Bediüzzaman ve Kürdistan Teali Cemiyeti

Bediüzzaman'a dair, Kürdlüğünü unuttuğu, egemen ırk ve sınıfların safında yer aldığı veya statükocu bir pozisyon takındığı şeklindeki hakikatten kopuk yargılarda bulunmak yanlıştır.

Tüm dünyada ağır yıkımlara sebep olan Birinci Cihan Harbi'nin bilançosu ağırdı. Milyonlarca insan ölmüş, maddi-manevi zarar sınırsızdı. Asya ve Avrupa’da devletler arası dengeler bozulup;, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, Alman İmparatorluğu tarihe karışmış, Çarlık Rusya ise yerini Sovyet Rusya'ya bırakmıştı…

30 Ekim 1918'de Mondros Ateşkes Antlaşması'nı imzalayan Osmanlı'nın da savaştaki kaybı büyüktü; ardından bıraktığı yaklaşık bir buçuk milyon yaralı-ölü insan, boşa giden on milyar altın frank ve tarihe karışan 600 yıllık bir imparatorluk…

Kürdistan coğrafyasının yaşadıkları ise tam anlamıyla büyük bir felaketti. Cephelerde yitirdikleri yüzbinlerce ölü, göçe-tehcire maruz bırakılıp yoksulluk ve yoksunlukla boğuşan yorgun bir halk. 1915 Ermeni Katliamı'nın perdelediği başka bir trajedi de Büyük Kürd Tehciri'dir;

1916 tarihinde Erzurum, Wan, Muş, Bitlis gibi Kürd illerinden bir milyona yakın Kürd'ün Orta ve Batı Anadolu'ya perişan bir halde tehciri, göç et(tiril)mesidir.

Sonuçta bu sayının yarıya yakını ölmüş, geri kalanların çoğuna dönüş şartları sağlanmayıp göç yollarında ve de muhacir kaldıkları yerlerde ya ölmeleri istenmiş veya asimilasyona uğramaları beklenmişti. (1916 Kürd Tehciri; Celal Temel, İBV Yayınları, 2019)

İttihad ve Terakki liderlerinin çoğunun 2-3 Kasım gecesi Berlin'e kaçmaları üzerine parti 5 Kasım'da son oturumunu bitirip kendisini fesh eder.

Mustafa Kemal; Adana'dan yaklaşık altı ay kalacağı İstanbul'a 13 Kasım'da varıyor. Padişah Vahdettin'le görüşüyor ve önce karşı olduğu Tevfik Paşa hükümetinde bu kez Savunma Bakanı olarak yer almaya çalışıyor...

İşte böyle bir dönemde Kürd entelektüelleri de Dr. Abdullah Cevdet'in Cağaloğlu'ndaki İctihad Evi'nde toplanıp gidişatı ve yapılabilecekleri tartışıyorlar…

Bediüzzaman ise, Bitlis'te 2 Mart 1916'ta başlayıp

Rusya'da devam eden ve toplamda iki yıl dört ay süren esaret hayatından firar ederek nihayet İstanbul'a gelmiş ve dönemin bir gazetesine şöyle haber olmuştu.

"Kürdistan ulemasından olup,talebeleriyle beraber Kafkas Cephesi'nde muharebeye iştirak eylemiş ve Ruslara esir düşmüş olan Bediüzzaman Said-i Kürdi Efendi ahiren şehrimize muvasalat eylemiştir." (Tanin Gazetesi; Rumi 25 Haziran 1334-Miladi 25 Haziran 1918)

İmparatorluğun çökmeye başladığı, başkentte İngiliz siyasetinin egemen olduğu bu kritik zaman diliminde tüm unsurlar gibi Kürdlerde de belirsizlikle karışık bir gelecek kaygısı olup bir arayış ve örgütlenme çabası da gözleniyordu.

İlk iş olarak 7 Kasım 1918'de Jîn ismiyle haftalık bir dergi çıkarttılar. Akabinde Kürd kamuoyunu temsil edecek bir cemiyeti kurmak için kolları sıvadılar. 19 Kasım'da kuruluş çalışmaları tamamlanınca KTC, 17 Aralık 1918’de resmen kurulur. Kısa sürede

Diyarbekir, Bitlis, Wan, Erzurum, Koçgiri gibi yirmiye yakın merkezde şubeleri açılır...

Türkçü-devletçi nurcu çevreler inkâr etse de

Kürdistan Teali Cemiyeti'nin kurucu kadrosunda Seîdê Kurdî'nin yer aldığını bugün artık kesin olarak biliyoruz.

(Ahmet Akgündüz Arşiv Belgeleri Işığında Bediüzzaman Said Nursî ve İlmi Şahsiyeti, cilt 2, s.189)

Belge’nin üstünde "Kürdistan Teali Cemiyeti Aza-yı Müessesi" yazılı olup listenin 3. sırasında "Molla Said Efendi, Bediüzzaman" ismi net olarak okunduğu halde belgeyi Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi'nde bulup paylaşan Osmanlı hayranı Akgündüz'ün hala "Bu şahıs, Bediüzzaman değil; Said Molla'dır!" veya Nurettin Ceylan'ın "Bu kişi Molla Said Bediüzzaman değil, olsa olsa Medine eski kadısı Hacı Molla Said olmalıdır!" anlamına gelen değerlendirmelerinin bilimsel bir değeri yoktur.

Bu belge ışığında Mary Weld, Latif Salihoğlu, Şahiner ve Nurettin Ceylan gibi nice araştırmacıların KTC ile ilişkisi özelinde Seîdê Kurdî'nin Kürdlüğüne dair yaptıkları değerlendirmelerini tashih etmeleri gerekir.

Zinar Silopi ve Kendal Nezan'a göre cemiyetin diğer iki kurucusu Nursi'nin yakın talebesi Müküslü Hamza ve yakın dostu Mutkili Halil Hayali'dir. Mehmet Emin Bozarslan da bu bilgiyi te'yid ediyor. Ekrem Cemil Paşa ise üçüncü kişinin Halil Hayali değil, Madenli Doktor Şükrü Muhammed Bey olduğunu belirtir.

Dahası; (Mehmet Bayrak ve Avni Doğan gibi araştırmacıların da tespit ettiği üzere.) 20.12.1918'de KTC ile Hürriyet İtilaf Fırkası arasında Kürdistan'ın özerkliğini de içeren bir işbirliği protokolü imzalanır. İmza koyanlardan bir tanesi yine Bediüzzaman'dır.

"Programında esasen idare-i mahalliyeyi kabul eden Hürriyet İtilaf Fırkası merkez-i umumiyesi ile Kürdistan Teali Cemiyeti arasında madde-i atiye üzerine İtilaf-ı tam hasıl olarak her iki taraf avn-i Barî'ye istinaden memleketin selameti ve hukuku hilafetin muhafazası için müttefikan çalışmayı deruhte ederler.

Madde: Ekseriyeti Kürd kavminin sakin bulunduğu memleketler, siyaseten hilafet-i İslâmiye ve saltanat-ı Osmaniye'ye merbut olmak şartıyla umum ahalinin ekseriyeti tarafından müntehap bir amirin riyaset altında idare-i muhtariyeyi (özerklik) haiz olacaktır."

İmza atanlar:

Konya mebusu Karasi mebusu MustafaSabri

Zeynelabidin Vasfi

Reis: Seyyid Abdulkadir

Aza: Said (Kürdizade)

Aza: Mehmed Ali

Kürdlere ilk kez açıkça İslâm halifeliğine ve Osmanlı'ya bağlı bir siyasal statü içeren bu protokolün imzalandığı devirde 1.Tevfik Paşa kabinesi hükümette olup, tahtta Vahdettin oturuyordu.

13-14 Mayıs 1925 tarihinde başlatılıp 25 Mayıs'ta sonuçlandırılan Diyarbekir Şark İstiklâl Mahkemesi sorgulamaları da bu tarihî protokolu doğruluyor. (Bkn; Vakit Gazetesi; 19-25 Mayıs 1925)

Mahkeme başkanı Ali Saib'in (Ursavaş) yürüttüğü, Kürdistan Tealî Cemiyeti reisi Seyyid Abdülkadir ve oğlu

Seyyid Mehmed'in soruşturma tutanaklarına bakalım;

(Sözü edilen protokolü kast ederek)

Reis: Bu mukavelename hakkında bizi lütfen tenvir buyurur musunuz?

Seyyid Abdulkadir: Evet, malumatım var, inkâr etmem…

Reis: Bu imza sahipleri kim?

Seyyid Abdulkadir: Bizim taraftan Molla Said vardı. Bedirhanilerden Mehmed Ali vardı. Bir de bendeniz vardım.

Hürriyet ve İtilaf'tan Vasfi, Zeynelabidin ve Sabri Hoca vardı.

….

Ali Saib:

3 numaralı a'zanız Bediüzzaman ne meslekte idi?

Seyyid Mehmed:

– Mütedeyyindir, ulemadandır. Onun için istiklâl tarafdarı değildir… (Baba-oğul her iki seyyid de 27 Mayıs'ta idam edildiler)

Araştırmacı Nurettin Ceylan'ın İngiltere Ulusal Arşivi’nin Forreign Office (Dışişleri Bakanlığı Arşivi) bölümünden alıp neşrettiği belge de iddia edildiği gibi güçlü ve sağlam bir delil olmayıp Bediüzzaman'ın KTC'nin kurucularından olduğu gerçeğini çürütmez. Çünkü; belgede ismi geçen şahsiyetler, 18 Aralık 1918'de kurulan cemiyetin kurucular listesi değildir. Belgenin düzenlenme tarihi olan 24 Mayıs 1919'da cemiyetin sadece 20 kişilik üye listesidir.

İlginç olarak; 2 Ekim 1908 tarihinde kurulan Kürd Teavün ve Terakki Cemiyeti'ne üye olmadığı halde cemiyetin yayın organı olan Kürd Teavün ve Terakki Gazetesi'nde yazıları çıkan Bediüzzaman'ın bu defa 1918 yılında kurulan KTC'nin kurucuları arasında yer almasına rağmen, cemiyetin yayın organı olan Jîn dergi-gazetesinde yazı yazmadığını görüyoruz.

Bediüzzaman ve Kürdleri ilgilendiren arşiv belgelerine ulaşmanın zorluğu,

Bediüzzaman'ı Kürdlük kimliğinden uzaklaştırıp Türk-İslâm paradigmasına lehimleme mühendisliğinin diri tutulma çabası dışında

Nursi ve iki arkadaşının cemiyetin

1919 Mayıs ayındaki ilk genel kurulunda ve sonrasında seçilen yönetim kurullarında görev almamaları da konunun epeyce spekülasyon ve tartışmalara açık hale gelmesine yardımcı olmuştur.

Aşağıda verilen liste, ilk kurucu liste olmayıp, cemiyetin ilk yönetim kuruluna seçilen yönetici kadroyu ve oldukça geniş üye listesinden birkaçının ismini içeriyor:

Seyyit Abdülkadir ( Başkan, Şeyh Ubeydullah’ın oğlu)

Seyyit Abdullah (Şeyh Ubeydullah’ın torunu-Muhasip)

Seyyit Taha (Şeyh Ubeydullah’ın torunu)

Ahmet Hamdi Paşa (genel sekreter)

Bedirhan ailesinden Bedirhan Paşa ve ahfadı

Mehmet Emin Ali (Bedirhan Paşa’nın oğlu-Başkan vekili)

Fuat Paşa (Süleymaniyeli Said Paşa'nın oğlu-Başkan vekili)

Süreyya (Mehmet Emin Ali’nin oğlu)

Celadet (Mehmet Emin Ali’nin oğlu)

Kâmuran (Mehmet Emin Ali’nin oğlu)

Mikdad Mithad Esved (Bedirhan Paşa’nın oğlu)

Bedirhanzade Mehmet Ali (Bedirhan Paşa’nın oğlu)

Bedirhanzade Hasan Nuri (Bedirhan Paşa’nın oğlu)

Halil Rami Bey (Bedirhan Paşa’nın oğlu, Malatya Mutasarrıfı)

Âsaf Bedirhan (Halil Rami Beyin oğlu)

Bedirhan Ali (Bedirhan Paşa’nın torunu)

Baban aşiretinden

Babanzade Şükrü (Ord. Prof. Şükrü Baban)

Babanzade Mustafa Zihni Paşa (eski Hicaz valisi)

Babanzade Fuat Bey

Babanzade Hikmet Bey

Babanzade Aziz Bey

Babanzade Mahmut Bey

Diyarbakırlı Cemil Paşa Ailesinden

Ahmet Cemil Paşa (Cemil Paşa’nın oğlu)

Ekrem Cemil (Cemil Paşa’nın oğlu)

Kadri Cemil (Cemil Paşa’nın oğlu)

Abdurrahim Rahmi Zapsu

Arvasizade Mehmet Şefik

Evet; yaşamı, eserleri ve mesajları ile Bediüzzaman'ın Araplara, Türklere, Ermenilere hatta ormandaki kuşa ve karıncaya da hizmetleri olmuştur. Ama bu realite O'nun Kürd Kavmini ihmal ettiği anlamına gelmez.

Eski Said devrinde Bediüzzaman'ın; izin başvuru tarihi 2 Şubat 1909 olan Marifet ve İttihad-ı Ekrad isimli Türkçe-Kürdçe haftalık bir gazete çıkarma girişimi,

55 yıl boyunca bıkmadan-usanmadan

Wan Medresetüz-Zehra Üniversitesini kurma teşebbüsleri,

Kürdlüğü lekedar etmemek için tımarhaneyi kabul etmesi gibi fedakârlıkları,

Kürd hamallarına nasihatları,

Tüm Kürdlere hürriyet ve meşrutiyeti ders vermesi,

Kürdistan'ın geleceği için fen bilimlerini, milli birliği, sanat-sanayi ve hür teşebbüsü yaşamsal derecede önemli bulması,

Kürtçe dili ve eğitimine yaptığı kuvvetli vurguları O'nun sosyo-kültürel

Kürdlüğe yaptığı hizmetlerden sadece birkaç tanesidir.

Sadece KTC'nde değil, Nursi'yi 1910'daki Kürd Neşr-i Maarif Derneği'nin veya Kürdler arasında çağdaş bilimleri neşr etmek gayesiyle kurulan önemli bir Kürd Kurumu olan 10 Ocak 1919 kuruluş tarihli Kürd Tamim-i Maarif ve Neşriyat Cemiyeti'nin de kurucuları arasında görüyoruz.

Tüm bu izahlardan sonra; Kürd sosyolojisini derin analiz etmeden, devrin konjonktürünü doğru okumadan Bediüzzaman'a dair, Kürdlüğünü unuttuğu, egemen ırk ve sınıfların safında yer aldığı veya statükocu bir pozisyon takındığı şeklindeki dar, sığ ve hakikatten kopuk yargılarda bulunmak yanlıştır. Dahası; haksızlık ve de insafsızlıktır.

Bediüzzaman'ın yaşamı boyunca anti Kürd bir cephede konumlanmadığını cesurca söyleyebilmeliyiz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi