Venezuela'dan Strasbourg'a siyasette çapraz koşular

Maduro'nun, Erdoğan rejiminin dostu olması, Nusret'te yemek yemesi gibi tuhaflıkları da hesaba kattığımızda olayın klasik bir sosyalist dünya-kapitalist dünya kapışması olmadığı aşikâr.

Konumuz az biraz ya da ilk olarak Venezuela. Malum ABD ve Batı alemi uzun süredir yoksullukla boğuşan ve insan hakları açısından hiç iyi alametlerin gelmediği Venezuela'da muhalefet liderini başkan olarak tanıdığını ilan etti. Sosyalist Maduro rejimi ise direniyor. Maduro'nun bu süreçte yanında bulduğu Latin Amerika dünyası dışındaki liderler Rusya Devlet Başkanı Putin ve Erdoğan oldu. Maduro'nun Erdoğan rejiminin dostu olması, olur olmaz Türkiye'ye gelmesi ve Nusret'te yemek yemesi gibi tuhaflıkları ( TOKİ'nin Venezuela'da petrol karşılığı inşaat yapma projelerini) da hesaba kattığımızda olayın klasik bir sosyalist dünya-kapitalist dünya kapışması gibi cereyan etmediği aşikâr. Belki emin olabileceğimiz tek şey, muhalefet liderini başkan olarak tanıdığını ilan eden ABD Başkanı Trump'ın bu işi hiç de "demokrasi insan hakları" aşkına yapmadığı, buna mukabil Maduro'nun da hiç de sosyalist ve insan hakları şampiyonu biri gibi görünmediği, diyor ve duruyorum. Bundan sonrası tehlikeli sular. Biraz daha ötede bir yorum yaparsanız Twitter ve Facebook'ta kimi sol ve sol görünümlü çevreler ya da karşı kamptakilerce biletiniz anında kesiliverir, alimallah. 

Sol kısmı tabii beni daha fazla ilgilendiriyor. Bu tabii biraz da Türkiye'de ne yazık ki etkinliğini kaybeden -tekrar ediyorum, kimi- sol ya da sosyalist çevrelerin dünya meselelerine odaklanması ile ilgili bir durum. Türkiye'de Kürt meselesi başta olmak üzere birçok konuda kitleleri etkileyecek bir politika geliştirilemeyince odak dünyaya kaydı ama oralarda da kitlenin bir kısmı, uzak olduğu konularda sosyal medyada keskin fikirler yürütmek suretiyle mücadele ruhunu dik tutmaya çalışmakta. Bu da bir konuyu etraflıca tartışmanın mümkün olmaması anlamına geliyor. 

Dolayısıyla biraz önce şakayla karışık yaptığım "biletin kesilmesi" durumu bir yana, gerçekten de çok iyi bilmediğim bu konuda fikir yürütmekten kaçınırım. Ancak Mahfi Eğilmez'in 2017 yılında kendi blogunda yazdığı Venezuela analizi doğrusu bugüne kadar okuduklarım arasında en açıklayıcı olanı. "Venezuela Niçin Battı?" başlıklı yazısında bunun için öne sürülen iki görüşü ("Popülizm batırdı" ya da "ABD batırdı") özetleyen Eğilmez, Venezuela'da neyin yanlış yapıldığını da etraflıca tartıştıktan sonra şu kanıya varıyor: 

"Venezuela'nın batışında yukarıda ele aldığım iki yaklaşımın da doğru yanları bulunduğunu düşünüyorum. Yani bugün gelinen bozuk ekonomik durum, bir yandan gelecekten çok günü kurtarmaya ve siyasal desteğini artırmaya çalışan bir yönetimin popülist girişimleri nedeniyle, bir yandan da ABD'nin, Chavez'in ölümünden sonra iyice yoğunlaşan, çeşitli müdahalelerinin yarattığı sıkıntılar nedeniyle ortaya çıkmış görünüyor."

Bence de gerçek, öyle görünüyor ki iki görüşün arasında bir yerde. Gelelim ABD ve Batı dünyasının bu hamlesine karşılık AKP'nin verdiği tepkiye. Elbette ki klasik bir AKP tavrı. İçeride, bilhassa Kürt meselesinde ne yapıyorsa dışarıda tam tersini savunmak: Erdoğan şöyle dedi, olaydan sonra:

"Maduro inandığı yolda dik durur, devam ederse Venezuela halkının desteklediği, sandıktan çıkardığı liderinin arkasında duracağına inanıyorum. Milli iradeye aykırı yollarla bazı yöntemlerin denenmesini doğru bulmuyorum. Maduro sandıktan çıkmıştır. Sayın Trump'ın bu tür bir açıklaması demokrasiye inanmış bir insan açısından beni de şok etti".

Seçilmiş o kadar vekil hapse atılmamış gibi, dokunulmazlıkların kaldırılması için anayasa değişikliği yapılmamış gibi, seçilmiş belediye başkanlarının yerine kayyım atanmamış gibi yapılan açıklamalar bunlar. Her şeyin ötesinde HDP eski eş genel başkanı Selahattin Demirtaş, AİHM kararına rağmen içeride tutulmuyormuş gibi, bunun için verilen AİHM kararına "Bizi bağlamaz" denmemiş gibi, nedense Kürt meselesindeki tavır değişikliği HDP yüzde 14 oy aldıktan sonra başlamamış gibi açıklamalar bunlar. 

Beri yandan... Demirtaş ile ilgili AİHM kararı deyince... Konu bambaşka bir bağlamda CHP'nin de gündemindeydi. Bilindiği gibi geçtiğimiz hafta AKPM'de (Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi) Türkiye'de muhalefete yönelik baskıyı eleştiren bir rapor oylandı. CHP bu rapora AKP, MHP ve İYİ Parti ile birlikte ret oyu verdi. Bu tavır haliyle eleştiri konusu olunca CHP'den yazılı bir açıklama yapıldı ve özetle "Rapor muhalefetin bazı unsurlarını dışarıda bırakıyordu, o yüzden ret oyu verdik" dendi. Bu durum da şöyle tarif edildi: 

"...Karar tasarısı toplumsal muhalefetin partiler dışı dinamiklerini tamamen görmezden gelen, muhalefete yapılan baskıyı da neredeyse sadece Öcalan'ın cezaevi koşullarına dayandıran, bir siyasi partinin politik perspektifini muhalefetin diğer tüm bileşenlerini yok sayarak kağıda döken bir metin halinde konseyin oyuna sunulmuştur. Son olarak rapor, Türkiye'nin Demirtaş ile ilgili AİHM kararını uygulamaması halinde Türkiye'nin Avrupa Konseyi üyeliğinin geleceğini Bakanlar Komitesi'nde tartışmaya açacak kadar ileri giden bir hâl almıştır."

Burada belli ki "bir siyasi partinin politik perspektifini muhalefetin diğer tüm bileşenlerini yok sayarak kağıda döken" cümlesinden HDP'yi anlamak gerekiyor. Eh, bu açıklamaya şu şartlarda hak verebilirdim. HDP'liler çözüm sürecinde ettikleri laflar yüzünden hapiste olmasalardı, partinin eski eş genel başkanı iki yılı aşkın bir süredir siyasi bir motivasyonla alındığı ayan beyan belli bir kararla hapiste tutulmasaydı, bu tutukluluğun hukuk dışı olduğunu söyleyen AİHM kararı için iktidar tarafından "Bizi bağlamaz.." denmeseydi, tutukluluğu hükümlülüğe çevirmek için istinafta bekleyen dosya jet hızıyla öne çekilmeseydi vs vs. Bütün bunlar "bir siyasi partinin politik perspektifinin muhalefetin diğer tüm bileşenlerini yok sayarak kağıda dökme" olarak açıklanamayacak, demokrasi, hukuk ve insan haklarına dair hayati meseleler. 

Yanlış mı düşünüyorum? 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi