Cumhur'başkanı'na ihtiyacımız var, Parti Başkanı'na değil!

Bu eşikte cumhurbaşkanlığına gelecek olan yurttaşımız, siyasi ve insani kariyerinde görkemli bir başlangıç değil, onurlu bir 'son görev' yapmayı içselleştirmiş olmalıdır. İhtiyacımız budur!

Türkiye ansızın seçime gidiyor.

Seçimin Anayasa maddesi (geç.21/1) ile belirlenmiş tarihi 3 Kasım 2019.

Buna karşın, önce iktidarın küçük kanadı bu yılın ağustos ayı sonunda seçim yapılmasını önerdi. Aynı gün partisinin grubunda konuşan Erdoğan, konuşmasında üç kez kasım 2019 seçiminden söz etti. Ardından, ertesi gün, 24 haziran 2018'de seçim yapılacağını ilan etti.

Muhalefet de, 'her zaman seçime hazır!' olduğunu söyleyip kararı duraksamasız kabul etti. Şimdi, iktidarın -kim bilir ne zamandır düşünüp- tasarladığı bir tarihte, iyice sıkıştırılmış bir takvimle seçime gidiyoruz.

Bu seçimin, 1946'dan bu yana yapageldiklerimizden bir farkı var.

Bu kez, sadece TBMM üyelikleri için seçim yapılmayacak; 16 Nisan 2017 referandumunda 'kabul edilmiş sayılan' anayasa değişiklikleri uyarınca, devletin tüm erklerini neredeyse elinde toplayan bir 'tek adam' seçeceğiz.

Bu açıdan milletvekilliği, bu genel seçimde ilk kez bu kadar ikincil, etkisiz, önemsiz konumda. Kamuoyu kimin, kimlerin milletvekilliğine aday olduğuyla -neredeyse- ilgili bile değil. Tüm dikkat Cumhurbaşkanı seçiminde.

Tüm dikkat Cumhurbaşkanı seçiminde; çünkü 16 Nisan değişiklikleri yürürlüğe girdiğinde Cumhurbaşkanı, demokratik bir ülkede değil kabulü, teklifi bile düşünülemeyecek yetkilere sahip olacak.

24 Haziran'dan sonra Türkiye'de bir Başbakan, tüzel kişiliği olan bir Hükümet kalmayacak; Meclis Bakanları seçmekte, denetlemekte, düşürmekte söz ve karar sahibi olmayacak.

Cumhurbaşkanı, bugün Hükümetin topluca veya en azından üçlü kararnameyle yaptığı her işlemi tek başına yapabilecek. Parti Başkanı olarak Meclis grubunu seçtiği gibi, devletin neredeyse tüm üst düzey yöneticilerini tek başına seçecek, atayacak, atacak!

16 Nisan değişikliklerinin referandumdan sonra sadece ikisi yürürlüğe girdi: Cumhurbaşkanının partili olma engelini kaldıran madde ve HSK ile ilgili hükümler. Durum ortada!

Cumhurbaşkanı, sade bir parti üyesi değil, aynı zamanda militan bir 'partici' olarak, devlet işlerinden çok partisine zaman ayırıyor, ilçe ilçe kongreler geziyor, konuşuyor. Partisinin yönetimine, seçilmiş yöneticilerine müdahale ediyor. Belediye Başkanlarının, Başbakanın işine son veriyor, son Başbakanın görev ömrüne ömür biçiyor.

Oysa, Anayasa uyarınca ettiği 'tarafsızlık yemini' yürürlükte. Referandumdan sonra da bu tarafsızlık yemini Anayasa'da halen ve aynen duruyor, duracak!

Buna rağmen partili Cumhurbaşkanı, parti başkanı olarak konuşuyor, öteki partilere ağır nitelemelerle suçlamalar yapıyor.

Öteki partilerden de -cumhurbaşkanlarına karşı duymaya alışkın olmadığımız- karşılıklar alıyor.

Bu durum, devletin ve toplumun yapısını derinden ve olumsuz etkiliyor. Milletin birliğini, devletin saygınlığını zedeliyor. Türkiye siyaseti ilk kez bu kadar gergin, millet bu kadar bölünmüş, devlet bu kadar örseleniyor.

Şimdi, bir baskın kararla da olsa, yeni seçime giderken muhalefetin bu tabloyu değiştirme umut ve güvencesi veren adımlar atması, adaylarını, söylemlerini, vaadlerini buna göre şekillendirmesi gerekiyor.

Partili/partici Cumhurbaşkanı anlayış ve uygulamasının yarattığı bu sorunlu tablo karşısında, bazılarının -iyi niyetli umut ve vaadlerle de olsa- partici adaylarda ısrarı, durumun vahametini anlamadıkları ve buradan çıkışın dayattığı ihtiyaçları görmedikleri kaygısı yaratıyor.

İçinde bulunduğumuz ortam ve şartlarda, -seçilebilirse- yeni cumhurbaşkanının yapacağı, ülkeyi 16 Nisan değişikliklerinin verdiği abartılı yetkilerle yönetmeye kalkmak olamaz. Yapması gereken derhal bütün partilerin katılımıyla bu değişiklikleri yürürlükten kaldırmak, ülkeyi kuvvetler ayrılığı, adalet ilkesi üzerinde işleyen hukuk devleti ve çoğulcu demokrasi koşullarına taşımak olmalıdır.

Bu geçiş döneminin ihtiyacı, hırslı, hevesli, iddialı bir partici değil, bütün partilere ve partisiz tüm yurttaşlara eşit mesafede, insan haklarına ve hukuk devletine bağlı, özgeçmişiyle bu alanlarda güven veren, çoğulcu, demokrat, deneyimli, birikimli bir Türkiye Cumhuriyeti yurttaşının birleştiriciliğidir.

Yeni Cumhurbaşkanı, ülkeyi 16 Nisan yetkileriyle yöneterek değil, bu yetkileri tarihin çöp sepetinde atarak ve böylelikle insan hak ve özgürlüklerine dayalı, çoğulcu, eşitlikçi, demokratik cumhuriyetin yolunu açarak, kendisini devletin başında gerçekten tarafsız, 'temsili ve saygın' bir konuma yükseltmelidir.

Bu eşikte Türkiye Cumhuriyeti'nin Cumhurbaşkanlığına gelecek olan yurttaşımız, siyasi ve insani kariyerinde görkemli bir başlangıç değil, onurlu bir 'son görev' yapmayı içselleştirmiş olmalıdır.

Parti Başkanı olan ya da olmak isteyen iddialı siyaset insanlarının bu seçimde talip olacakları görev, Cumhurbaşkanı olmak değil, ülkeyi çoğulcu demokrasi ve hukuk devletine yeniden kavuşturma hedefine özveriyle katkı yapmak, sonra yeni dönemde Başbakanlığa hazırlanmak olmalıdır.

Partilerin ve partili yurttaşlarımızın, özverili, akılcı ve dayanışmacı tutumlar takınmadıkları takdirde, tek tek kimsenin olumlu sonuç alamayacağı da gün gibi ortadadır.

O zaman, "atı alan Üsküdar'ı geçmiş olacaktır!"

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi