Sorun ekonomi mi, diktatörlük mü?

Unutmayın, diktatörlerin önemli bir bölümü başkaları onları yıkmadan kendi kendilerini yıkıp yok edecek kadar yeteneklidirler.

Herkes dolarla yatıp dolarla kalkıyor. Türkiye’de herkes ekonomi uzmanı oldu neredeyse. Sitemizde ekonomi haberleri okunmazdı, şimdi başlıkta 'dolar' de yeter. Hemen en çok okunanlara giriyor.

Doğrusu yarım yamalak aklımla artık ben bile ekonomi yorumları yapabilir olmaya başladım. Enflasyon, yüksek faiz, kur artışı, faiz-kur paritesi, cari açık, ithalat-ihracat dengesi falan filan derken, harbiden ekonomik kavramları da öğrendim.

Öğrendim de ne oldu!

Bir bildiğim, tüm bu yaşananların tek nedeni var. Erdoğan tüm iktidarı boyunca sıcak para sahiplerine Türkiye’yi kazanç cenneti yaptı. Gelen sıcak paraları da üretim dışı harcamalarla tükettikçe borçlandı. Borçlandıkça ülkeyi batırdı ama batırdıkça fakir daha fakir zengin ise daha zengin oldu. İş gitti geldi fakir fukaranın, emeğiyle geçinenin boynuna yük oldu.

Böyle olmasa, ilkokul 3. sınıf ayarındaki bir sunuma Güler Sabancı gibi ülkenin en büyük sanayicisinin onca övgü yağdırması mümkün mü?

Açın Sabancı’nın Erdoğan iktidarı dönemindeki büyümesine, yatırımlarına, yurt dışı fabrikalarına, ortaklıklarına şusuna busuna bakın. Mübarek katlamış da katlamış. Elbet Damat’ı övecek, yere göğe sığdıramayacak. Onun yönetiminden daha iyi zenginlik yolu mu var, Sabancılar için!

Zamanın sanayicileri Sabancı gibi değillerdi. 90’larda İshak Alaton’un Çin’den telefonla bağlandığı Ahmet Altan’ın Kırmızı Koltuk programında savaşa karşı olmayı açıklarken dedikleri bugün gibi aklımda. "Kardeşim bana ne Kürt’ten, Türk’ten. Savaşmasınlar istiyorum. Savaş devam ettikçe ben buzdolabı satamıyorum, pazarı değerlendiremiyorum" diyordu.

Şimdikiler ise tam tersine, savaştan nemalanıyorlar.

Savaş yalnız ölüm değil aynı zamanda kaçıştır. Bakmayın siz mültecilerden şikayet eden şu ‘koca’ devletlere. Tümünün tek şikayeti var, o da kontrol altına alınamayan mülteciliktir.

Basit bir matematik hesap!

Türkiye’ye 3 buçuk milyon Suriyeli mültecinin geldiği yazılıp çiziliyor. Bunların en az 1 milyonu çalışmak zorunda ve 800 bine yakınının da kaçak çalıştığını sağır sultan bile biliyor.

Bildiğim tekstil atölyeleri, fabrikalar, fason üreticiler var. Bunlar dahil ayakkabı imalathanelerinden ara ürün üreten küçük ve orta ölçekli sanayi işletmelerine kadar bilumum işyerlerinin tamamında çoğunlukla bu mültecilerden istifade edildi. Kamp gibi evlere yerleştirilen mültecileri günlük 20-25 TL yevmiye ile çalıştırdılar, günlük 8-10 lira da yemek ve konaklama masrafı eklediler, en fazla 40 liralık harcamayla insanları asgari ücretin bile kat be kat altında, vergisiz, sendikasız, fazla mesaisiz, köle gibi çalıştırdılar.

Düşünsenize, normal bir çalışanın işverene maliyeti aylık en az 4 bin TL iken mülteci birinin maliyeti dörtte bire kadar düştü. 100 işçi çalıştıran bir ara sanayici aylık en az 300 bin TL sadece işçinin emeğinden kar etti.

Bunu yapan binlerce işyeri vardı.

Alan memnun satan memnundu.

Peki, vergi almadığı halde devletin kazancı ne oldu?

O da üretilen malı daha büyük ölçekli kuruluşlar üzerinden uluslararası piyasaya pazarlayarak ülkeye döviz girişini sağladı.

Sabancılar işte buradan kazandı.

Bu bir tek Türkiye’de değil Avrupa’da da, dünyada da böyle.

Sorun, giderek artan sayıda mültecinin nihayetinde açlık ve yoksulluğun sonucu olarak kriminalize olması ile ortaya çıkan sonuçtur. Bunu kontrol altına alamadıklarında başlarlar mülteci düşmanlığına. Yoksa üretimin kaçak unsuru olmalarından, işverenin tekerinin dönmesini sağlamalarından, taşeron pazarının ucuz iş gücü olmalarından kimse şikayetçi değil.

Savaşın patronlara kazancı bir tek bu mu?

Silah sanayi bugün devletlerin en büyük kazanç kapısı...

Mülteciler üzerinden yaptığımız basit hesabın kazancını yüzlerle, binlerle çarpın yine de silah sanayisinin kazancının gıdığına ulaşamazsınız. Korkunç bir pazardır.

Artık görünen şu ki Erdoğan bu ekonomik sultanlığın sonuna geldi. Onun sonuna gelmesini isteyenler de şimdiye kadar ona bu fırsatı verenler, en başta da ABD’ydi.

Erdoğan şimdi yeni bir pazara açılarak, ittifaklarının da talebi üzerine yönünü Avrasya’ya çevirerek bu darboğazdan çıkmayı deniyor. Açık demek gerekirse ABD jandarmalığı ile 15-16 yıl götürdü, şimdi bir 15-16 yıl daha Rusya jandarmalığı ile götürmek istiyor.

Bunu yaparken de elinde kullanabileceği tek argüman var; en hafifiyle milliyetçilik...

Hala bu zokayı yutan bir toplum, sorunu Erdoğan’ın yönetiminden kaynaklandığını görmeyip iktidara güç vermeye kalkan İYİ Parti’den CHP’ye bir muhalefet var. Ayrıca bunlar da milliyetçilikten, ırkçılıktan nemalanmayı, Kürt düşmanlığı yapmayı siyasi bir marifet sanacak kadar da akıl fukarasıdırlar.

Hiç kimse kendini kandırmasın.

Ortadoğu’nun en büyük petrol zengini Saddam bile bugün Türkiye’de birilerinin hamasetle aşabileceğini sandığı ekonominin kötü gidişatı karşısında dayanamadı.

Saddam güç iken 1 dinar 3 dolardı ve Irak’taki en düşük maaş 300 dinar yani 900 dolar civarındaydı. Kısa sürede 300 dinarlık maaşlar 900 dolar seviyesinden 8-10 dolar seviyesine indi. Saddam sahte paralar bastı. Her yolu denedi. Sesini çıkaranı astı. Yine aşamadı.

91’de Irak Kürdistanı’nda ortalığa düşmüş silahıyla teslim olmak için peşmerge arayan askerler vardı. Çünkü silahıyla teslim olsaydı, azığını alıp Bağdat’a kadar gidebileceği, çoluk çocuğuna kavuşabileceği garantiydi. Oysa o asker daha birkaç gün öncesinde ‘Kürde ölüm’ diye bağırıyordu. Silahıyla halka kan kusturuyordu.

Öyle 1 milyonluk, 3 milyonluk ordularla da işin önü kesilmiyor.

Bakın İran’a.

Ekonomik kriz yönetimi sıkıştırınca gücü Haşdi Şabi’yi beslemeye yetmedi. Onlar da adım adım geri çekilmeye başladılar, Irak merkezi hükümetinin talimatlarını dinlemeye başladılar. Oysa Şii Hilali’nin oluşumu için İran ne umut bağlamıştı Haşdi Şabi gibilere.

İran, Rusya istemediği an Suriye’de de tutunacak durumda değil.

Benzer durum Türkiye için de yaşanacak. Kaçınılmaz son budur.

Doğrudur, diktatörler her zaman halk ayaklanmaları ile yıkılmaz ama unutmayın diktatörlerin önemli bir bölümü de başkaları onları yıkmadan kendi kendilerini yıkıp yok edecek kadar yeteneklidirler.

Şu anda adım gibi eminim ki Erdoğan, kendini dünyanın en güçlü lideri sanıyor. Etrafındaki tek kişinin ona gerçeği söyleyecek cesareti yoktur. Ve yine inanıyorum, etrafındaki insanlar Erdoğan gerçeği anladığında ona sırtını ilk dönecek, belki ona tekmeyi ilk vuracaklar olacak.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi