Goebbels de son ana kadar propagandaya çok güvenmişti

Kurtarılacak hiçbir şey kalmayınca ‘Bari zevahiri kurtaralım’ der batan müstebitler. Farkında değiller galiba zevahir de çoktan gitti gidiyor…

Propaganda deyince bugün dünyada akla gelen ilk isim Nazi Almanya’sının Propaganda Bakanı Joseph Goebbels’tir. Aslında ondan önce 1. Dünya Savaşı döneminde İngiliz istihbaratı, iki savaş arasında da Amerikan reklamcılık ve halkla ilişkiler ekolü, propaganda konusunda önemli girişimler gerçekleştirmişti. Goebbels onların mirasçısı.

Daha yakın zamanda ise ABD’nin Irak işgal harekâtı sırasında Saddam Hüseyin’in Basın-Yayından sorumlu Bakanı Muhammed Said Es Sahhaf da ilgi çeken, daha doğrusu gerçekdışı ve komik açıklamalarla temayüz etmişti. Karikatür.

Batılı devletler, kamuoylarının eğitim ve kültür düzeyini de hesaba katarak, bugün propagandayı nispeten daha ince, nispeten daha dolaylı yöntemlerle yapıyor. Gözünün içine baka baka yalan söylemekle, propaganda arasında ne de olsa bariz bir fark var. 

Bizde, Osmanlı zamanında olsun ama özellikle Cumhuriyet döneminde devlet ve hükümetler, her zaman propagandaya yani kendini övmeye önem verdi. Olumsuzluklar baş gösterdiğinde de, ufak at da civcivler de yesin misali, yalan kampanyalarıyla kendini haklı çıkarmaya ya da en azından kurtarmaya çalıştı. Propaganda, zayıf düşünce, rakibi karşısında somut anlamda, siyasi/ideolojik/askeri alanlarda yenilgiye doğru yol alırken, düzey atlar ve tahayyülü imkânsız vecizler yumurtlar. Normal. İktidarı kaybediyorsun, ama devletin üst yapı kurumlarını hâlâ az çok sen yönlendiriyorsun, maaşlı memurların, ücretli gazetecilerin var. Son bir hamle yapıp, iktidarını sürdürebilmek, egemenliğini yitirmemek için, "Hiç olmazsa, kamuoyu nezdinde hâlâ güçlü olduğumu öne süreyim ki, rakiplerim affalasın, şaşırsın" demiştir sabık istibdat rejimlerinin yetkili ve sözcüleri. Böyle davranarak aslında kendileri de bir şey kazanamayacaklarını biliyordur. Çünkü zemin ayaklarının altından çoktan kaymaya başlamıştır. Ama ne zararı var biraz ajitasyonun! Hele bu ajit-propa inanıp sokağa dökülebilecek bir kitle varsa arkanda, pek temkinli olmayan bir şekilde onlara güvenip gövde gösterisi yapabilirsin. Ama son yaklaştıkça arkanda sandığın kitle, çoktan senin karşına dikilmiştir bile. Son kamuoyu anketleri AKP seçmenlerinin önemli bir kesiminin artık AKP seçmeni olmadığını gösteriyor.

Yıllar sonra Goebbels’in Almanya’da ve İsviçre’de sahip olduğu villalar ortaya çıktı. İngiliz atasözü, bir tek gazeteciler için geçerli değildir: "Hiçbir yemek bedava değildir." Goebbels de sadece Hitler aşkı uğruna Nazi rejimini övmemişti. Bu arada kendi cebini de doldurmuştur ki, cebinin devasa olduğu sonradan anlaşıldı. 

Bizdeki minyatür ve naylon Goebbels’ler son zamanlarda gerek Saray’da gerekse Saray bültenlerinde marifetlerini göstermeye pek hevesli. Her eleştiriyi darbecilik, her muhalefeti virüs salgınındaki başarıya gölge düşürmek olarak niteliyorlar. Bunların bir kısmının gelirleri Büyükşehir Belediyelerini kaybedince kesildi. Bazıları çifter çifter maaşlar almaya devam ediyor. Zamanı gelince villa ve diğer gayrımenkule sahip olup olmadıklarını göreceğiz. Bu çığırtkanların bazıları, gençken solculuk yapardı, şimdi yaşlandılar. Bir kısmı ise akademisyenliğe heves etmişti. Bourdieu, Husserl, Popper, McLuhan ile Baudrillard’dan alıntılar yazarlardı. Şimdilerde sadece Reis’i referans alıyorlar. Ama orada da malzeme bitti bitiyor. Hali hazırda yerli ve milli Goebbels konumunda temayüz etmek isteyenler, çok silik birer kopya aslında. Goebbels’in günlüklerini okuyan herkes, Alman modelin çok daha akıllı, kültürlü, bilgili ve becerikli olduğunu görür. Bu yerli ve milli Goebbels eşantiyonları, tarihi de doğru dürüst okumayı beceremedikleri için, pirlerinin izinde gidiyor hâlâ. Ve hiçbiri bunkerdeki trajik sonu kaale almıyor.

Bunlardan biri, devletin arazisine konmuş, kaçak yapı inşa etmiş, gazeteciler bunu ortaya çıkarınca, "Terörle mücadele" ve "COVİD-19’a karşı savaştaki başarımıza gölge düşürmek" diye savunuyor kendini. Stand-up’çı dese bunu, 3. sınıf espri der geçersiniz. Adam ciddi görünüyor. 

50 yıldır seçimlerde yüzde 1 oy oranına ulaşamayan beceriksiz bir hokkabaz, Türk Lirası dolar karşısında en düşük seviyeye düştüğü gün, başyazısını gazetesinin birinci sayfasının beşte üçünü kaplayacak şekilde manşet haber gibi yayınladı: Dolar saltanatı çöküyor! (muş). Oysa ki dolar ne çöküyor ne de dünya piyasalarında değer kazanıyor. Lira’nın durumu ise belli. Bu durumda yalanı ne kadar büyük yayınlar ve ne kadar sık tekrar edersen o kadar inandırıcı olursun, sanıyor. Halbuki kapitalist piyasada, bir para birimi, kıytırık bir gazetenin manşetiyle ne yükselir ne de düşer. Durum çok kötü iken durumun çok iyi olduğunu manşetten de verseniz, durum yine çok kötü olmaya devam ediyor. Zaten "Saltanat çöküyor" manşetinin yayınlanmasını izleyen saatlerde de dolar değer kazanmaya devam etti. 

Bir başkası da İngiltere’ye gönderilen sağlık malzemesinin standartlara uymadığı ortaya çıkınca "Solcu Guardian" Türkiye aleyhine haber yapıyor, dedi. Sağlık malzemeleri standartlara uymuyorsa bunun sağcı ya da solcu gazete tarafından haber yapılması gerçeği değiştirmiyor ki… Ayrıca haberi sadece Guardian yayınlamadı ki… Sağcı Daily Telegraph’da çıktı ilk haber. Sonra bütün İngiliz medyasında yer aldı. 

Zül oldu benim için bu kadar çapsız kalemşörle uğraşmak. Ben medya eleştirisi yapmak istiyorum. Yalan Dedektörü değilim.

İş artık o kadar cıvıdı ki, geçenlerde bir arkadaş sosyal medyada insanı yüksek sesle güldüren bir mesaj yayınladı: "Ev sahibi 3 aylık kirayı istedi. ‘Bu bayrağın göklerde dalgalanmasına kimse engel olamayacaktır’ dedim ve kapıyı yüzüne kapattım."

Zıvanadan çıktı artık her şey. Döviz kurları hakkında da haber ve yoruma yasak getirdiler. Döviz kurları hakkında yorum yapmayınca Lira değer mi kazanacak? 

Aslında bunlar hep ne kadar zayıfladıklarının, ne kadar çaresiz olduklarının işaretleri. Hazine Bakanı, yabancı yatırımcılara, "Döviz ve rezervlerimiz fazlasıyla yeterli" demiş. E sormazlar mı o zaman, "Çok fazla paranız varsa bizden niye yatırım yapmamızı istiyorsunuz?" diye. "Siz madem kendi kendinize yetiyorsunuz bize ne ihtiyaç?" Bakan, "Merkez Bankasının piyasa ve kurlara müdahale etmediğini", "Sermayeye kısıtlama getirilmediğini" de iddia etmiş. Sanki yabancı yatırımcılar, TL’nin değer kaybını önlemek için MB’nin piyasaya ne kadar dolar sattığını bilmiyor. Sanki finans ve Türkiye uzmanları, 15 Temmuz’dan sonra, "FETÖ" bahanesiyle kaç şirkete kayyım atayıp bu kuruluşlara el koyduklarını ya da mahkeme kararı bile olmaksızın bazı medya kuruluşlarını kapatıp malını mülkünü gasp ettiklerini bilmiyorlarmış gibi. Siz herkesi kendiniz gibi mi sanıyorsunuz?

Yalanın önemli bir özelliği de şudur ki, hem kendi içinde, hem de öncesi ve sonrasıyla çelişki içindedir. Sözle olgunun, yazıyla gerçeğin birbirine denk düşüp düşmediğini saptamak o kadar zor bir işlem değildir yani. Yalanın kısa vadede bile inandırıcılığı bu nedenle pek zayıftır. Üstelik artık İnternet çağında yalanın raf süresi taş çatlasa 1 saati geçmiyor. Kayıt var, arşiv var. Arada bir, son yılın demeçlerini derleyip yayınlıyorlar: Yalanlar Geçidi.

Bugün iktidar sahiplerinin karar ve eylemlerinin büyük bir çoğunluğu evrensel hukuk ilkelerine hatta mevcut Anayasa’ya bile aykırı. Bu işlemlerin yasallığı, hele meşruluğu çok tartışmalı. Bunu onlar da biliyor. Ama kaybederlerse sadece siyasi iktidarı kaybetmeyeceklerinin de farkındalar. O kadar çok ve büyük suçlar işlediler ki, seçim gecesi yenilgi kesinleştiğinde artık kaçarlar mı yoksa Goebbels gibi mi davranırlar bilinmez.

"Müstebit sabık hükümetler önünde sonunda yargılanır" diye yazmak yasağa giriyor mu? Giriyorsa yazmayacağım da…
 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi