Reis, futbol ve faşist vatandaşlar

Neo-liberalizmin tıkanıp, faşist yöntemlere başvurmaya başlamasından bu yana, kitapçılarda diktatör ve rejimleri hakkındaki kitapların sayısı arttı. Bir örnek.

Dağıtım devi Amazon’u çok kızdıran bir saptama:    

   - Kitapçılar ne işe yarar?
   - Aramadığınız bir kitabı bulmaya!

İnternette kitap satan siteler, işte bu yüzden, bir kitabı pazarlarken hemen altına "Bu kitabı alanlar bunu da aldı" ya da "Bu konuda satın alabileceğiniz diğer kitaplar" gibi etiketler koyup okuru tavlamaya çalışıyor.

Kitapçıya girip dolanmak, rafları taramak, bir kitabı alıp, sayfalarını karıştırmak, arka kapağı okumak…hatta sayfaları koklamak fevkalade haz veren bir ritüeldir/törendir. Bunu ekran karşısında yapamazsınız.

Kitapçılarda görüp de zaman yetersizliğinden okuyamayacağımı sandığım kitapların fotoğrafını çekerim. Sonra akşam evde o kitabın tanıtım ya da eleştiri yazılarını okurum. Arada bir, kitapçıya dönüp o kitabı aldığım olmuştur.

Herhalde 3-4 yıl oluyor. Trump’ın iktidara gelmesi galiba bir milat. Neo-liberal sistemin hiçbir vaadini yerine getiremeyip, hayatta kalabilmek için açıkça faşist yöntemlere başvurması da süreci hızlandırdı. ABD, Macaristan, Polonya, Filipinler and sorry Türkiye’deki rejimin giderek sertleşmesinin yanı sıra Çin ve Rusya’daki otoriter sistemlerin ipliğinin pazara çıkmasıyla, yayıncılık dünyası faşizm, otoritarizm, totalitarizm konularına yoğunlaştı. Geçenlerde Washington Post’ın bir yazarı, makalesine "Trump’a faşist diyebilir miyiz?" başlığını koydu. 

Bu aralar, bir yandan Arendt, Gramsci, Dimitrov gibi anti-faşist ideolog ve yazarların klasik kitaplarının yeni baskıları çıkıyor. Bir yandan da mevcut Faşist Enternasyonal ya da tek tek diktatörler hakkında onlarca eser basılıyor. 21. yüzyılın ilk iki on yılı, bir çok çalışmada 1930’ların Almanya’sıyla kıyaslanıyor. 

Çoğunu okumadım ama bu bağlamda birkaç kitap başlığını aktarayım: "İstibdat Üzerine: 20. yüzyıldan 20 ders", "Otoriter Kişilik", "Diktatörün El Kitabı", "Demokrasiler Nasıl Ölür: Tarih bize geleceğimiz hakkında ne öğretiyor", "Diktatörler ve Sırları", "Diktatörler ve Gizli Polisleri", "Diktatörlüğün Ekonomik Kökenleri ve Demokrasi"(Daron Acemoğlu), "Nasıl Faşist Olunur", "Nasıl Diktatör Olunur." Ece Temelkuran’ın "Bir Ülke Nasıl Kaybedilir: Demokrasiden Diktatörlüğe Geçişte 7 adım" başlıklı kitabı da bu kategoride.Bu kitapların çok azı akademik çalışma. Çoğu popüler eserler.

Bu haftaki Canard Enchainé’de Mısırlı muhalif Alaa El Aswany’nin "Dikatörün Sendromu" başlıklı kitabı (Actes Sud) tanıtılmış.

"Saddam Hüseyin bir ilkokulu ziyaret ederken elini küçük bir çocuğun omzuna koyar.

   - Benim kim olduğumu biliyor musun?
   - Biliyorum, sizi televizyonda gördüm. Siz televizyona çıkınca babam ekrana tükürüyor!

3 gün sonra çocuğun babası tutuklanır ve işkencede öldürülür."

Nasır, Mübarek ve Sisi dönemlerini yaşamış yazar şimdi sürgünde. Çeşitli ülkelerden, özellikle de Orta Doğu ülkelerinden diktatörlerle ilgili sayısız benzeri olay aktarıyor ve soruyor: Diktatörler neden göstere göstere bu kadar sert ve acımasız davranıyor? Cevap belli: Çünkü onlar bir korku ortamı yaratmak amacında. Yurttaşların korkmasını, kendisine karşı gelmemesini hedefliyor. Diktatörlere göre, iyi yurttaş sadece kendisi, ailesi ve işiyle ilgilenmeli, siyaset, kamu işlerine bulaşmamalı. Karışırsa tutuklanır, işini kaybeder, işkence görür, kaçırılır, öldürülür. Böyle bir ortamda yetişen yurttaşların bir kısmı bir süre sonra mini diktatöre dönüşüyor. Bu sefer de o yurttaş, ailesi ve çevresindeki herkesi korkutmaya, onlar üzerinde baskı ve üstünlük kurmaya çalışıyor. Reis’i taklit ederek.

Bu "iyi yurttaş" memleketteki her şeyin zaten iyi olduğuna inanır ve bütün iyiliklerin de Reis sayesinde gerçekleştiğini sanır. Faşizmin yarattığı yurttaş, bir gün adaletin tesis edilebileceğine sert bir şekilde karşı çıkar. Çünkü mevcut durum zaten yeterince adildir.

El Aswany, burada devreye futbolu sokuyor. Futbola olan merak, tutku bir yandan çeşitli kişisel ve toplumsal rahatsızlıkları 90 dakikalığına da olsa unutturduğu için iyi bir şeydir, ama bir yandan da futbol, bir kural oyunudur. Diktatörlerin günlük ve siyasi uygulamalarındaki keyfilik teorik olarak futbolda yoktur. Teorik olarak dedim, bakanların, damatların bir takımı tutup, hakemleri etki altına alması ya da bir takımın Teknik Direktörünü neredeyse zor kullanarak değiştirmesi anlaşılan Mısır’da pek rastlanmayan bir müdahale.

Yazarın hesaplarına göre, bugün dünyada 50 kadar ülkede yaklaşık 2 milyar insan, diktatörlük rejimi altında "iyi vatandaş" olmak mecburiyetinde.

Yazar, Mısır’ı anlatıyor, Arapça yazmış ama aktardıkları bölgedeki bir çok ülke için hiç yabancı değil. Aswany’nin çocukluk arkadaşı Amr, hep iyi bir gazeteci olmayı düşlemiş, gerçeğin peşinden koşup okura doğru bilgiler ve zengin fikirler aktarmayı amaçlamış. Ne var ki, Amr, mesleğe başladıktan kısa bir süre sonra, bu düş ve amaçlarından tamamen vazgeçip, iktidarın yalanlarını yaygınlaştıran sıradan bir aracı olmayı tercih edip, ünlü ve toplumda takdir edilen (?) bir gazeteci olmuş. Tanıdık geldi mi?

Yazar, faşist iktidarların medyayı da kullanarak hayali komplolar ve düşmanlar yarattığını da örnekleriyle anlatıyor. Aydınlara baskı, insan haklarını çiğneme, hukuksuzluk…

Mısır Arapçasında, zorla kaybettirilen muhalifler/insanlar için "Güneşin Arkasına Gitti" deniyormuş. Yazar, faşist iktidarların terörizmle ilişkilerini, yurttaşları nasıl aşağıladığını, toplumsal ve ekonomik adaletsizlikleri nasıl inşa ettiğini de hep örneklerle açıklıyor.

Canard’daki Jean-Luc Porquet imzalı tanıtım yazısında, kitabın önemli bir yanının, baskıları teşhir etmenin yanı sıra faşizme karşı uyanıklığı sağladığını ve bu ideolojiye karşı çıkmanın yollarını önerdiğini belirtiyor.

Bu kitabı Türkçe’ye tercüme etmeye gerek var mı? 
 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ragıp Duran Arşivi