Alameti çözmeden kıyameti önleyemezsiniz

Yakın değme noktam olan bir mektebe bakmak istiyorum öncelikle; Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümü’ne…

Orhan Alkaya

Türkiye’nin gündemi iyiden iyiye çığrından çıktı.

Seneler önce "Cinnet Alametleri" üstbaşlığıyla bir seri yazı yayımlamıştım.

Bugün niyetlensem, tasarrufta bulunur, "alamet"i diskalifiye ederdim. Bu arada, "Artı Gerçek" cem-i cümlemize hayırlı olsun.

Bir kere hayırlı olsun da, sonra nasılsa uğurlu da olur.

Bu gündemi takip etmek için bir amok koşucusunu takip edebilecek nefese ihtiyaç var.

Sağımızdan solumuzdan, önümüzden arkamızdan Dur! İzleme! Anlama! Anlatma! buyrukları yağıyor.

Akademinin cübbeleri üzerinde enteresan kostümleriyle dans edenler mi istersiniz,

Korkut Hoca’da sembolleşen "Biz neler gördük çocuklar" gülümsemeli korkusuzluk beyanları mı… Hadi bakalım.

Yakın değme noktam olan bir mektebe bakmak istiyorum öncelikle; Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümü’ne…

Memleketimizdeki pek çok "ilk"in öncüsü ve kurucusu Muhsin Ertuğrul,

1953’te İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dekanlığı’na bir mektup yazarak, fakülte bünyesinde bir Tiyatro Bölümü kurulmasını istemişti.

Konuşulup tartışılmasına rağmen gerçekleşmeyen bu tekliften üç sene sonra,

Hoca, Bombay’de düzenlenen 1. Uluslararası Tiyatro Kongresi’nde bu konuyu yeniden gündeme getirdi ve teklifinin etkisini iyice pekiştirdi.

DTCF Tiyatro Kürsüsü’nün 1958’deki kuruluşu bu iklimde gerçekleşti diyebiliriz.

Muhsin Hoca’nın Devlet Tiyatroları Genel Müdürü olduğu ve kovulduğu sene yani…

Profesör İrfan Şahinbaş’ı da bilhassa anmalıyız bu kürsünün kuruluşunda.

Meslek hayatımın tiyatro kısmında, birçok DTCF’liyle çalıştım, birlikte jüri üyeliği yaptım, yakın arkadaşlarım oldu.

Darülbedayi tarihi üzerine bir dizi yüksek lisans tezi talebinde bulunduğum değişik tiyatro anabilim dalı başkanı arkadaşlarım içinde en hızlı ve net cevabı Selda’dan aldım.

Şu 689 numaralı KHK’de adı geçen Profesör Selda Öndül’den yani…

Birçok oyuncu seçmesinde, DTCF Tiyatro’dan gelen çok iyi yetişmiş oyuncularla karşılaştım.

Çınaraltı Sahaflar Çarşısı’nda Arslan Kaynardağ Beyefendi’nin Elif Kitabevi, gençliğimin vazgeçilmez mekânlarındandı.

Kapalıçarşı’dan Sahaflar’a geçer amma velâkin Çınaraltı’ndaki kahvehaneye açılan kapıyı, geçilmez gümrük bellerdik.

Bu durum tersten bizim o zamanlar "faşist" dediğimiz, karşıt görüşteki arkadaşlar için de geçerliydi.

O minicik, dubleks Elif Kitabevi’nde, A.Ü. DTCF Yayınları’yla tanıştım.

Doçent Özdemir Nutku’nun "Tiyatro Yönetmeninin Çalışması" mesela…

Büyük boy 355 sayfa, içerisinde çizimler ve fotoğraflar barındıran bu kitabı 1976’da satın almışım.

Adalet Ağaoğlu’nun "Evcilik Oyunu" için yapılan ışık düzeni çizelgesini, şifre çözer gibi çalıştığımı hatırlıyorum.

Zaten, birlikte çalışmaktan büyük keyif aldığım ışık tasarımcısı

arkadaşım Murat İşçi de bu mektebin mezunuydu ve her provamızda, masa başı çalışması bitmeden, Murat’ın ışık planı çizili olurdu.

Bedrettin Tuncel, Sevda Şener, Melahat Özgü, Metin And, Nurhan Karadağ, Ayşegül Yüksel… anlat anlat bitmez insanlardır.

Sevda Hanım’ı, yaş gününe denk gelen ayda,

o sıra Genel Yayın Yönetmeni olduğum bir derginin sürpriz kapağı yaptığım için, kendime küçük bir aferin payı çıkartmadığımı da söyleyemem.

Bu muhteşem bölümü anlatmak bir kitabın işi, sadece ve kısacık bahsetmeye çalıştım.

Gelelim, amok gündemli memleket ahvaline…

679 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’de adı geçen Profesör Süreyya Karacabey, önemli bir tiyatro entelektüeli ve akademisyenidir.

Öğrencileri ondan mahrum edileli bir ayı aşkın zaman oldu.

O çocuklar nasıl iyi yetişmişler ki, "Süreyya Hoca’nın kurduğu bir cümle bile etmezsiniz," diyecek bilinçteydiler.

Şimdi de bilmem kaç numaralı kararnameyle, Bölüm Başkanı

Profesör Tülin Sağlam, sevgili dostum Profesör Selda Öndül,

çalışmalarını hayranlıkla izlediğim dostum Profesör Beliz Güçbilmez,

Araştırma Görevlileri Misket Elif Çongur ve Şamil Kürşat Yılmaz öğrencilerinden mahrum edilmiş.

Bölümün üç dalı var: Dramatik Yazarlık, Oyunculuk, Tiyatro Tarihi ve Teorisi.

Bölümde geriye kalan öğretim görevlisi sayısı ise 4. Yani bu öğretim yılı çocuklar için bitirilmiş durumda.

Sayısız lisans ve yüksek lisans tezi de sahipsiz kaldı. Kötülüğün domurmuş hali bu olsa gerek.

Yüksek müsaadelerinizle, kıdemli bir 1402’li olarak söylemeye mecbur olduklarımı söyleyip gideyim.

1980 Aralık ayının 17. Günü, 15 diğer arkadaşım ve ustamla birlikte İstanbul Şehir Tiyatrosu’ndan atıldım.

1402 sayılı Sıkıyönetim Kanunu’nun 2301 sayılı kanunla değiştirilmiş 2. Maddesine göre çalışmamızda sakınca görülmüştü.

Şimdikine göre hayli yumuşak bir ifade.

Galiba 1985’in baharında, tıpkı ilki gibi yarım saman yaprağına yazılı bir mektup aldık, 1. Ordu Komutanlığı’ndan.

Mealen, sıkıyönetim uygulaması kalktığı için hakkınızdaki tedbir de

ortadan kalkmıştır, çalıştığınız kuruma başvurabilirsiniz," diyordu.

Ne zaman mı geri döndük? 1989 sonlarında…

Bu hesabı DTCF Tiyatro’ya uyarlarsak, katlamalı olmaksızın iki nesil talebe demektir.

Böyle faşizan uygulamalar esnasında, herkes topu birbirine atar.

Bizim listeleri hazırlayanların kimler olduğu konusunda tereddütümüz yoktu ama, tam manasıyla öğrenebilmemiz on dört senemizi aldı. 12 Eylül sonrası ilk

Yönetim Kurulu’nda yer alan ve bizim atılmalarımızı engelleyemeyen bir usta oyuncumuzun karısına yazdığı bir mektup, bütün operasyonun tiyatro içinde oluşturulduğunu günyüzüne çıkardı.

Bu geçirgen dönemde ise, Rektör YÖK’le, YÖK Rektör’le öyle tuhaf bir verkaç yaptı ki, efsanevi DTCF Tiyatro’yu çökertenin kim olduğu ayan beyan!

Bu arada, ortaoyununda İbiş mühim karakterdir, karıştırmayın.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi