Yunanistan’dan Türkiye’ye Akdeniz’de Akkuyu üzerinden ‘Mare Nostrum’ hatırlatması

Akdeniz’e yine 'hepimizin denizi' diyebilmek ve Akdeniz’in hepimizin denizi olarak kalmasını sağlayabilmek için bölgenin nükleer karşıtı hareketlerinin işbirliğine gitmesi gerekiyor.

Yunanistan tarafından son yıllardaki Akkuyu Nükleer Santrali ile ilgili en üst düzey açıklama geçen hafta Dışişleri Bakanı Nikos Dendias’tan geldi. 

Türkiye’nin güneyinde bir nükleer santral inşa edilmesinin çok daha geniş bir bölge için güvenlik sorunu oluşturduğunu belirten Dendias, Ankara’nın bu konuyu komşu ülkelerle görüşmediğini dile getirdi.

Dendias, Kathimerini gazetesinde yer alan açıklamasında, "Türkiye, Akkuyu'da bir nükleer santral kurmak istiyor. Komşu ülkeler güvenlik parametreleri konusunda anlaşmamalı mı? Çok daha geniş bir alanda sorun yaşanabilir. Bu bölge deprem riski olmayan bir bölge değil. Bu Yunanistan için bir tehlike değil mi?" diye sordu. 

Dendias, Türkiye'nin Doğu Akdeniz ve Ege'deki tutumunu hatırlatarak, "Ankara, ortak sorunları ele almak yerine, büyük ölçüde var olmayan uyuşmazlıkların çözümünü öneriyor" dedi.

Yunanistan, 2011’de Japonya’da meydana gelen Fukushima nükleer felaketinin ardından nükleer santrali olmayan ve bundan sonra nükleer santral yapmayacağına yönelik söz veren belli başlı ülkeler arasında yer alıyor. 

Her ne kadar açıklamada yer almasa da, Eurotam Anlaşması kapsamında yönetmelik gereği Yunanistan’ın talebiyle AB’nin Türkiye’den bilgi alma ve Türkiye’ye soru sorma hakkı bulunuyor. 

Euratom, AB’nin nükleer enerjiyle ilgili bir standartlar bütünlüğü. Nükleer tesislerin güvenliği, radyasyona karşı korunma, radyoaktif atık yönetimi, nükleer tesislerin kötü niyetli saldırılara karşı korunması gibi konular bu kapsama giriyor. 

Aslında bunun bir örneği geçmiş yıllarda Güney Kıbrıs ile yaşandı. 

Nisan 2018’de temeli atılan santral, Mayıs 2018’de Kıbrıs Parlamentosu’nda gündeme geldi. 

Parlamento, uluslararası toplumu ve özellikle de Avrupa Birliği’ni, Türkiye'ye Akkuyu Nükleer Santrali’nin gerçekleştirilmemesi konusunda baskı yapmaya çağıran bir karar aldı.

Kıbrıs Parlamentosu kararında, Akkuyu Nükleer Santrali’nin Ada’ya yakınlığı itibariyle Kıbrıs'a etkisi konusunda "derin endişe duyulduğu" belirtilirken, nükleer bir kaza ya da şiddetli bir deprem durumunda meydana gelebilecek sızıntıların, kuvvetli rüzgarlar ve denizdeki akıntılar ile felaketin boyutlarını iyice büyüteceği kaygısı ifade edilmişti. 

Türkiye'nin komşu ülkelere santralin konumu ve bir kaza ya da tehlike durumunda zararı en aza indirmek için alınabilecek ortak tedbirler konusunda danışmadığı için Uluslararası Yangın Güvenliği Konvansiyonu'nu da ihlal ettiği savunulmuştu. 

Ayrıca, parlamento kararında, Türkiye'nin nükleer santral planının Doğu Akdeniz ülkelerini doğrudan radyoaktivite tehlikesine maruz bıraktığını, radyoaktif atıkların nakli sırasında Akdeniz sularının da kirlenmesi tehlikesi bulunduğunu kaydetmişti.

Santralin etki alanı sadece Türkiye ile sınırlı değil. Herhangi bir tehlike halinde başta Kıbrıs olmak üzere Akdeniz Havzası ve Türkiye’nin tüm komşuları bundan etkilenecek. Hatta Kıbrıs adasının bütünü, İstanbul’dan daha önce etki altında kalacak. 

Ekim 2018’de Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi tarafından "Avrupa’da Nükleer Emniyet ve Güvenlik" hakkında kabul edilen bir kararda, Akkuyu Nükleer Santrali konusunda Türkiye’ye kaygıları gidermesi için, ESPOO olarak bilinen Sınıraşan Çevresel Etki Değerlendirme Sözleşmesi’ni onaylaması çağrısında bulunuldu.

ESPOO Sözleşmesi, çevre üzerinde sınıraşan boyutta önemli etkiler doğurması muhtemel büyük projelerle ilgili ülkelerin birbirlerine bildirimde bulunarak, danışmalarını zorunlu kılıyor. Türkiye henüz bu sözleşmeyi imzalamış değil.

O dönemde Akkuyu Nükleer Santrali ile ilgili madde, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nin Kıbrıslı Rum üyelerinin girişimiyle karara eklendi. Rum parlamenterler Avrupa Parlamentosu’nun 2017 Türkiye raporuna da benzer bir madde ekletmişti. 

AP kararında, "şiddetli deprem riski taşıyan bir bölgede olması" nedeniyle santralin inşasının durdurulması talep edilmişti.

Ekim 2018’deki kararda da Türkiye Hükümeti’nden ESPOO Sözleşmesi’ne taraf olması ve konuyla ilgili tüm kaygıları gidermesi istenmişti.

Bunun akabinde Mayıs 2019’da yayınlanan AB Komisyonu’nun 2019 Türkiye Raporu’nda da Akkuyu Nükleer Santrali’ne ilişkin güvenlik uyarısı yapılmış, Avrupa Nükleer Güvenlik Düzenleyicileri Grubu’na (ENSREG) gözlemci olarak katılmaya davet edildiği, Türkiye’nin ise bu çağrıya yanıt vermediği belirtilmişti. 

Ayrıca, "Türkiye’nin nükleer santrallarının Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu (Euratom) Anlaşması ve AB mevzuatına uyumlu bir şekilde inşası ve güvenli bir şekilde işletilmesi için ilave yasal ve teknik güvencelerin getirilmesi gerekiyor" denilmişti.

Çok uzağa gitmeye gerek yok. Hatırlarsanız, Covid-19 pandemisi günlerinde bile inşaatı devam ettirilen Akkuyu Nükleer Santrali’nde 2018 yılında reaktörün oturacağı temelin bazı bölümlerinde iki kez çatlama meydana geldiği 2019 yılında ortaya çıkmıştı. 

Bu çatlak inşaatı denetlemekle yükümlü Türkiye Atom Enerjisi Kurumu (TAEK) tarafından tespit edilerek, çatlak olan bölüm ya da bölümler tümüyle kırıldı ve yenilendi. Ancak betonda bir kez daha çatlak oluştu. 

Beton kırıldı ve sorunlu bölümlerin temeli yeniden atıldı. Yüklenici şirket Rus Rosatom ise çatlak iddiasını reddetti. TMMOB, konuyla ilgili bir açıklama yaparak çalışmaların derhal durdurulması gerektiğini belirtti. Çatlak iddialarını Meclis gündemine taşıyan HDP Milletvekili Fatma Kurtulan’a olayın üzerinden altı ay geçtikten sonra Enerji Bakanlığı’ndan cevap geldi. Bakanlık iddiaları reddederek, "Bir sorun yok" dedi. Oysa tam bir yıl önce çatlak iddiaların gündeme geldiğinde ne resmi kurumlar ne de şirket çatlak iddialarını reddetmişti.

Demek ki yarın öbür gün bir kaza, sızıntı, patlama olsa kim bilir kaç gün sonra haberimiz olur. 

Çatlak hadisesinin meydana geldiği Temmuz 2018’de Türkiye’nin nükleer geleceği açısından çok önemli bir karar çıktı. 9 Temmuz 2018 tarihli Resmi Gazete'nin mükerrer sayısında "702 sayılı Nükleer Düzenleme Kurumu’nun Teşkilat ve Görevleri ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname" yayımlandı. Bu KHK ile birlikte Nükleer Düzenleme Kurumu (NDK), Türkiye’de nükleer enerjiyle ilgili tek yetkili kurum haline geldi.

Bu konuyla ilgili gelişmelerden şu yazıda bahsetmiştik. 

KHK’da, NDK’nın düzenleyeceği faaliyet, konu ve alanlarla NDK’nın görev ve yetkilerinin Cumhurbaşkanı tarafından belirleneceği, Nükleer Düzenleme Kurulu’nun, biri başkan ve biri ikinci başkan olmak üzere toplam beş üyeden oluşacağı ve üyelerin Cumhurbaşkanı tarafından atanacağı gibi düzenlemeler vardı. 

Bir diğer gelişme ise geçtiğimiz günlerde yaşandı.

Türkiye Atom Enerjisi Kurumu (TAEK), Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle kapatıldı, yerine Türkiye Enerji, Nükleer ve Maden Araştırma Kurumu’nun (TENMAK) kurulduğu 28 Mart 2020 tarihinde 31082 sayılı Resmi Gazete’de yayınlandı

Bundan böyle TAEK açısından kurumsal sürdürülebilirlik nasıl işleyecek bir muamma. 

TMMOB tarafından konuyla ilgili yapılan açıklamada "Nükleer, nadir toprak elementleri ve bora dayalı faaliyet alanlarının birbirlerinden farklı araştırma alanları, araştırma çıktılarının değerlendirileceği farklı sektörler de bulunmaktadır" denildi.

Faaliyet alanlarını bir araya toplamanın avantaj gibi gözükmesine rağmen birçok alanın ihmal edilmesine yol açacağı belirtildi.

Bu kararların nelere sebep olabileceğini gelecek günlerde yaşayarak göreceğiz.

Nihayetinde, bizler dünya üzerinde yeni hiçbir nükleer santralin yapılmamasını, mevcut olanların da hızla kapatılmasını savunuyoruz. 

Elbette hiçbir şey için geç değil, Akkuyu’dan da Sinop’tan da vazgeçilebilir. Sinop hiç başlamadan unutulabilir, Akkuyu’da hatadan dönülebilir.

Ancak, tüm bunlar için Türkiye’nin komşu coğrafyalarında inşa edilecek kararlı ve güçlü bir nükleer karşıtı irade gerekiyor. 

Sivil toplumun geçmiş yıllarda Kıbrıs’ın iki tarafıyla da yarattığı sinerjiler oldu ancak zaman içinde sönümlendi. 

Burada temel mesele, ne Türkiye’de ne de komşu ülkelerde buna "dur" diyecek ne siyasal bir iradenin ne de örgütlü muhalif hareketlerin olmamasıdır.

Romalılar, Akdeniz’e "bizim deniz" ya da "hepimizin denizi" anlamına gelen "Mare Nostrum" derlermiş. Yunanistan’dan Akkuyu’ya dair gelen açıklamalar bir rahatsızlığın göstergesi, adeta Türkiye’ye bir "Mare Nostrum" hatırlatması.

Akdeniz’e yine "hepimizin denizi" diyebilmek ve Akdeniz’in hepimizin denizi olarak kalmasını sağlayabilmek için bölgenin nükleer karşıtı hareketlerinin sesini duyurması ve birlikte işbirliğine gitmesi gerekiyor. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi