kurtarmak, düşüncenin özgür olmasını sağlamak, siyasal yasakların kalkması için ve daha birçok hayırlı iş için meclise gidiyorduk...

Otobüsümüzde beş ünlü insan vardı. Şair, romancı, müzisyen, insan hakları savunucusu ve bir de politikacı...
Toplumun hemen her kesimi tarafından bilinen, tanınan, izlenen bu beş insan, otobüsümüzün ön taraflarında oturuyorlardı ve kendilerinden çok emin görünüyor, tanınmış olmanın mutluluğunu, kaygılı yüz ifadeleri takınarak gizlemeye çalışıyorlardı...

Biz ise yirmi kişi kadar vardık. Bu tanınmış ve ünlü insanların arkasında oturuyorduk. Hiç kimse tarafından tanınmıyor, bilinmiyorduk. Adlarımızın tek tek pek önemi yoktu. Biz, bu yolculukta toplu olarak anılıyorduk. Bir grup duyarlı demokrat, tanınmamış insan... Ya da kısacası beş ünlü insanla meclise gidenler…

Bir aydını hapisten kurtarmak, düşüncenin özgür olmasını sağlamak, siyasal yasakların kalkması için ve daha birçok hayırlı iş için meclise gidiyorduk... Yolun başında, ünlülerle biz diğerleri arasındaki ayrımlar henüz çok belirgin bir hâle gelmemişti... Hatta ortak bir amaç doğrultusunda, tehlikeli sayılabilecek bir yolculuğu paylaşmanın getirdiği mahcup bir yakınlaşma, kendimizi acemice de olsa inandırmaya çalıştığımız bir inanç birlikteliği ve bunun yarattığı sevgi titreşimleri vardı aramızda...

Ama medya daha ilk konakladığımız yerde, yola çıktığımız ünlülerle biz tanınmamışlar arasındaki yakınlık duygularını ve sevgi titreşimlerini bir anda yok etti.

Medya onlarla aramızdaki aşılmaz olan farkı, bir tokat gibi yüzümüze vurdu...

Konakladığımız ilk şehirde, otobüsümüzün çevresini küçük bir medya ordusu sarmıştı. Biz de gayet vakur ve inançlı adımlarla yanlarına gittik. Tahmin ettiğimiz gibi, bütün kameralar, fotoğraf makineleri, teypler ve sorular bu beş ünlü insana yöneldi. Ama arada bizden birilerine, yani ünsüz, tanınmamış olanlara da kameralar, fotoğraf makineleri yöneliyor, gazeteciler, televizyoncular kim olduğumuz ve yolculuğumuzun amacı hakkında soru yöneltiyorlardı... Bütün bunlar, çok küçük de olsa birer umut kıvılcımı çakıyordu içimizde...

Küçük umut kıvılcımlarını bilirsiniz; zamanla öylesine büyür, insanı hiç tahmin etmediği duygulara sürükler ama kaybolurken öylesine acı verirler ki...

Gece kaldığımız otelde, aramızdaki tanınmamış yirmi kişiden, medya tarafından adları sorulan, görüntüleri ve fikirleri alınan bazıları hiç uyumadı desem yeridir. Sabaha dek otelin koridorlarını bir aşağı bir yukarı arşınlayıp durdular. Zaman zaman otelin hemen köşesindeki gazete bayisinin açılıp açılmadığına baktılar, sonra tekrar otele dönüp, sigara üstüne sigara yakarak volta attılar. Ama kendilerine soru yöneltilmeyenler bile güneşin ilk ışıkları üzerlerine düşer düşmez gazete bayisine koştular can havliyle. Biz yirmi ünsüz, tanınmamış insan, o gün çıkan gazetelerde öncelikle adımızı aradık, yana yakıla. Bir anda o gün çıkan tüm gazeteleri neredeyse satır satır kontrol ettik. Ama ne yazık ki hiçbirimizden söz edilmemişti!

Yolculuğumuzla ilgili haber hemen bütün gazetelerde yayınlanmıştı. Ama bunun bizim için ne önemi vardı ki…

Haber şöyleydi: "Hapisteki aydınları dışarı çıkartmak, düşünce özgürlüğünü sağlamak ve siyasal yasakları protesto eden, isimleri aşağıda yazılı olan, şair, romancı, müzisyen, insan hakları savunucusu ve politikacıyla birlikte bir grup duyarlı demokrat insan meclise gitmek üzere yola çıkmış ve ilk durak olarak şehrimize uğramışlardır… Yolculuklarının amacıyla ilgili olarak ünlü müzisyen ve ünlü romancı şunları söylemiştir…"

Bu şehirle ilgili son bir umudumuz kalmıştı, o da televizyonlardaki akşam haberleriydi. Akşamı iple çektik. Haber saati yaklaştıkça heyecanımız doruktaydı. Otelin televizyon seyredilen salonunda uzun zaman önce yerlerimizi almıştık. Ama haberler başladığında tek tek her kanalda bir kez daha yitirdik umutlarımızı. Haberimiz verilmişti ama biz yine yoktuk. Sadece beş ünlü insanın görüntüleri, sözleri vardı. Bizden eser yoktu. Sanki biz yirmi duyarlı, demokrat insan, yola çıkmamış gibiydik.

Sanki hiç doğmamış, dünyaya gelmemiş, bu dünyada soluk alıp vermemiş, sanki bizim kendimize ait bir ismimiz ve düşüncemiz olmamış gibiydi!..

İşte o gün, o beş ünlü insanla odalarımızı ve yemek yediğimiz masaları ayırdık, hatta konuşup selamlaşmayı
bile kestik onlarla... Bu, ortak, bilinçli bir kararla değil, kendiliğinden olmuştu... Aynı nedenden dolayı onuru incinenler, aşağılananlar arasında her zaman gizli ve birdenbire gelişen bir dayanışma refleksi vardır.

Ünlü insanların arasında onlarla bizim aramızdaki bu derin ayrımın, onarılmaz gibi görünen dışlanmanın farkına varıp rahatsız olanlar yok değildi. Mesela bir gün otobüste giderken ünlü şair, oturduğu yerden yanımıza gelip, "Eee arkadaşlar, yolculuk nasıl gidiyor, tarihî ve çok kutsal bir yolculuk bu. Bir gün gelecek kuşaklar hepimizi bu yolculukla anacaklar, ne mutlu hepimize!" deyince yaralanmış onurumuzu onarmak şöyle dursun, bizi dışlanmanın o insafsız ve ölümcül çukuruna itmişti ebediyen...

Tarihî ve çok kutsal bir yolculuk yapıyorduk ama hiçbirimizin adı dahi anılmıyordu. Beş ünlü tanınmış insan, bizim sırtımızdan tarihe altın harflerle yazılıyorlardı ve gelecek kuşaklar tarafından hiç de hak etmedikleri hâlde, her zaman saygıyla anılacaklardı...

Bu kadarı fazlaydı... Sonraki konaklama yerlerinde de aynı şeyler yaşandı. Yine otobüsümüzün etrafını küçük bir medya ordusu sardı. Yine otobüsümüzden aşağı inecektik, yine gazeteciler, televizyoncular aramızdaki beş ünlü kişinin etrafını saracak ama bu arada biz isimsiz, tanınmamış olanların arasından birkaç kişiye adını, soyadını ve yolculuğa çıkış amacını soracak; yine kendisine soru sorulanların içinden önce küçük ama sonra giderek büyüyen ve bir sancıya dönüşen umut kıvılcımları çıkacak, bu insanlar gece sabaha kadar uyuyamayıp, otelin koridorlarında bir aşağı bir yukarı
volta atacak, sabah olur olmaz ilk iş gazete bayisine koşacak, o gün çıkan bütün günlük gazeteleri satır satır tarayacak, yine hiçbiri adı, soyadı, yolculuğa çıkış amacıyla ilgili hiçbir şeye rastlamayacak; son umudumuzu televizyon kanallarının akşam haberlerine bağlayacak ama televizyonlarda da otobüsümüzün ön tarafında oturan beş ünlü kişinin görüntülerine ve söylediklerine yer verildiğini, biz, bir grup duyarlı insandan tek bir görüntü ve sesin dahi verilmediğini acıyla görecek ve iyiden iyiye içimize kapanacaktık...

Sonra yine o beş ünlü insandan biri yaralanmış gururumuzu onarmak, bize biraz olsun yakınlaşmak, hatta diğer dört ünlü kişiden kendisini daha çok sevip saymamız için yanımıza gelip bizi hiçbir zaman anlama zahmetine katlanmadan, "Eee arkadaşlar, yolculuk nasıl gidiyor, biliyorsunuz, tarihî ve çok kutsal bir yolculuk bu, gelecek kuşaklar bizi bu yolculukla anacaklar, ne mutlu hepimize!" diyecek ve ardından hemen çekip gidecek, bizi dışlanmanın insafsız ve ölümcül çukuruna bir kez daha atacaktı...

Bazen bu dışlanmaya ve aşağılanmaya dayanamayan isimsiz, tanınmamış arkadaşlarımızdan bazıları, hem duydukları derin öfkelerinin etkisiyle hem de öndeki ünlülerin dikkatini çekmek için, kendilerini, giden otobüsten atmak isteyince, onları son anda engelliyor ve güç bela yatıştırıyorduk. Hem intihar etmek neyi değiştirirdi ki! Böyle bir şey olduğunda, gazetelerin ve televizyon kanallarının ne yazıp ne söyleyeceğini tahmin etmek zor değildi: "Beş ünlü insanla birlikte meclise otobüsle giden duyarlı demokrat biri, nedeni bilinmeyen bir öfkeden dolayı kendisini otobüsten atmıştır. Beş ünlü
kişiden biri olan, saygın ve tanınmış politikacı, bu olay üzerine çok üzüldüğünü söylemiş ama ne olursa olsun hiçbir şeyin kendilerini bu yolculuktan alıkoyamayacağını, çünkü bu yolculuğun kutsal ve tarihî bir yolculuk olduğunu, sözlerine eklemiştir…"

Sonunda bir gün meclise vardık. Kapıda bizi meclis başkanı ve bazı milletvekilleri karşıladı. Dilekçeyi vermek ve yolculuk hakkında kısa ve özlü konuşmayı yapmak, aramızdaki ünlü müzisyene düşmüştü. Bu defa çevremizde, hayli kalabalık bir medya ordusu vardı. Âdeta flaşlar ve kamera ışıkları tarafından kutsanır gibiydik. Bunun, biz yirmi ünsüz, tanınmamış insan için, bir bahçeden erik çalmak, evden ya da okuldan kaçmak gibi, tuhaf, mayhoş bir tadı vardı elbet ama yol boyu
yaşadığımız hayal kırıklıkları garip bir olgunluk kazandırmıştı bize. Evet, tanınmıyorduk; bu, bir yara gibi yaşamaktı sanki kimse bizi bilmiyordu, ismimizin hiç önemi yoktu, tanınmamış bir insan olmanın yenilgisini bu yolculuk boyunca neredeyse her an yaşamıştık ve günler süren bu yenilmişlik duygusu, üzerimizde çok derin, silinmez bir iz bırakmıştı. Bu yüzden artık şu veya bu nedenden ötürü içimizde çakan umut kıvılcımlarını, bizi sürüklemeye başlamadan, kendi elimizle söndürebilme yeteneği kazanmıştık. Yüzlerimize ağırbaşlı bir küskünlük, her şeyi yaşayıp görmüşlüğün verdiği yarı alaycı bir hüzün duygusu gelip oturmuştu bile. Olgunluk, hatta bilgelik dedikleri, bu olsa gerekti... Dönüşte hiç beklenmedik bir olay yaşadık. Otobüsümüz uçuruma yuvarlandı. Hepimiz, ünlü ünsüz, tanınmış tanınmamış ayrımı olmaksızın uçuruma yuvarlanmanın etkisiyle ve fizik kurallarına boyun eğerek camlardan ve o anda açılan kapılardan dışarı, kanlar içinde fırladık.

Ortalığı, acı çığlıklarımız sardı bir anda. Herkes kendi derdine düşmüştü. İşte bu anda hiç beklenmedik bir şey oldu. Ünlü insan hakları savunucusu, yattığı yerden kanlar içinde doğruldu ve güçlükle ama son derece duygusal bir tonda konuşarak şunları söyledi, oradaki can çekişen herkese, "Artık tanınmış tanınmamış, ünlü ünsüz ayrımı yok. Bu korkunç kazayla birlikte hepimiz eşitiz. Birazdan medya kazayı öğrenip gelir. Burada bulunan herkesin ismini tek tek ben yazdıracağım ve eksiksiz yayımlanması için hepimiz ısrarcı olalım, bugüne dek bu konuda özellikle biz ünlü ve tanınmış insanların çok büyük hatalarımız ve dalgınlıklarımız oldu," dedi ve sonra da yığılıp kaldı…

Çevreme baktım, isimsiz, ünsüz, tanınmamış kimi arkadaşlarım ünlü insan hakları savunucusunun bu konuşmasından çok etkilenmiş, hem kazanın şoku hem de günlerdir tanınmamış olmanın ezikliğiyle sinirleri iyiden iyiye bozulmuş olacak ki neredeyse hıçkıra hıçkıra ağlıyorlardı… Ölüm, ünlü ünsüz, tanınmış tanınmamış ayrımı yapmıyordu ve insanlara, birbirlerini anlamaları ve tanımaları için çok büyük bir fırsat yaratıyordu…

Ertesi gün hemen bütün günlük gazetelerin ilk sayfalarında ve televizyon kanallarının ilk haberlerinde, "İçerideki aydınları hapisten çıkartmak, düşünce özgürlüğü ve siyasal baskıları protesto için otobüsle meclise giden beş ünlü kişi çok büyük bir kaza geçirmiştir. Çeşitli yerlerinden yaralanan beş ünlü insan, kaldırıldıkları devlet hastanesinde tedavi altına alınmışlardır," gibi, oldukça tek yanlı ve eksik bilgi verilse de yaşadığımız ölümcül kazanın bize kazandırdığı yakınlık
bilincini ve kardeşlik duygusunu asla unutmayacağımızı, artık çok iyi biliyorduk!.. En azından biz yirmi duyarlı
demokrat, tanınmamış insan!..

--

Önceki ve Sonraki Yazılar
Cezmi Ersoz Arşivi