Ufukta Yeni Bir Gezi…

Yeni bir Gezi dalgası, bu sefer, 2013’tekinin tersine, yerelden gelip büyük kentlere doğru yayılabilir.

Büyük felaketler genelde dört şeye yol açar: Birincisi, aslında kof bir bostan korkuluğundan başka bir şey olmayan devletin (ve hükümetin) iyice atıl, yarı felç ve hareketsiz hale gelmesine, giderek dağılmasına; ikincisi, halk kitlelerinin emansipasyonuna ve özörgütlenmesi yoluyla devletin bıraktığı boşluğu doldurmasına; üçüncüsü, Amerika’da Vigilanteler, Rusya’da Karayüzler denen reaksiyoner yerel çetelerin benzerlerinin yerel bölgelerde terör estirmesine; ve nihayet dördüncüsü, toplumsal altüst oluşlara (ve aşağıdan gerçek halk yönetimine, yani devrime).

2021 yazı Türkiye’sinde, özellikle Ege ve Akdeniz’i kasıp kavuran büyük yangın felaketinde, henüz bir toplumsal altüst oluşu değil ama ilk üçünü gözlemledik.

Devletin (Hükümetin) atıl hale gelmesi:

Hükümet ve devlet organları yangınlar başlar başlamaz havlu attılar. Yangınları söndürmeye sevk edecekleri uçakları yoktu. Bu tartışmaların ayrıntılarına girmeyelim ama devlet aslında çaresiz olduğunu her tutumuyla gösterdi. Yapabildiği tek şey, sosyal medyadan yapılan "Help Turkey" ya da "Global Call" gibi çağrıları ceza tehditleriyle bastırmaya çalışmak oldu. Muhtemelen böyle bir ortamda iplerin iyice ellerinden kaçacağı korkusuyla, böyle durumlarda her zaman yapılan, ordu güçlerini felaketin hafifletilmesi için seferber etmekten bile kaçındılar. Ordu birlikleri ve araçları, jandarma güçleri kışlalarından çıkartılmadı.

Yoğun eleştiriler üzerine, toplumsal hareketlere karşı anında seferber ettikleri tomalardan birkaçını göstermelik olarak yangın alanlarına gönderdiler ama bu da "dostlar alışverişte görsün" tutumunu fazlasıyla hatırlattı. Sonuç olarak, halk gördü ki, o anlı şanlı devlet, doğal felaketler karşısında bir hiçtir. Normal zamanlarda şiddet organlarıyla halkı korkutan devlet, doğal felaketin ardından gelmesi muhtemel toplumsal afet korkusuyla tir tir titremektedir şimdi.

Halk kitlelerinin özörgütlenmesinin ve özinisiyatifinin canlanması:

Devletten bir hayır gelmeyeceğini kısa sürede kavrayan yerel halk kısa bir bekleyişin ardından kendi kısıtlı olanaklarıyla yangınların söndürülmesi için harekete geçti. Öte yandan, yerelde olsun, genel olarak şehirlerde olsun, dayanışma grupları da bölgelere giderek yerel örgütlenmelerle omuz omuza mücadeleye katıldılar.

Birkaç örnek vermek aydınlatıcı olabilir.

Yeşil Gazete’den Erol Malçok şöyle yazıyor: "Ancak Manavgat’taki Ahmetler köylüleri 2014 yılında Ahmetler Kanyonu’na hidroelektrik santral (HES) yapılmasını önledikleri direnişlerinin örgütlülüğünü devam ettiriyorlar olsa gerek ki orman yangını söndürme konusunda da müthiş bir örnek sergilediler… Ahmetler Köylüleri yangını öğrenir öğrenmez, yangını kimin çıkardığı üzerine spekülatif konuşmalar yapıp, komplo teorileri üretmek yerine nasıl söndürebileceklerinin peşine düşmüşler.

Ellerindeki imkânları hızla toparlayan köylüler, önce ağırlığını kadınların oluşturduğu tırmıklı timler örgütlemişler. Traktörlere bağladıkları su depolarına tazyikli su sıkan düzenekler ekleyerek üç adet itfaiye aracı yaratmışlar. Tırmıklar ve gerekli malzemeler köy derneğinden yapılan "Ya bize bir tırmık al ya tırmığını al da gel" çağrısıyla sağlanmış ivedilikle. Fazlasıyla su, buz ve gıda desteği gelmiş. Böylece köye desteğe gelen dayanışmacılarla birlikte sayısı yüzleri bulan ve sürekli aktif ekipler oluşmuş.

Bu ekiplere belediyelerin itfaiye araçları ve su tankerleri de eklenince yangın söndürme işi daha kolaylaşmış onlar için. Antalya ve Manavgat Belediyeleri’nin dışında Arnavutköy, Kahramanmaraş, Silivri, Manisa, Bitlis, Eskişehir ve Siirt Kayabağlar Belediyeleri itfaiye göndererek destek olmuşlar. Daha sonraları ara ara gelen helikopterle hava desteği de olmuş… Ahmetler, Akseki yönüne giden yangını söndürdüğü gibi Akseki’den kendi yönlerine gelen yangını da söndürmüş tabii yerel ve başka yerlerden gelen ekiplerin de varlığıyla. Güçlüköy ve Murtiçi köylülerini de desteğe çağırıp aktive etmişler."

Twitter’den bir başka haber: "billy" adlı hesap şöyle bir tweet atmış: "Marmaris’te insanlar kendi imkânlarıyla itfaiye arabaları yapıyorlar." Sonra da video paylaşımlarıyla bu itfaiye arabalarının yerel olarak nasıl imal edildiğini ve kullanıldığını anlatıyor. Bu örnek de, iş başa düştüğünde halkın ne kadar yaratıcı olabildiğini gösteriyor. Bu kısa sürede gerek yerel halkın gerekse dışardan gelen dayanışma gruplarının ortaya koyduğu bu ve buna benzer yüzlerce örnek yaşandı.

Halkın özörgütlenmesini bir Facebook paylaşımı çok güzel anlatıyor:

"Depremde yardım topla, yangını kendin söndür, oyunu üstüne oturarak koru, özsavunma öğren, pandemide komşuna yardım et, askıda fatura öde, yaşlıların alışverişini yap, sokak hayvanlarına bak, sağlık çalışanlarına maske yap, kendi meyveni sebzeni yetiştir, alkolünü evde yap, kendi okulunu kur, hayatı devletsiz örgütle... bize bu anarşist ütopyayı tattıranlara binlerce teşekkür, bir de mümkün değil derlerdi."

Vigilante ve Karayüz benzeri reaksiyoner grupların faaliyetleri:

Devrimci uyanış daima karşısında aşırı reaksiyoner grupları doğurarak ilerler. Facebook’ta yukardaki özörgütlenme örneklerine dikkat çektiğim zaman bazı arkadaşlar, yerel ırkçı grupların saldırılarına işaret ederek tepki gösterdiler. Hatta, özörgütlenmeye karşı enikonu kuşkucu bir tutum takınıp, "işte özörgütlenme" diyerek Vigilante ya da Karayüz benzeri, Kürt düşmanı grupların "PKK’li avına" çıkmalarına dikkat çektiler.

Oysa bunda olağanüstü bir şey yok. Halkın emansipasyonu ve özörgütlenmesi geliştikçe ona tepki olarak yerel reaksiyon da iyice saldırganlaşır. Emma Goldman Hayatımı Yaşarken (Kaos-Metis, 1997) adlı hatıratında bu Vigilante gruplarının Amerikan taşrasında nasıl terör estirdiklerini, o zaman devrimci mücadeleyi temsil eden IWW (Dünya Endüstri İşçileri) adlı sendikanın üyesi olan Wobbly’lere, bütün devrimcilere nasıl saldırdıklarını, kaçırdıkları devrimcileri nasıl katrana bulayıp üzerlerine kaz tüyü yapıştırdıklarını anlatır. Keza John Steinbeck’in Bitmeyen Kavga romanının (Sel, 2016) bir yerinde, grev örgütleyicisi, Komünist Mac, Vigilantelerden şöyle söz eder: "… toprak sahipleri… şu Amerikan Lejyon oğlanlarından bir vijilante komitesi kurar. Vijilanteler işçilere ateş eder." (s. 33)

Sadece Amerika Birleşik Devletleri’nin 20. Yüzyıl başındaki durgun taşrasında değil, Rusya’daki 1917 Şubat Devrimi’nin en heyheyli günlerinde de Rusya’nın Vigilanteleri olan Karayüzler oldukça faaldir. Bizlere, o heyecanlı günlerin eşsiz bir anlatımını bırakmış olan N. N. Sukhanov, 1917 Rus Devrimi (Edebi Şeyler, 2020) kitabında devrimin ilk günlerinde Karayüzlerin saldırganlıklarının iyice arttığını ve Yahudilere karşı daha da şiddetli pogromlara giriştiklerini anlatmaktadır: "Ortalıkta yağma, yangın ve pogrom söylentileri dolaşıyordu; elle yazılmış ve ne yazık ki baştan aşağı cehalet örneği olan pogromcu Karayüz bildirileri geliyordu." (s. 92) Gerçek bir devrimci yükseliş daima reaksiyoner saldırganlıkla birlikte var olur. Pirüpak "devrim" anlatımları sadece bürokrasinin sonradan yazılmış güzellemeleridir.

Bu bağlamda, yangın bölgelerinde gelişen halk inisiyatifinin hemen yanı başında, biraz da kendiliğinden bir şekilde bir araya gelip "Kürt avı"na çıkan, bu arada tatmin edilmemiş cinsel dürtüleri nedeniyle arabaların içindeki çiftleri de hedef alan ırkçı grupların ya da yol kesip kendi kendisini kimlik kontrolüyle görevlendiren reaksiyoner hebennekaların varlığı hiç de şaşırtıcı değildir.

* * *

Orman yangınları, Ağustos’un ilk haftasından itibaren halkın ve inisiyatif gruplarının olağanüstü ve fedakârca mücadelesiyle sönmeye yüz tuttu. (Başat medyada, enternasyonal dayanışmanın güzel bir örneği olarak İspanya’dan gelen ve yangınların söndürülmesine önemli bir katkısı olan iki yangın söndürme uçağı, bir ulaştırma uçağı ile kadınlı erkekli toplam 27 kişilik uçuş ekibinden söz edilmiyor elbette.) Bunu fırsat bilen devlet ve hükümet güçleri de ilk başlardaki yarı felç hallerini kısmen terk edip yeniden "devletin varlığını" duyurma çabalarına ve durumu fırsata dönüştürüp şu ya da bu maden sahibinin istekleri doğrultusunda, yarım kalmış ormanları imha etme faaliyetlerine yeniden başladılar.

Bunun en belirgin örneği, yangın söndürme faaliyetlerinde pek ortada görünmeyen jandarma güçlerinin, Muğla Milas’a bağlı İkizköy’deki Akbelen ormanlarının maden ocağı kurmak amacıyla kesilmesini önlemek için nöbet tutan köylüleri nöbet alanından çıkarmak istemesidir. Şimdi yerel halk inisiyatiflerinin, köylülerin ve kentli dayanışma gruplarının dikkati Akbelen ormanlarında toplanmış bulunuyor.

Yeni bir Gezi dalgası, bu sefer, 2013’tekinin tersine, yerelden gelip büyük kentlere doğru yayılabilir.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi