Gidişat maalesef…

COVID-19’a karşı hiçbir devlet hazırlıklı değildi. Hepsi geç kaldı. İnsan hayatına ve kamu sağlığına öncelik vermeyen rejimler fena çuvalladı. Ve Ankara…

ABD ve Batı Avrupa’da bilim insanları en az 10 yıl önce bugünkü salgın konusunda sınırlı bilgileri olmasına rağmen, tehlikeyi sezmiş ve gerekli uyarıları yapmıştı. Ne var ki, mesela ABD’de Trump, salgın erken uyarı programını, masraf oluyor diye sonlandırırken, Erdoğan da Hıfzısıhha Enstitüsünü kapatmıştı.

Bugün artık aklı başındaki her insan, mevcut salgının nedenlerini araştırırken, haklı olarak, neo-liberal sistemin insan değil para merkezli politikalarını ve çevre duyarsızlığını gündeme getiriyor.

Hazırlıksız olmanın gerekçesi de belli: Devletler, siyaset ve sağlık sektörünün yetkilileri, geçmiş salgınlar konusunda belleğe sahip olmadıkları ve kendilerine/sistemlerine aşırı güven duydukları için, salgın baş gösterince paniğe kapıldı, ne yapacağını bilemedi, prestijini koruma bahanesiyle bir süre gerçekleri gizledi sonra kabul etti ve geç de olsa önlem aldı. Ama eksik ve tahrifatlı bilgi vermeye devam etti.

Erdoğan Türkiye'si, salgına karşı dünya çapında yürütülen mücadelede son derece orijinal bir o kadar saçma ve yanlış önlemlerle dikkat çekti. Zaten çok kırılgan hale gelmiş ekonominin tamamen çökmesini önlemek için karantina kararı alamadı. Buna bütçesi, altyapısı, organizasyon ve kadrosu zaten müsait değildi. İnsan hayatı da onlar için çok büyük önem taşımıyordu. Sıkışınca yani hasta ve ölü sayısı resmi rakamlarda bile çok yükselince, adım adım ve yavaş yavaş, aslında olumlu hiçbir etkisi olmayan tedrici ve seçici bir sokağa çıkma yasağı uygulamaya başladı. -20 ve +65 yaş grubuna uygulanan bu yasak, bu kesimdeki insanların ezici çoğunluğu tek başına yaşamadığı için, bu nüfusun evde kalmasının koruyucu bir anlamı yok. Onlar, her gün işe gitmek zorunda bırakılan insanlarla temas halinde. Zaten hiçbir ülkede böyle bir uygulama yok.

Bugün ABD ve Fransa’da da resmi makamların hasta ve ölüm sayılarını tam olarak yayınlamadığını biliyoruz. Dolayısıyla bu alandaki kıdemine rağmen Ankara yalnız değil.

Trump ile Erdoğan’ın, normal, birçok ortak noktası var: İkisi de ilk başlarda koronavirusü küçümsedi, önemsemedi. İki lider Şubat başında, salgının Mart ortasında sona ereceğini açıklamıştı. Bir başka ortak yanları da salgının kökeni konusundaki milliyetçi yaklaşımları. Trump, koronaya hâlâ ‘’Çin Virüsü’’ diyor, Ankara da tüm açıklamalarında ‘’ABD ve Avrupa temaslı hastalardan’’ söz ediyor. Umreden gelenler ve onlara karantina uygulamayanlar böylece kusursuz sayılıyor. İki lider, insan hayatı yerine ekonomik faaliyeti (Siyasi temsilcisi oldukları holdinglerin kârları) öncelemek konusunda da hem fikir. Gerçi ABD ekonomisi dünyanın en büyük ekonomisi. Ötekisi henüz pek büyük değil.

Batı kamuoyunda, zamanında doğru tedbirleri almayan siyasi yetkililerin, ölümlerden sorumlu tutulması talep ediliyor. Hastaneler, doktor ve hemşirelerle bütün sağlık çalışanları altyapı, yatak, araç-gereç, maske ve ilaç sıkıntısından yakınırken, TBMM sağlık çalışanlarına şiddetle ilgili yasa teklifini gündemine almayı bile reddediyor.

İktidar, muhalefet partisi belediyelerinin başarılı çalışmaları karşısında ofsayda düştüğü için onları engelliyor ve kendi resmi bağış kampanyasını başlatıyor. Ama deprem ya da ‘’15 Temmuz şehitleri’’ için toplanan paraların akıbeti hâlâ meçhul olduğu için, ayrıca Ankara’nın sözlüğünde şeffaflık ve hesap verilebilirlik kavramları bulunmadığı için bu son kampanyanın paralarının nereye harcanacağı konusunda da haklı endişeler var kamuoyunda.

İktidar halen gazetecilere ve sosyal medyada eleştirel görüş paylaşanlara soruşturma açmakla meşgul. Virüs bu önlemden mutlaka etkileniyordur!

Bu hafta başında, TC Sağlık Bakanının açıkladığı resmi rakamlarla bile, Türkiye’nin virüsün bulaşma hızı ve hasta sayısı konusunda dünyada ilk ikiye girdiği saptandı. Ama aynı hafta içinde, Diyanet İşleri Başkanlığı, görüşleri uzun zamandır neredeyse hiç kaale alınmayan Bilim Kuruluna bir temsilci alınmasını talep etti. Ortalık karışmasın diye Toplum Bilimleri Kurulu adı altında yeni bir Kurul oluşturuldu ve Allah’a Çok Şükür Diyanet de bu yeni kurulda temsil edilecek. Yine hiçbir devletin düşünemediği bu girişim sayesinde artık gavur virüs meselesi de böylece hallolmuş demektir. Eski Türkçede ‘’halletmek’’, kafasını kopartmaktır değil mi? Haydi geçmiş olsun… Bitti bitti… Bundan sonra rahmetli olacakları, ‘’Eceli gelmişti zaten’’ ya da ‘’Takdiri İlahi’’ diyerek gömerseniz, sorun tamamen çözülmüş demektir. Tıpkı rejiminiz gibi…

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi