Ertuğrul Günay

Ertuğrul Günay

Partilerin genel merkezleri milletin vekillerini atadı... Millet sayıları belirleyecek

Kuvvetler Ayrılığı'nın neden işlemediğini anlamak için, İttihatçılardan beri 'merkezi umumi sultası' yaratan seçim sistemlerini irdelemek, bu sistemi değiştirmeyi içselleştirmek gerekiyor.

21 Mayıs gününün akşam saatlerinde, seçime katılan partilerin Genel Merkez yöneticileri milletvekili aday listelerini YSK'ya verdiler.

1980 öncesi 450 olan milletvekili sayısı, 1982 Anayasası ile 400 olarak belirlenmişti. İlk anayasa değişikliklerinde bu sayı önce 450'ye, 1995 seçimine giderken -Türkiye Milletvekilliği düzenlemesinin AYM'den geçmemesi üzerine de- 550'ye çıkarılmıştı.

16 Nisan değişikliklerinde, bir yandan Bakanların Meclis dışından atanacağı ve Meclis'e karşı sorumlu olmayacağı hükmü getirildi; öte yandan da işlevleri ve yetkileri azalan Meclis'in üye sayısı 600'e çıkarıldı.

Şimdi, 24 Haziran'da seçmenler Cumhurbaşkanı adaylarının yanısıra bu 600 TBMM üyesi için de oy kullanacaklar.

Bizim anayasa hukukumuzda TBMM üyelerinin sıfatı 'milletvekili'dir.

Bazı ülkelerde 'temsilci' ya da sadece 'parlamenter' denildiği de oluyor.

'Millet-vekili' sıfatı seçmenle seçilen arasında bir irade bağı kurulmasını zorunlu kılan bir kavram. Seçmen, kullandığı oyla, bir anlamda kendisini temsil etmesini istediği, edeceğini düşündüğü kişiyi seçiyor; seçtiği varsayılıyor.

Bunun için, milletvekili aday listeleri hazırlanırken seçmenin iradesine önem ve değer kazandıran sistemler üzerinde düşünmek gerekiyor.

1960'tan önce, seçmenlerin farklı parti adaylarından diledikleri isimleri yazarak 'karma liste' yapma olanağı vardı. Bu sistem hem partiler arasında dayanışmaya, hem de siyaset dilinin düzeyine olumlu katkı yapıyordu. Yanılmıyorsam, 1957 seçimine giderken muhalefetin güçbirliğini önlemek için Menderes iktidarı bu karma liste uygulamasını kaldırdı. (Karma liste kaldırıldığı için rahmetli babamın birkaç seçim tepki göstererek oy kullanmadığını anımsıyorum).

1961'le 91 arası seçimlerde birçok parti, adaylarını parti örgütlerinde geniş katılımlı önseçimler yaparak belirledi. Önseçimle gelmiş milletvekillerinin parti genel merkezlerine, genel başkanlara, bakanlara karşı çok daha etkili ve özgüvenli olduğunu, -80 öncesinin önseçimle gelmiş en genç üyesi olarak- kendi gözlem ve deneyimlerimle biliyorum.

Ancak, 1980 sonrası Özal'ın merkez yoklamasıyla 1983 ve 87'de aldığı sonuçlar, öteki partileri de bu yola sapmaya özendirdi. Özal, 1991'de 'tek adaya tercih' kullanma gibi yeni bir yöntem denedi, ama iyi düşünülmemiş bu yöntem parti adaylarının arasında çekişmelere yol açtı.

Özal'ın yanısıra, Ecevit başta olmak üzere bütün merkeziyetçi siyaset adamlarının da yöntemi sahiplenmesi ve benimsemesiyle, merkez yoklaması siyasetin temel bir uygulaması haline geldi. Önseçim, tercih, karma liste arayışları gündem dışında kaldı; Türkiye, milletvekili adaylarının genel merkezlerce belirlenmesine alıştı, alıştırıldı.

Şimdi bu seçime 10 parti katılıyor. Seçim yasası nedeniyle bunlar, AKP, CHP, HDP, İYİ Parti, MHP, SP, HÜDA-PAR ve VP olarak sekiz ayrı liste ile seçime girecekler. Birkaç BBP adayı AKP'nin, DP de  İYİ Parti'nin listesinde yer alacak. BTP seçimden çekildi.

Bütün bu farklı listelerin ortak yanı, tümünün parti merkezlerinde hazırlanmış olması. AKP, her zamanki gibi il merkezlerinde bir eğilim yoklaması yaptı. Ancak bu eğilim yoklamasında çıkan sonuçların Ankara'da çok değiştiği de eskiden beri biliniyor.

Parti merkezlerinin yaptığı ve aday olarak halkın önüne koyduğu bu sıralamayı ayrıntılı biçimde irdelemek ve haklarında hüküm yürütmek benim işim değil. Sadece, hiçbir parti ile ilişiği ve adaylıkla ilgili en küçük niyet ve girişimi olmamış sade bir yurttaş olarak, merkez yoklaması yöntemi ile ilgili birkaç şey söylemek isterim.

Merkez yoklaması siyasete emek veren insanların emeğine, iradesine saygısız bir düzenleme. Önce, genel merkez yöneticilerinin kendilerini istedikleri seçim bölgesinde en güvenli sıraya yazması, işin niteliğini tam anlamıyla açıklıyor.

Öte yandan, bir bölgede çalışan, halka kendini sevdiren bir siyaset emekçisi, eğer genel merkezle iyi ilişkiler kuramamışsa, birikiminin, emeğinin çöpe atılması işten bile değil. Onun yerini rahatlıkla bir genel merkez yöneticisinin özel önem verdiği birisi alabiliyor.

Üçüncüsü ve en vahimi, yıllarca tabanda emek vermiş insanların, hemen hiç emeği olmadan kontenjan milletvekili ve hasbelkader genel merkez yöneticisi olmuş nev-zuhur siyasetçilerin kapısında mülakat vs adıyla görüşme yapmak için beklemek zorunda kalması; inanılmaz bir emek saygısızlığı.

Böyle kapalı kapılar ardında, çeşitli iç hesaplarla aday listeleri hazırlanınca, örneğin bir ilde yerinden kalkması mümkün olmayan kocamış bir siyaset adamı liste başına yazılırken, üç yıl önceki önseçimde liste baş(lar)ına gelmiş gencecik siyaset adamları sıralama dışında bırakılabiliyor.

Seçmenlerin bu keyfiliğe müdahale etme olanağı yok. Milletvekillerini, millet adına Ankara'nın efendileri sıralamış; millet vereceği oylarla sadece bunların kaçının hangi partiden olacağını belirleyecek. Parlamenter sistemin nerede tıkandığını, kuvvetler ayrılığı ilkesinin neden işlemediğini, sadece uzun süreli bir iktidar deneyiminin değil, hemen tüm parti yönetimlerinin nasıl 'tek adam' rejimine evrildiğini anlamak için, sadece Erdoğan üzerinden konuşmak yetmiyor; İttihatçılardan beri 'merkezi umumi sultası' ve giderek 'tek adam kültü' yaratan bu antidemokrat işleyişi de bilmek ve değiştirmeyi içselleştirmek  gerekiyor.

Meraklısı için kişisel NOT:

1977, 87 ve 91'de önseçime girdim.

91'de Genel Merkez yöneticisi idim. Kontenjandan liste başı olmam önerildi, kabul etmedim. Seçimin kaybını görüyordum, nitekim kaybettim.

(Kontenjan alanlar Bakan oldu).

95, 99, 2002'de Merkez Yoklaması nedeniyle aday bile olamadım.

2007 ve 11'de Merkez Yoklamasıyla atandım, Bakan oldum.

Seçildiğim ve seçilmediğim her dönemde, merkez yoklamalarının haksız ve antidemokratik olduğunu hep söyledim, söylerim.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ertuğrul Günay Arşivi