Modern mübâdele

Her göç hikâyesi, bir travmadır. Mutlu aşk olabilir, ama mutlu göç bence yoktur. Muhakkak, az veya çok, anlık ve ömürlük bir sarsıntı yaşanır.

Sessiz sedasız bir mübâdele yaşanıyor...

Türkiye Cumhuriyeti'nin bazı vatandaşları, Batı ülkeleri başta olmak üzere, ülkeleri dışına gidiyor... Ve Türkiye'ye de, Suriye, Irak ve İran gibi komşu ülkeler ile Katar gibi Körfez ülkeleri olmak üzere, yeni bir göç geliyor. Türkiye'ye gelen yeni göçün bir kısmı, yatırım ve farklı bir ülkede yaşama amaçlı. Bir kısmı da, hem çevre ülkelerden hem de Afganistan ve Orta Asya ülkelerinden sığınmacılarınki gibi "kaçma" amaçlı... Ve tabii, bir de, Suriye ve Türkiye'de bazı merkezlere doğru yönelen, "Selefi ideoloji" eksenli, dünyanın dört bir yanından bir başka göç var.

Türkiye olarak, yeni ve çok büyük bir demografik etkileşim ve dönüşüm içindeyiz...

Özetle, gözlerimizin önünde, tarih yazılıyor. Ve bizler de, o tarihin içinde yer alan aktörler, aktrisleriz: Gidenler, kalanlar, gidecekler, kalacaklar ve gidip gelecekler...

Türkiye'nin siyaseti her ne olursa olsun, gidenlerin büyük bir kısmı kolay kolay dönmeyecek. 1980 sonrasından 2016'ya kadar, en az 1 milyon kişinin zorunlu göçle, yani "sığınma hakkı edinmeye çalışarak" Türkiye dışındaki gelişmiş ülkelere gittiğini biliyoruz. Bu tabii, buzdağının bir ucu...Günümüz itibariyle, dünya genelinde, Türkiye kökenli 5 milyonluk bir diaspora var.

Bu veriler, Londra Regent's Üniversitesi'nde göç araştırmaları üzerine çalışan Profesör İbrahim Sirkeci'den.

Sirkeci, Migration Letters (Göç Mektupları) dergisinde yayınlanan "Turkey’s refugees, Syrians and refugees from Turkey: a country of insecurity" (Türkiye'nin mültecileri, Suriyeliler ve Türkiye'den mülteciler: Güvenliksizliğin ülkesi) makalesinde bu verilere yer vermiş. Aynı zamanda, BirGün gazetesinde yayınlanan yazısında ve Duvar internet sitesindeki röportajında da bu rakama dikkat çekmiş.

Türkiye nüfusunun, 1980-2016 döneminde kaybettiği "1 milyon sığınmacı" (ve ötesi) verilerinin düşündürdüğü üç şey var:

-1980 darbesinin etkisi, 36 yıl boyunca Türkiye'nin nüfusunu; yani demografisi, sosyolojisi, ekonomisi, politikasını biçimlendirmeye devam etmiş.

-Türkiye nüfusunun kaybettiği sığınmacılar ötesinde, bir de resmî yollardan yaşanan göçü sayarsak, en az sığınmacılar kadar (hatta daha fazla) Türkiye kökenli kişi başka ülkelere gitmiş. 

-1980'ler sonrası göç, 1960-70'lerde Almanya başta olmak üzere Avrupa ülkelerine "ucuz iş gücü kaynağı" addedilerek göçenlerinkinin aksine, politik kaynaklı... Ancak, "politik kaynaklı" tanımı oldukça geniş. Doğrudan politik nedenlerle göçenler (sol siyasette yer alanlar, Kürtler, Aleviler) gibi gibi kesimlerin ötesinde, ülkenin bir türlü çözülemeyen siyasi sorunları, politize olmayan kesimler arasından da hiç durmayacak bir beyin göçüne yol açmışa benziyor.  

Şimdi, 15 Temmuz 2016 darbe girişiminin yarattığı sarsıntı ile ikinci bir "göç dönemine" girdik. Günümüzde, "beyin gücüne dayalı" işler, dünya genelindeki tüm ülkeler için, hiç olmadığı kadar büyük bir zenginlik kaynağı. Teknoloji bilgisi ve inovasyona dayalı iş kollarında bir avuç yetenekli insan, yüzbinlerce insanınkine bedel bir zenginliğin yaratıcısı olabiliyor. Türkiye'deki eğitimli, özellikle fen bilgisi ve eğitimi olan her türlü mühendis, doktor için göç zaten çok zor değil. Ayrıca, her alandan akademisyenler, profesyonel birikimini uluslararası olarak sürdürebilecek beyaz yakalılar ve sermaye transferi yapabilecek üst-zengin sınıfları da, yeni göç dalgasına ekleyelim... Ve tabii, yurtdışına gitme imkanı olan öğrencileri; üniversite çağı ve sonrasındaki, adaptasyon yeteneği yüksek ve aidiyet bağları, tıpkı kendileri gibi henüz yeni gelişmekte olanları da...

"Beyaz Türkler" veya "Beyaz Türkiyeliler" olarak adlandırılabilecek, "mobilitesi yüksek" bu kesimler, ilk gidenler oluyor. Ardı da, ister istemez gelecektir.

Ancak, yazının başında, bu yaşadığımız demografik dönüşüme özellikle "mübadele" dedim. Tekrar, 1980 sonrasından farklı olarak, bir de "gelenler" var. Sadece Suriye Savaşı ile, 3 milyon kadar Suriyeli'nin Türkiye'ye geldiği malum.

Bilindiği gibi, Türkiye-Yunanistan Nüfus Mübâdelesi, 1923 yılında Lozan Barış Antlaşması'na ek olarak yapılan sözleşme ile gerçekleşen zorunlu göç.

"Mübâdele", Arapça kökenli bir kelime... "Eşdeğeri ile değiştirme, takas" anlamına geliyor.

1923'teki mübâdelede, din esası üzerinden, 1 milyon 200 bin kadar Ortodoks Hıristiyan Rum, Anadolu'dan Yunanistan'a göç ettirildi. Yunanistan'a göç ettirilenler arasında, Ortodoks Hıristiyan oldukları için Türk kökenli Gagavuzlar ve Karaman'dan Türk Ortodokslar da vardı. 500 bin Müslüman da, Yunanistan'dan, Türkiye'ye göç ettirildi. Aralarında, köken olarak Türk olmayan, Arnavutlar, Ulahlar, Patriyotlar ve Pomaklar da vardı.

Sonuçta, 1923'teki Mübâdele, 1980 sonrası büyük göç ve 2016 sonrası adı konmamış (anlaşmasız) mübâdele...

Ve şu an, Türkiye tarihindeki üçüncü büyük nüfus hareketi yaşanıyor.

Ben de, bir mübâdil aile çocuğuyum. Ailemin bir kolu, Şah İsmail döneminde bugünkü Yunanistan'a sürülen Alevilerden. Dahası, ailemin bir başka kanadı da, Şeyh Şamil yanında savaşan bir başka "sürgün" grubu; Büyük Çerkes Göçü'nün İstanbul'a gidenleri... Üzerine, Almanya'dan dünya savaşları arası travması dönemi Türkiye'ye göçenleri de ekleyelim.

Sonuçta...  

Her göç hikâyesi, bir travmadır. Mutlu aşk olabilir, ama mutlu göç bence yoktur. Muhakkak, az veya çok, anlık ve ömürlük bir sarsıntı yaşanır. Bu işin insani kısmı.

Bir de demografik kısmı var tabii; bakalım, Türkiye tarihinin üçüncü büyük göç dalgası ile ortaya ne gibi tarihi sonuçlar çıkacak...

 

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Sezin Öney Arşivi