Duyulmayan çığlık

Evlat, modern hayatın içinde boğulan ailelerin dramını, oyuncuların güçlü performansıyla seyircilere de yaşatıyor. İzleyenler adeta kendilerini aynada izliyorlar.

Evlat, şu yeryüzünde en kıymetli birkaç sözcükten biridir benim için. Söylenişi bile içime dokunur ve mutlaka gözlerim buğulanır. Çünkü aile belki de evlat olunca tamamlanıyor. Herkes bir annenin, bir babanın evladı özünde… Her çocuk doğduğunda o eve sıcaklığı da beraberinde getirir. O nedenle benim için çok yakıcı ve çok büyük bir anlam ifade eder.

Büyüklerin gözünden bakınca başka bir durum, çocukların penceresinden bakınca daha başka bir durum var aslında. Her çocuk doğduğunda annesinin memesini emerken farklılığını da ortaya koymaz mı? Kimi annesinin memesini emerken acıtır, kimi bir kedi gibi mır mır sesler çıkarır. Koruma, kollama ile başlayan süreç eğitim ve dışarıya çıkılmaya başlayınca, daha faklı bir ivmeye doğru gider yavaş yavaş. Ebeveynlerdeki tedirginlik, çocuğa iyi bir gelecek sağlama kaygısı, kent yaşamının tehlikelerle dolu olması, günlük koşuşturmalar ve çoğu şeye yetişememe ile çatışmalar başlar. Kimin haklı olduğundan ziyade, çatışmanın netliği ve süreklilik alması hali ile yürür ilişkiler. Zaman zaman sevgi ile kotarılmaya çalışılsa da hayatın akışı çatışmaları kaçınılmaz kılar. Bu çatışmalarda çocukların geleceklerinin sistem tarafından çalınması ve umutsuzluğa sürüklemesinin payı da büyüktür.

Bunları bana yazdıran, izlerken asla kopmadığım, yer yer titrediğim, kendime sorular sormama neden olan ‘Evlat’ oyunu. Oyuna girdiğiniz andan itibaren dahil oluyorsunuz oyuna. Salona girerken, evladı oynayan Cem Yiğit Üzümoğlu’nu yerde oturmuş, önündeki deftere bir şeyler karalarken gördüğünüzde oyun başlamıştır. Ara ara seyirciyle göz teması kurarak, onlar daha yerlerini ararken, meraklı bakışlarıyla oyunun içine çeker onları. Çocuğun yüzündeki anlam, aileyi bir parça tanımanıza da yardımcı olmaktadır oyun öncesindeki dokunuşuyla.

Evlat, modern hayatın içinde boğulan ailelerin dramını, oyuncuların güçlü performansıyla seyircilere de yaşatıyor. İzleyenler adeta kendilerini aynada izliyorlar. Daha doğrusu ben öyle izledim. Oyuncular izleyiciyle öyle bir bağ kuruyorlar ki, karşılıklı birçok şey yakalanıyor ve seyir bir anda empatiye dönüşüyor. Kimin haklı, kimin haksız olduğuna dair sorular başlıyor seyircide. Herkes bir parça kendi hayatını da sorgulayarak soruyor soruları. Oyun duygusal olarak üst seviyede bir sarsıntı sağlıyor ve seyirci yer yer gözyaşlarına hakim olamıyor. Biraz Babam ve Oğlum filminin atmosferi de var. Ağlarken bir anda gülebiliyorsunuz. Hele Onur Saylak’ın eğlenceli dans sahnesi oldukça komik ve güldürüyor.

Fransız yazar Florian Zeller’in yazdığı oyunu, Hira Tekindor çevirmiş ve İbrahim Çiçek yönetmiş. Dekor tasarımına da özellikle vurgu yapmak isterim. Dekor tasarımını da Sıla Karakaya yapmış. Çok kalabalık yaratmadan, modern bir ev tasarımı var sahnede. İnsanın gözünü yormadan, durduğu yerde küçük bir hareketle değişen dekor oyuna ayrı bir hava katıyor. Onur Saylak, Cem Yiğit Üzümoğlu, Sezin Akbaşoğulları, Şükran Ovalı, Esra Bağışgil ve Burak Can Doğan’dan oluşan oyun kadrosuna bir alkış da buradan gitsin.

Pierre başarılı bir avukat ve sürekli yükselen bir başarısı var. Siyasi teklifler de almaktadır. Eşinden boşanmış ve yeni bir evlilik yapmıştır. Yeni eşinden de bir oğlu vardır. İlişkiler bu dört kişi arasında geçmektedir. Bundan sonrası başlı başına hesaplaşma, duygu yoğunluğu ve çaresizlik sarmalıdır. Kimin haklı olduğu hala belli değildir. Yeni eşin haklı nedenleri vardır. Babanın oğluyla konuşurken söylediklerinde haklılık payı vardır. Oğul konuşurken o da haklıdır. Annesinin ise haklılık nedenleri daha başkadır. Önce kocası, sonra oğlu terk etmiştir onu. Başka bir açıdan bakıldığında ise herkesin haksız olduğu görülmektedir. Öyle olmasa bu denli yara birikmezdi kimsede. Hislerin ve davranışların farklılığı, süreci iyi yönetememek, mutluluk tercihleri, anlaşılmamak, anlatamamak ve savruluş…

Pierre babasıyla sorunlar yaşamıştır gençliğinde ve onun yaptıklarından nefret etmektedir. Av düşkünü babasının tüfeğini depoda saklamıştır yıllarca. Ne zaman oğluyla bir sorun için konuşsa da ona hep öğüt vermeyi tercih eder. Başarının yolu bu nasihatleri dinlemekten geçmektedir ona göre. Oysa hayat öyle değildir. Viktor E. Frankl’ın dediği gibi ‘duyulmayan anlam çığlığıdır.’ Bir şiirimin dizesidir. ‘Anlamak temiz kalmak kadar bir başlangıçtır.’ Herkesin herkesi anlanması dileğidir Evlat. İzleyince kendinizle hesaplaşacak, içinde bulunduğunuz ruh halini sorgulayacak ve öfkenizi bir kenara atacaksınız. Belki kaçırmış olduğunuz şeyleri yeniden düşünecek ve ona göre bir bakış açısı oluşturacaksınız. Bunları söylerken kendimden yola çıkıyorum. Kendimi sorguladım, kendimi yeniden gözden geçirdim. Evlat, insanın önüne insanı koyuyor ve bir dramdan çok, anlayın ve düşünün seçeneğini yeniden gösteriyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi