Diyaneti görmeyip laiklik savunması şaşırtıcıdır

Laik bir devlet yapısına inandığım için Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yapısına, Anayasa’daki konumuna, genel idare içinde yer almasına, SPK 89’a ve özellikle de finansmanına itirazlarım var.

Türkiye devletinin laiklik serencamında 1928 ve 1937 tarihleri olumlu anlamda çok önemlidirler.

10 Nisan 1928 senesinde Anayasadan "Devletin dini İslam’dır" ibaresinin çıkarılışı bu süreçte çok çok önemli bir kilometre taşıdır, kutlanılması gereken bir tarihtir.

Laiklik Türkiye’de yanlış yorumlanan bir kavramdır, laiklik devletle ilgili bir kavramdır, toplumun, bireylerin laik olarak tanımlanması kavramsal olarak yanlıştır, bireyler laik olamaz, ancak laik bir devletten yana olabilirler çünkü laiklik devletin bir niteliğidir.

10 Nisan ve izleyen günlerde Cumhuriyet gazetesinde 10 Nisan 1928’in yıldönümü nedeniyle benim gördüğüm üç tane yazı yayınlandı ve iyi ki de yayınlandı, tekraren ifade ediyorum, 1928 Anayasa değişikliği çok önemli ve çok olumludur, hatırlatılması ve hatta kutlanması önemlidir.

10 Nisan günü "Laiklik ve Anayasa değişikliği" başlıklı bir yazıyı Sayın Tunay Şendal, aynı gün Sayın Özdemir İnce de "Bir kez daha laiklik günü" başlıklı yazıları yayınladılar; 11 Nisan günü de Prof. Örsan K. Öymen "Laiklik cephesi" başlıklı bir yazı yayınladı.

Bu üç yazıya da, yorumlara da çok büyük ölçüde, belki de tamamına katılıyorum, bu önemli tarihte bu konuyu yazdıkları için de tebrik ediyorum.

Katılmadığım konu ise bu üç yazarın da yazılarında yazmadıkları.

Hem Türkiye’de laiklik meselesi üzerine yazı yazılıyor hem de yazıların hiçbir yerinde Diyanet İşleri Başkanlığı konusuna hiç girilmiyor, işte bu çok ilginç, bize özgü bir yaklaşım.

Sayın Özdemir İnce yazısının bir yerinde kendisine ilkokul yıllarında öğretilen laiklik tanımının, "Laiklik din ve devlet işlerinin ayrışmasıdır" tanımının en doğru tanım olduğunu yazıyor, tamamen katılıyorum, ben de seneler sonra bana da ilkokulda öğretilen bu tanımın en sağlam tanım olduğu kanısındayım.

Ama ben bu tanımı çok benimsediğim ve devletin laik yapısının (din ve devlet işlerinin ayrışması) yaşamsal olduğunu bildiğim için bu doğru tanımın gereğini de düşünüyorum ve ülkemiz Anayasası 136. Maddesinde ifadesini bulan Diyanet’in bu tanım çerçevesinde laiklik ilkesi ile doğrudan çeliştiğini biliyorum, yazıyorum.

Türk hukuk mevzuatının en berbat maddesi olan Siyasi Partiler Kanunu (SPK) 89. Maddesine girmek bile istemiyorum, bu maddeyi Kenan Evren getirmiştir, kulağını tersten göstererek Anayasa 136. Maddeyi (Diyanet İşleri Başkanlığı) Anayasanın değiştirilemez maddesi haline getirmiştir.

Laik bir devlet yapısına inandığım için Diyanet İşleri Başkanlığı’nın (DİB) kurumsal yapısına, Anayasa’daki konumuna, genel idare içinde yer almasına, SPK 89’a ve özellikle de finansmanına büyük itirazlarım var.

Benim eleştirim bugünkü Diyanet yönetimine, Prof. Ali Erbaş’a değil, Diyanet’in kurumsal yapısına; bu arada zaten Ali Erbaş yönetimi konusunda bir yorum dahi yapmak istemem, yorumlarım TCK kapsamına girebilir çünkü.

Ben KHK ile üniversiteden uzaklaştırılmış olsam da bir kamu maliyesi profesörüyüm ve bizim dalın temel ilgi alanı kamu malı (public good)/kamu hizmeti kavramıdır.

Benim mesleki yorumum şudur: Kamu hizmeti vergi ile finanse edilir ama koroleri (corollaire) de doğrudur, bir hizmet vergi ile finanse ediliyorsa o hizmet de kamu hizmeti olmak zorundadır.

Bu çerçevede bir ülkede din hizmeti (sadece sünni anlayış üstelik) vergi ile finanse ediliyorsa (Anayasa 136, DİB’in genel idare içinde olma zorunluluğu) o hizmet bir kamu hizmeti olarak telakki edilmek zorundadır ama din hizmetinin bir kamu hizmeti olarak görüldüğü devlet artık laik bir devlet olamaz çünkü kamu hizmetinin tanımında o hizmetin bir gün her bireye yansıma ihtimali vardır ve bu ihtimal çok sayıda, milyonlarca vatandaş için sıfırdır.

Bu yaklaşımım DİB’in laik bir devlette illaki de kapatılması demek değildir ama genel vergilerle değil de başka bir yöntemle finansmanı, mesela gönüllü fon ödemeleri, mutlaka gerekmektedir.

Gelelim yazılarını beğendiğim üç Cumhuriyet gazetesi yazarına.

Bana, laikliği "din ve devlet işlerinin ayrışması" diye tanımlayıp DİB konusuna hiç girmemek çok şaşırtıcı gelmektedir.

Türkiye’de DİB konusuna girmeden Türkiye’de laiklik yazısı yazmak çok ilginç bir yaklaşımdır doğrusu.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Eser Karakaş Arşivi