Homa X.: İran’da kadın mücadelesi halkları birleştiriyor

Kadın hakları savunucusu Homa X., halkın tedirgin bir mutluluk içinde olduğunu, rejimin ise etnik ayrışma yaratarak isyanı bitirmeye çalıştığını söylüyor.

Daha şimdiden tarihin sayfalarına yazılacak olan İran’daki kadın isyanı ikinci haftayı da dolduruyor. Şimdiye dek görülmemiş düzeyde yaygınlaşarak devam isyanın başını herhangi bir muhalif lider veya siyaset değil, doğrudan doğruya halk çekiyor.

Peki İran’daki isyanın "öncüsüzlüğü" ne tür riskler barındırıyor? Rejim bu isyana karşı, silah dışında ne tür araçlara sahip? İranlı kadınların mücadele tarihinde ne tür örnekler var?

Gerçek ismini saklı tutan ve mahlas olarak  21 Şubat 1994’te Tahran’da başörtüsü zorunluluğunu protesto etmek için üzerine benzin döküp bedenini ateşe vererek hayatını kaybeden Homa Darabi’nin ismini alan İranlı kadın hakları savunucusu Homo X.’le söyleşimizin ikinci bölümü…

İran’da Fars, Kürt, Azeri, Beluci etnik kimlikleri üzerinden bir bölünme, kutuplaşma yaşanıyor mu? Etnik kimlik gündelik hayatta ne kadar ön planda?

Gözle görülmeyen sınırlar var İran’da. Bu sınırlar bazen belirgin olur, bazen görünmez. Farsların Türkleri, Türklerin Kürtleri aşağılayan sözleriyle, esprileriyle karşılaşabiliyorsunuz. Tabii Lorlar, Beluciler, Araplar var ve onlara karşı da gündelik hayatta ırkçı sözler duyabiliyorsunuz. Fakat İran’da en fazla aşağılanan, ayrımcılığa maruz kalan halk Beluciler. Etnik ayrışma şimdiye kadar protestolara da yansıyordu. Kürtlere bir zulüm yapıldığında Türkler, "aman bu bizi ilgilendirmez" diyebiliyordu. Veya Tahran’da Farslar protesto yaparken Tebriz’de Türkler, Urumiye’de Kürtler ses çıkarmayabiliyordu. Ezilen farklı etnik gruplar birbirlerinin hakkını savunmuyordu. Son kadın isyanında bunun da aşıldığını görüyorus. Bu bile başlı başına bir umut kaynağı.

Bu bariyer nasıl aşıldı sizce?

Kadınlara yönelik ezme politikası herkesi ilgilendiriyor. Ayrıca son protestolar büyük şehirlerden değil, çoğunlukla küçük bölgelerden başladı, yayıldı ve etnik, sınıfsal kimlikleri aşan bir isyana dönüştü. Tebriz çoğunlukla Türklerin yaşadığı, Kürtlere sıcak bakılmayan, ekonomik olarak zengin bir şehirken, son olaylarda "Azerbaycan ayakta, Kürdistan’ın yanında" sloganları atıldı. İlk defa Tebriz’de Azerilerden Kürtlere yönelik böylesi bir dayanışma sesleri duyuyoruz. Tebriz, İran ekonomisi açısından çok önemli bir şehirdir ve oradan yükselen her ses Tahran’ı öyle veya böyle etkiler.

REJİM ETNİK AYRIŞMA YARATARAK İSYANI BİTİRMEYE ÇALIŞIYOR

Peki son olaylarda rejim yanlılarının tutumu nasıl oldu?

Rejimin kendi troll ordusu var. Etnik gruplar arasındaki dayanışmanın farkına vardıkları için bu alanda bir kutuplaşma yaratmaya çalışıyorlar. Mahsa Amini’nin Kürt kimliğini vurgulayarak, aslında Kürtlerin Amini’yi bahane ettiğini, esas amaçlarının ayrı bir devlet kurmak olduğunu sosyal medyadan propaganda etmeye başladılar. Mahsa’nın ailesi bu nedenle sık sık "biz bölücü değil, dayanışma içindeyiz, kızımız İran’ın kızı" demek zorunda hissetti. Böylece devletin bunu kullanmasına izin vermediler. Fakat sosyal medyada hâlâ İran rejiminin trolleri bu yönde propaganda yürütüyor. Rejim etnik kimlikler arasında ayrışma yaratarak isyanı bitirmeye çalışıyor. Tarih boyunca da hep böyle oldu. Etnik gruplar birbirleriyle uğraşsın, biz de otoritemizi koruyalım diye düşündüler. Şimdiye kadar da bu yöntem hep tuttu. Ama bu sefer zor görünüyor. Çünkü dediğim gibi, herkesi kapsayan ortak bir güç, kadın mücadelesi var ve kadın mücadelesi halkları birleştiriyor.

Söyleşimizin ilk bölümünde İran’daki kadın isyanının uzun bir bıkkınlığın dışavurumu olduğunu söylemiştiniz. Bu bıkkınlığın tek kaynağı rejimin kadın karşıtı politikaları mı?

Hayır, ekonomi politikalarının da, sistematik insan hakları ihlallerinin de bunda çok büyük bir payı var. Toplumda sınıflar arası eşitsizlik çok derin. Devlete bağlı toplumsal kesimler ihya edilirken, devletle işbirliği yapmayan kesimler her açıdan eziliyor. Son yıllarda alım gücü olağanüstü düzeyde düştü. Artık devlet memurları da geçinemiyor. Yedi yıl önce dolar 3 bin riyaldi, şu an 30 bin riyal. Yoksulluk derin, özgürlük söz konusu değil, ayrımcılık ise çok görünür. İran’da hiçbir şeyi konuşamıyor, hiçbir şeyi eleştiremiyorsun.

İRAN’DA YILLARDIR "BU SEFER İSYAN KADINLARDAN GELECEK" DENİYORDU

İran’da eğitim sistemi nasıl işliyor?

Doğru-düzgün eğitim alamıyorsunuz. Eskiden devlet okulları ücretsizken şu an ciddi paralar ödemek zorundayız. Özellikle de yüksek öğretimde eğitim alabilmek için varlıklı olmak gerekiyor. Eğer yüksek lisans veya doktora yapacaksanız, devlet üniversitelerine bile çok yüksek miktarda para ödemen lazım. Bu da sınıfsal eşitsizliği derinleştiriyor ve sadece varsılların iyi eğitim alabildiği bir sistemi kalıcı hale getiriyor. Küçük şehirlerdeki yoksul ailelerin çocukları eğitim alamıyor. Eğitim alabilenler de büyük ölçüde işsiz kalıyor.

Bu derin eşitsizliğin, adaletsizliğin, baskının yeni bir isyanın tohumlarını ektiği öngörülüyor muydu?

Doğrusu yıllardır İran’da "bu sefer isyan kadınlardan gelecek" deniyordu. Bu öngörü nasıl yapılıyordu, bilmiyorum ama haklı çıktı. Üstelik sadece etnik değil, nesiller bakımından da çok geniş bir katılım var. Yaşlılardan yeni kuşaklara kadar tüm kadınlar isyana iştirak ediyor. 10-12 yaşlarındaki kızlarını da yanında getiren anneler gördük. Bu arada şunu da söyleyeyim ki, İran’da yasal evlilik yaşı kızlar için 13, erkekler için 15. 13 yaşının altındaki çocukların evliliği mahkeme kararıyla oluyor ama pratikte imam nikâhı geçerli olduğu için mahkeme kararına da gerek duyulmuyor. Yasal yollardan çocuk istismarı yapılıyor yani. Diğer yandan yaşı kaç olursa olsun bir kadın, babasının izni olmadan evlenemiyor. Boşanma durumunda çocuklar 7 yaşına kadar annenin velayetinde oluyor ama 7 yaşından sonra tartışmasız biçimde babaya ait. Kadınların babaları ve kocaları izin vermezse, çalışma hakları yok. Bu da kadınların ekonomik bağımsızlık elde etmelerini engelliyor ve aile içi şiddete boyun eğmelerine neden oluyor.

İSLAM DEVRİMİNDEN SONRA KADINLAR TAMAMEN SİNMEDİLER, HEP BİR MÜCADELE OLDU

Birden çok kadınla evlenmek de yasal, değil mi?

Tabii, erkekler yasal olarak dört eş edinebiliyor ve sınırsız imam nikâhı kıyabiliyorlar. Bu nikâhları da "Peygamber’in sünneti" adı altında, sözde kadınlar ortada kalmasın diye yapıyorlar. Fakat bu nikâhlardan bir çocuk olduğunda da, çocuğun herhangi bir yasal hakkı, miras hakkı olmuyor.

Şu an İran’da olsanız, protestolara katılır mıydınız?

Elbette katılırdım. Daha önce protestolara katılmıştım ama yine çok sert bastırıldığımız için bir şey yapamadık. Şunu da söylemeliyim ki, İslam devriminden sonra İranlı kadınlar tamamen sinmediler ve hep bir mücadele içinde oldular. Bunu gözardı etmemek gerekiyor.

KADINLAR AİLENİN VE TOPLUMUN DESTEĞİNİ KAZANMAYA BAŞLADI

Peki bu mücadeleler kadınlar açısından somut sonuçlar yarattı mı hiç?

Siyasi alanda değil ama toplumsal alanda kadınlar en azından alanlarının daha da daraltılmasına karşı bazı kazanımlar elde ettiler. Devrimden sonra kız çocukları okul öncesinden itibaren, ailenin zoruyla kapanıyordu. Ama şu an kız çocukları kapanmayı reddediyor ve ailelerinden de destek görüyorlar. Aile desteğini elde etmenin kendisi bile büyük bir kazanım. İran yasalarının evlilikte kadınlara vermediği hakları kadınlar, ailelerinin desteğiyle elde etmeye başladı. Mesela ben evlendiğimde eşimle notere gidip bir sözleşme imzaladım. Bu sözleşmede eşim, yurtdışına çıkmam dâhil çeşitli yasal "haklarından" feragat etti. Ablam evlendiğinde böyle bir şey söz konusu olamazdı. Ama artık bu şekilde sözleşme yapan çok sayıda kadın var. Damat aileleri buna direniyor ama kadınların ailesi de diretiyor. Kadınlar giderek toplumun desteğini kazanmaya başladı ve bunun somut sonucunu son isyanda görüyoruz. Dolayısıyla İran kadınlar açısından artık eski İran olmayacak.

İran’da kadınlar devrimden hemen sonra mı tüm haklarını kaybetmişti?

Hayır, bir anda değil adım atım, alıştıra alıştıra yaptılar bunu. Mesela devrimden hemen sonra kapanmak zorunlu değildi, dört-beş yıl sonra kapanma zorunluluğu getirildi. Muhtemelen gasp edilmiş hakların elde edilmesi de zamanla olacak. Susmamak ve uyanık olmak, elinizden alınan küçük hakların aslında uzun vadede büyük kayıplar olduğunun farkında olmak çok önemli. Ama susmamanın önemini anlamak için de deneyim ve eğitim gerekiyor. İletişim çağı, insanların başka toplumlardan haberdar olmasını, yeni nesillerin dünyada olup bitenleri izlemesini sağladı. Dolayısıyla bu çağda doğan çocukların kafalarını kuma gömemezsiniz. İran gibi baskıcı bir rejim de olsanız, yapamıyorsunuz.

Devrimden sonra kadınların hakları gaspedilirken bunun farkında olup mücadele edenler yok muydu?

Vardı ve o kadınlar çok mücadele edip çok da acı çektiler. Acı çektiler, çünkü onları destekleyen bir toplumsal güç yoktu. Yalnızlardı.

ZORUNLU BAŞÖRTÜSÜNE KARŞI HOMA DARABİ GİBİ KENDİNİ YAKAN KADINLAR OLDU

Ne oldu o kadınlara?

Ya ülke dışına kaçtılar, ya hapislere girdiler veya pes ettiler. Ama meydanda kendini yakan kadınlar bile oldu. Mesela benim bu söyleşi için adını kullandığım Prof. Homa Darabi, Amerika’da eğitim görmüş bir hekim, pediatristti. Devrimden önce İran’a dönmüş, profesör olarak çalışıyordu. Fakat 1991 yılında başörtüsü kuralına uymadığı gerekçesiyle çalıştığı üniversiteden atıldı. Mahkeme üç yıl sonra bu kararı bozduğu halde üniversite Darabi’yi görevine almadı. Darabi 21 Şubat 1994’te Tahran’ın çok meşhur meydanı olan Tecriş’te başörtüsünü çıkardı, halkın gözü önünde üzerine benzin döküp kendini yaktı ve hayatını kaybetti. Şah döneminde de Pehlevi ailesine karşı mücadele etmişti Darabi. Başörtüsü zorunluluğunun kaldırılması için çok mücadele etti. O ve onun gibi kadın hakları savunucuları, zorunlu başörtüsünün kadınların elinden neler alacağını çok iyi biliyorlardı. Çok çırpındılar, çok bağırdılar ama onları dinleyecek ve anlayacak bilinçte kimse yoktu. Şimdiki nesil, internet sayesinde bu farkındalığı kazandığı için bugün İran sokaklarında özgürlük istiyor. Bence Türkiye’de de insanların bu bilince sahip olması çok önemli. Küçük bir hak kaybının bedelleri sonraki kuşaklar için çok ağır olabiliyor. Biz İran’da bunu yaşadık, yaşıyoruz. Bizden öncekilerin vermediği mücadelenin de bedelini ödüyoruz.

Yeni neslin dönüşümünü sadece internete, yeni iletişim teknolojilerine bağlamak ne kadar doğru?

Elbette bizden öncekilerin küçük mücadelelerinin katkılarını gözardı edemeyiz ama iletişim devrimi, İran’daki gibi baskıcı rejimlerin bile önüne set çekemeyeceği kadar güçlü ve etkili. Düşünün ki bizim neslimiz doğduğu andan itibaren rejimin tedrisatından geçtiği halde, rejimin istediği kalıba girmedi, girmiyor. Oysa internet öncesinde baba ne diyorsa, resmi eğitim sistemi ne diyorsa, tek sesli medya ne diyorsa oydu. Buna rağmen bir sorgulama içindeydik. Yeni nesil ise bambaşka bir dünyaya doğdu ve devletin geleneksel politikaları onları eski dünyanın kalıplarına sokmak için yetersiz kalıyor.

YENİ NESİLLER DEVLETİN DEĞİL, KENDİLERİNİN NE İSTEDİĞİNE BAKIYOR

Türkiye’de İslamcılar kendi çocuklarının inançsızlığından yakınıyor. İran’da da böyle bir gündem var mı?

Yeni nesiller inancı da sorguluyor. Ben daha ergenlik çağımdan itibaren inancı sorgulamaya başladım. Benim küçük kızkardeşim ise benden daha erken bu sorgulamayı yaptı. Yeni nesiller devletin ne istediğine değil, kendilerinin ne istediğine bakıyor ve bu istekleri için de inatçı davranıyor. Bakın, İran’da insan öldürmenin cezası idam. Fakat bir erkek bir kadını öldürdüğünde, onun idam edilmesi için kadının ailesinin katilin ailesine belli miktarda bir para ödemesi gerekiyor.

Nasıl yani?

Tabii, kadın erkeğin yarısı, yani yarım insan olarak kabul ediliyor. Dolayısıyla katil bir erkeğin, yani "tam insanın" idam edilebilmesi için, öldürdüğü kişinin de "tam" olması gerekiyor. O yüzden kadının ailesi, katledilen kızlarını "tam" yapabilmek için, katilin ailesine para ödüyor ve ancak o zaman katil kısasa kısas yapılıp idam edilebiliyor. Şimdi böyle bir çağda, böyle bir ceza sistemine, böylesi bir rejime insanları ikna edebilir misiniz? Hele hele yeni nesilleri!

BU İSYAN SONUCU DEĞİL, BAŞLANGICI GETİRECEK

Şu anda görüştüğünüz aileniz, akrabalarınız, tanıdıklarınız mevcut isyan için ne diyor?

İran’da insanlar tedirgin bir mutluluk içinde. Biz uzaktan biraz daha rasyonel bakmaya çalışıyoruz ve "bu isyan şimdilik bir yere varmayacak" diyoruz. Yol daha uzun, diyoruz. Ama isyanın içindekiler bizim kadar karamsar değil. "Hayır, bu sefer olacak, özgürlüğe yakınız" diyorlar. Bense maalesef umutlanmak için henüz erken olduğunu düşünüyorum. İnsanlar öfkeli, kızgın ve her fırsatta bu öfkelerini göstermeye çalışıyorlar. Ama bu öfkeyi yönetecek bir lider ve program yok. Bu rejim yıkıldığında yerine ne konacak? İnsanlar ne istiyor, nasıl bir sistem tahayyül ediyor? Bütün bu süreci örgütleyecek bir akıl yok. O yüzden muhalefetsizlik ortamında isyan edenler iktidarı değiştirdiğinde, devrimi kaptırmaları tehlikesi de var. Bence bu isyan sonucu değil, başlangıcı getirecek. Muhtemelen bu isyandan sonra yeraltından da olsa ideolojik tartışmalar başlayacak ve ancak ondan sonraki bir isyan umut yaratabilecek. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
İrfan Aktan Arşivi