‘Mekânın sahibi geldi’

Bakalım işadamının tarif ettiği mekanizma bu kez kimi tasfiye ederek kendini aklayacak?

Neredeyse iki yıldır MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin özellikle "ülküdaşlarım" vurgusuyla adlarını dillendirerek Alaattin Çakıcı, Kürşat Yılmaz gibi isimlerin serbest bırakılmasını istediği af düzenlemesine ‘koalisyonun’ diğer ortağı sonunda boyun eğdi. 

‘Reis’in affı kabullenişindeki "mecburiyetler" çok yazıldı. Bunların başında korona öncesi insanları üçer-beşer intihara sürükleyen ekonomik kriz geliyor. Yoksullara dağıttığı kaynaklar tükenince kendi tabanından başlamak üzere yükselen memnuniyetsizlik, başkanlık sisteminin başarısızlıklarına ilişkin de farkındalık yarattı. 

Yerel seçimlerde büyük oy kaybına uğramaları yenilmezlik algısını yerle bir ettiği gibi iktidarın uzun yıllar elinde tuttuğu kamuoyu algısının kontrolünü yitirmesini de beraberinde getirdi. Dış politikadaki sıkışmışlıkları, adaletsizlik, kayırmacılık, salgınla birlikte işsizlik ve yoksulluğun katlanarak artması, yabancı topraklarda can veren şehitlerin düştüğü yeri yakması gibi görünmez kılmaya çalıştıkları çok yönlü çöküş AKP’nin "mecburiyetlerini" artırdı.

Başkanlık koltuğunu borçlu olduğu MHP ise yalnız kritik kadrolara yayılarak devlet içindeki etkinliğini değil seçmen sayısını da artırarak daha da güçlendi. Hani denir ya; "şikâyet" Reis’e, "teşekkür" Bahçeli’ye kaldı(!)

Başından beri tarihi geçmişleri ve konumları nedeniyle kırılgan bir birliktelik olan AKP-MHP işbirliği Süleyman Soylu’nun istifa hamlesi ile iyiden iyiye görünür oldu. Biz de tarafların trolleri ve yazarları sayesinde ekrandan izler gibi izliyoruz olup bitenleri. 

‘İnfaz Yasası’ denilen özel af, ülkeyi yöneten güçler için de halklar için de tarihe geçecek önemde bir siyasi kırılmanın kilometre taşı. Korona sonrasında kendimizi içinde bulacağımız siyasi atmosferin de işaret fişeği.

Bahçeli’nin ısrarla adlarını verdiği, özel ilgisini bağıra bağra ilan ettiği Alaattin Çakıcı’yı, Kürşat Yılmaz’ı, hatta sanki yasayı hazırlasın diye genel başkan yardımcılığına getirdiği Avukat Feti Yıldız’ı bu kadar önemli kılan ne? 

Çakıcı’nın ayrıntılı siciline Ahmet Nesin ayrıntılı yer verdi. 

Kürşat Yılmaz ile ilgili de fikir vermek için küçük bir anekdota yer vermek gerek. Burdur Cezaevi’nden kaçan Bahçeli’nin ikinci önemli ismi Kürşat Yılmaz, 1998 yılında Gazeteci Uğur Dündar’a cezaevinden "resmi plakalı bir arabayla kaçtığını ve çok önemli bir politikacının konuğu olarak üç gün Ankara'da kaldığını" söylemişti. 

Bir partinin genel başkan yardımcısının ülkenin en ünlü iki kriminal isminin avukatı olması ve onlara özel af yasası hazırlaması, bir partinin genel başkanının yeraltı dünyasının iki ismine açıktan sahip çıkması normal her ülkede o partinin silahlı çetelerle bağı nedeniyle kapatılmasına kadar gider. 

HDP dedi mi bilmiyorum ama bunu ne CHP, ne İYİ Parti ne Saadet Partisi dillendirdi. Tabii ki bu tutumda geleneksel devletle terbiye edilmelerinin büyük payı var. Galiba bir de her anomaliyi kanıksamış oluşları ve kalıplaşmış siyasi ezberlerden çıkamamaları. 

Çünkü "MHP, bir siyasi parti olmanın ötesinde devlet içinde kökü olan bir siyasi organizma." Bu tanımı yapan da yine ülkücüler. Alaattin Çakıcı ve Kürşat Yılmaz gibi isimler de bu organizmanın önemli birer suç aleti. 

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli 1980 öncesi Teşkilatlardan Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı, af tasarısının sahibi Feti Yıldız ise İstanbul Ülkü Ocakları Başkanı’ydı. 1980 Darbesi’ni olgunlaştıran paşaların hizmetindeydiler. 

Aydınlara, sendikacılara, işçilere, öğrencilere yönelik katliamların, cinayetlerin planlandığı, emirlerinin verildiği merkezlerden olan MHP ve Ülkü Ocakları’nın yöneticileri 1980 sonrası yargılandıkları davalardan zaman aşımıyla kurtarıldılar. 

Bu davalarda adı geçen pek çok ismi biz yıllar sonra Susurluk Skandalı’nda yeniden duyduk. Bugüne benzer biçimde ülke ağır bir ekonomik krizdeydi ve krizi hukuk dışı yollardan aşmak, krizle birlikte yükselen muhalefet dalgasını bastırmak üzere bildik baskı yöntemlerine başvurmuşlardı. 

Bahçeli ve salınan ülküdaşları ne işe yarayacak diye merak edenlerin ufkunu açmakta yarar olacağından, Susurluk Skandalı’nın hemen ardından röportaj yaptığım (adı bende saklı) ünlü işadamının sözlerinden bir bölüm aktarayım. 

Turgut Özal’ın ölüm yıldönümü nedeniyle övgüler yağdıran siyasilerin hafızasını tazelemeye de yarar: 

"Devlet önemli bir ekonomik kriz içindeydi. Özel döneminde Türkiye uyuşturucu parasına ihtiyaç duyunca Hiram Abas ve Mehmet Eymür’ü tasfiye ederek, bu işi en iyi yürütecek kişilere inisiyatif verdi. Biri de Bursalı işadamı C.Ç. idi.1984 yıllarında küçük çapta hayali ihracat yapan bu adam kısa sürede nasıl bu kadar zengin oldu? Türkiye’ye giren yıllık eroinin rantı 25 milyar dolardır. Türkiye bir borçlanma krizi içindeydi. Bazı iş adamlarından ve ‘kumarhaneler kralı’ Ömer Lütfü Topal’dan paralar tahsil ediyorlardı. Topal kendisinden istenen bir ya da 1.5 milyar doları vermeyince öldürüldü." Sonradan bu bilgiler çok daha ayrıntılı biçimde Susurluk Raporu’nda da yer aldı.

2019’un son ayında yazdığım "Bana her şey 90’ları hatırlatıyor" başlıklı yazımdan bir alıntıyı da ekleyeyim:

"27.03.2009 tarihli Birgün gazetesinde Ergenekon Soruşturması’nın 2. iddianamesinde ‘Türkiye’nin yaşadığı en önemli ekonomik krizlerden biri, Afganistan ve İran kaynaklı uyuşturucu trafiğinin Türkiye üzerinden yapılmasıyla çözüldü. Bu uyuşturucu geçişi sayesinde Türkiye ekonomisine 20 milyar dolar paranın girdiği ve 1994 ekonomik krizinin bu sayede atlatıldığı’ iddiası yer almıştı."
Röportaj yaptığım işadamı, Susurluk Skandalı’ndan sonra şunu da söylemişti: "Devlet güç odaklarının çatışması şeklinde süren bir mekanizma. Yorulmaya başlayınca böyle bir operasyon başlatır ve kendini aklayarak devam eder."

Muhalifleri "sizi kendi kanınızda boğarız" diye dolaşan Erdoğan’ın müridi Sedat Peker’in ortadan kaybolmasından anlıyoruz ki, iktidardaki güçlerin bir kesimi için eski mutlu günler sona erdi. "Mekânın sahipleri geldi" çünkü. 

Bakalım işadamının tarif ettiği mekanizma bu kez kimi tasfiye ederek kendini aklayacak? 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi