Ai Weiwei: Sisteme sanatla meydan okuma

Ai Weiwei, insan hakları ihlallerine karşı yaptığı mücadeleyi şöyle gerekçelendirir: 'Eğer sanatçılar insanlık onuru ve insan haklarından bahsedemeyecekse, bunu başka kim yapacak ki?'

Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesi, Ai Weiwei’in Türkiye’deki 11 Mart 2018’de sona erecek ilk sergisine ev sahipliği yapmakta. Heykel, enstelasyon, küratörlük, fotoğraf , film ve müzik alanlarında aktif olan sanatçı Çin’in geçmişinde önemli yer tutan porselen sanatını yaşatmayı ve yitirilen hayatları anmayı amaçlarken günümüz dünyasının adaletsizliklerine ve paradokslarına işaret etmekte.

Eylemciliği, aktivizmi, baskıcı rejime direnmeyi, sanat yapmaktan ayrı görmeyen Ai Weiwei, sanatçı olmanın bir numaralı sorumluluğunun, ifade özgürlüğünü korumak ve bu özgürlüğün gücünü ne yoldan olursa olsun genişletmek olduğunu "İfade özgürlüğü olmazsa, hayatın tadı kaçar. Topluma katılmak sanatsal bir seçim değildir, insani bir ihtiyaçtır." sözleriyle ifade ediyor ve devamla "Bence en önemli sanatım, duruşum ve yaşam tarzımdır." diyor.

Sanat-politika ilişkilerini açıklarken kendi ülkesinin durumunu da açıklıyor. "Benim çalışmalarım, daima politik oldu, çünkü Çin’de sanatçı olmaya karar vermekle, zaten politik bir seçim yapmış oluyorsunuz." Sanat anlayışını ise şöyle açıklamakta: "Sıradan insanlar da herkes gibi sanatı anlayabilmelidir. Sanatın elit ya da gizemli olduğunu düşünmüyorum. Herhangi birinin sanatı politikadan ayırabileceğini düşünmüyorum. Sanatı politikadan ayırma niyeti bile son derece politiktir."

Şair olan ve rejime muhalif sayılan babası çalışma kampına sürgün edilmiş, Ai Weiwei de bu sürgünde dünyaya gelmiş. Beijing’de sanat öğrenimi aldıktan sonra on iki yılını Amerika’da geçirmiş. Çin’e döndüğü 1993 yılından itibaren yaptığı çalışmalarla sanatçı kimliğini oluşturmuş ve Çin rejiminin insan haklarıyla ifade özgürlüğünü acımasızca ihlal edişine karşı direnmeye başlamış.

Ai Weiwei, Çin hükümetinin insan hakları ihlallerini eleştirir, önemser ve en önemlisi de gösterir. 2008 Siçuan Depremi’inde, rejimin ölen kişilerin sayısını ve kimliklerini örtbas etmesi ve malzemeden çalarak kötü bina yapan inşaatçılardan hesap sorulmaması üzerine, yıkılan ve çok sayıda ölüme sebebiyet veren devlet okullarının inşaatı sırasında kullanılan yetersiz malzemeleri kamuoyu ile paylaşır.

Ai Weiwei, yıkılan okullardan çıkarttığı bükülmüş kiriş çeliklerini dalgaları canlandıran bir şekilde dizerek ortaya depremde ölenlerin anısına bir anıt yaratırken devletin gerçeği gizleme çabasına karşı etkili bir sembolik duruş sergilemekte.

Köy okullarında hayatını kaybeden çocukların izini sürdüğü belgeseli de bu muhalif tavrını gösterir. Ölümleri, hükümet tarafından hasıraltı edilmeye çalışılan 5000 çocuğun isimlerini ortaya çıkarmaya çalışan sanatçı, bu dönemde resmi makamların hedefi olur, hatta polisin fiziksel şiddetine maruz kalır.

İnsan hakları ihlallerine karşı hayatı pahasına yaptığı mücadeleyi şöyle gerekçelendirir: "Eğer sanatçılar insanlık onuru ve insan haklarından bahsedemeyecekse, bunu başka kim yapacak ki?" "Sunflowers Seeds" sergisi için yapılan porselen ayçekirdeklerini yapmaları için bir koca köy halkını istihdam eder ve Çin devletinin bedava çalıştırdığı insanlara haklarını verir. Bu sebeptendir ki hükümet tarafından bir kere daha hapse atılır.

Ai Weiwei'nin meydan okuma tavrı politik ve sosyal süreçleri belgesel olarak kaydedip paylaşma olarak ortaya çıkıyor. Kendisinin görüntülendiği üç siyah beyaz fotoğraftan oluşan çalışmasında Çin uygarlığının başlangıcı sayılan Han döneminden kalma beş bin yıllık çok değerli bir seramik vazoyu elinden bırakmakta ve vazo paramparça olmaktadır.

Bu performansın birden çok anlam taşıdığı, Kültür Devrimi sırasında ve sonrasında komünist rejimin modernlik adına tarihi eserleri yıkıp geçmişi silmeye çalışan ideolojik vandalizmine ve günümüz barbarlığına gönderme yaptığı belirtiliyor.

Sanatçı, Andy Warhol’un CocaCola şişelerinden esinlenip, bir başka Han dönemi çömleğinin üzerine de kırmızı boyayla CocaCola logosunu boyayarak sisteme ve ürettiği sanat anlayışına meydan okuyor.

Eski rejimin yok olmaya terk ettiği eski tapınakların ahşap sütunlarını, kirişlerini toplayıp, geleneksel sanatları kullanarak heykeller ve enstalasyonlar inşa ediyor. Böylece  "beğenilerimizi ve değerlerimizi egemen ideoloji belirleyebilir mi?" sorusunu sormuş oluyor.

Polis şiddetine uğrayıp beyin kanaması geçirmesinden pasaportuna el konulmasına kadar çeşitli baskılara uğrayan Ai Weiwei 2011 yılında tutuklanarak 4 yıl cezaevinde yatıyor. Hapishane deneyimini belgelediği "S.A.C.R.E.D." adlı çalışmasında bu baş harflerin temsil ettiği İngilizce sözcüklerin her biriyle adlandırdığı altı sahnede iki gardiyanın sürekli kendisini gözaltında tuttuğunu gösteriyor.

Sanatçı, video çalışmasıyla Shanghai’da önce devletin izniyle inşa ettiği büyük stüdyo binasının, gene devletin kararıyla yıkılışını da belgelerken devletin dayatmalarına ve sansürüne karşı bir dış mücadelenin gerektiğini vurgulamakta.

Ai Weiwei, bir başka ünlü sanatçıyla, Anish Kapoor’la birlikte, halen Türkiye’de ve Avrupa’da sürmekte olan mülteci dramını gündeme getirmek için Londra’dan Stratford’a omuzlarında güvence arayışını simgeleyen battaniyeyle uzun bir sembolik yürüyüş gerçekleştirmiş. Amaçlanan, değişimi hayal etmek ve değişimi eyleme dönüştürmenin yollarını bulmak.

Arakan’da kamplarda toplanan azınlıklara uygulanan dehşet verici uygulamaları yerinde gören sanatçı, trajedi olarak nitelediği bu durumu insanların empati yapabilmesi için "Human Flow" isimli filmle aktarmış.

Sanatın birçok alanında performans sergileyen Ai Weiwei, sözlerini yazdığı ve şarkılarını seslendirdiği bir heavy metal albümü yapmış. Ayrıca Çin hükümetini, uyguladığı politikaları ve internet sansürünü eleştirdiği "Gangnam Style" klibini yayınlamış ancak klip yayınlanır yayınlanmaz yasaklanmış.

Tiananmen Meydanı’nda, 1995’te çekilmiş bir fotoğrafla başlayan baskı dizisinde ise sanatçı kolunu Eyfel Kulesi, Beyaz Saray ve Alman Parlamentosu gibi kültürel ve siyasal iktidar mekanlarına doğru uzatıp, orta parmağını yukarıya kaldırıyor. Bu imgeler izleyicilerden otoriteye, hükümetlere ve kurumlara gösterilen sorgusuz sualsiz saygıya meydan okumalarını talep etmekte. Kompozisyon yapıta bakan öznenin pozisyonunu güçlendirirken onu meydan okuma konusunda cesaretlendiriyor.

Sanatçı hayattaki tarzını ve sanatının amacını şöyle tanımlıyor: "Kendimi sanatçı değil sanat yapan kişi olarak tanımlarım. Hayatım boyunca ifade özgürlüğü gibi temel insan hakları için mücadele ettim. Benim bir kamusal kişiliğim var. Benim için çağa tanıklık etmek, insana dokunabilmek, umut vermek sanat üretimi kadar önemlidir."

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ümit Kardaş Arşivi