Turkovac'taki temel tartışmanın nedeni verilerin şeffaf paylaşılmaması

Turkovac'taki temel tartışmanın nedeni verilerin şeffaf paylaşılmaması
Yerli ve milli Turkovac'ın güvenirliği hakkında, 'aşının milliyeti olmaz' diyen TTB Genel Sekreteri Vedat Bulut aşı ile ilgili  verilerin şeffaf paylaşılmadığını söyledi.

Bilgehan Uçak'ın +Gerçek'te hazırlayıp sunduğu Gündemin Gerçekleri programına konuk Türk Tabipler Birliği (TTB) Genel Sekreteri Vedat, dünyada ve Türkiye’de süren Covid-19 pandemisi hakkında önemli değerlendirmelerde bulundu. 

"Hayat eve sığmıyor, hayat kimin evine sığıyor? Evinde ekmeği olanın, suyu olanın…" diyen Bulut 

Pandeminin ekonomik krizi tetiklediğini, ekonomik kriz de pandeminin şiddetini artırdığını söylerken, en çok yoksul sınıfları yani işçi sınıfını vurduğunun altını çizdi.

Yerli ve milli Turkovac’ın güvenirliği hakkında, "aşının milliyeti olmaz" diyen Türk Tabipler Birliği Genel Sekreteri Vedat Bulut ancak aşı ile ilgili  verilerin şeffaf paylaşılmadığını, ancak böyle bir veri paylaşımının ardından değerlendirme yapılabileceğini belirtti.  

Covid- 19 salgında durum nedir Vedat bey? Hem Türkiye, hem dünya olarak? 

Vedat Bulut: Salgında tüm dünya açısından çok kötü bir durumdayız. Nedeni de dikkat ederseniz son dönemde artık sıkı önlemlerin bırakılmış olması. Özellikle izolasyon süreleri kısıtlandı. Hatta pozitif çıkan sağlık çalışanlarının Amerika Birleşik Devletleri’nde işlerine gitmeleri serbest bırakıldı. İsrail gibi, Amerika gibi ülkelerde, yine Avrupa’da pek çok ülke hem izolasyon sürelerini kısalttı hem de işgücü kaybı olmasın diye bir takım önlemlerde gevşemeler yaptı. Çünkü artık ekonominin de dayanabilme durumu yok. 

Neredeyse salgın ikinci yılına geliyor. Türkiye için 11 Mart’ta başlayan, tüm dünya içinse zaten iki yılını tamamlamış bir pandemiyle karşı karşıyayız. Dünya yanlış bir uygulama yapıyor oysa tüm ülkeleri ilgilendiren bir sorun bu. G20’deki ülkeler sadece kendilerini aşılayarak, milyarlarca doz aşı alarak kendilerini koruyabileceklerini düşünüyorlar ama aşı girişinin olmadığı ülkeler var. Aşı girişinin %1 olduğu, sadece aşılamanın %1 olduğu ülkeler var. Tüm dünyada %50 kadar nüfusu ancak 2 doz aşıyla bağışıklayabilmişiz. Türkiye’de ise bu oran %60’ın biraz üzerinde. %85 rakamı gerçekçi değil, çünkü o 0-18 yaş grubunu içermiyor.

TÜRKİYE’DEKİ BASKIN VARYANT OMİCRON

Yani 18 yaşın üzerindeki nüfusun oranlarıyla iki doz bağışıklamadan söz ediliyor. Ayrıca, biliyorsunuz hatırlatma dozları da başladı. Tüm dünyada nüfusun %85’ini aşılamadan ne Delta, ne Omicron varyantları sona erer, ne de diğer varyantların gelmesi engellenebilir. Dünya kötü gidiyor. Türkiye’de vaka sayısı 80 bine dayandı. Omicron’un bir avantajı var: Yoğun bakım yatışları ve klinik şiddet açısından daha az hastaneye yatış var ama hızlı yayılıyor. Öbürlerine göre çok daha hızlı yayılıyor. Çünkü üstünde 100 tane mutasyon var ve tüm dünyada baskın varyant haline geldi. Dün Sağlık Bakanı da açıkladı, artık Türkiye’deki baskın varyant Omicron. Bu da şunu gösteriyor: Sonraki evrede eğer kapitalist şirketler aşı tekelini ellerinde tutmayı yine sürdürür, bu işi bir rant alanı olarak görürlerse dünya için iyi sonuçlar olmayacak. Bu bir kısır döngü. 

Pandemi ekonomik krizi tetikliyor, ekonomik kriz de pandeminin şiddetini artırıyor. Bu nasıl oluyor? Özellikle veriler şunu gösteriyor ki pandemi yoksul sınıfları vuruyor, yani işçi sınıfını. O kısıtlı bir kapalılık döneminde bile Türkiye’de 22 milyon işçimiz çalışmak zorunda kalmıştı. Yine hatırlayalım, 18 yaş kısıtlamaları geldiğinde Türkiye’de eğer çocuk işçiyseniz ya da genç işçiyseniz organize sanayi bölgeleri ya da fabrikalarda, dışarı çıkmanıza izin veriliyordu. Çünkü dünyada işçi sınıfı, dar gelirli aileler beslenme bozuklukları nedeniyle pandeminin temel hedefi halindeler. Bu ekonomik kriz işsizliği artırıyor. Ve tüm dünyada işsizliğin artması, özellikle dikkat ediniz gıda sektöründe iflas eden zincirleri göreceksiniz, gıda servisi yapan, yemek üreten, catering hizmetleri veren şirketleri vuruyor. Bunların tümünün çalışanları işsiz kaldı. Bunların getireceği önemli post-COVID dönem dediğimiz, yani COVID sonrası dönemde önemli sağlık sorunları bekliyor dünyayı. Dünyayı iyi şeyler beklemiyor.

İngiltere ve İtalya salgın konusunda önemli ülkeler oldular, başı çekmelerinin bir nedeni mi var? Yoksa biz mi yanlış yorumluyoruz

Vedat Bulut: Tabi ki özel nedenleri var. Örneğin Çin’de çıkan pandemi  ilk önce İtalya’da görüldü. Hatta Türkiye’de görülen ilk vaka da İtalya’dan gelmişti. Bunun bir nedeni şuydu: 15 Ocak 2020’de yılbaşıydı Çin’de ve Çinli işçiler Avrupa’dan yılbaşını aileleriyle kutlamak için Çin’e dönmüşlerdi. Yılbaşından sonra da Avrupa’ya geri geldiler. 

İtalya’nın bir özelliği var: 50 bin kadar Çinli işçinin çalıştığı birtakım Çin firmalarının İtalya’da kurulmuş çünkü Avrupa’da üretim yapabilmek için Çin firmaları İtalya’yı bir üs olarak tercih ettiler. 50 bin işçi ile orada çalışıyor ve bu işçilerin geri dönüşünde tabii İtalya sınırlarında kontrol yapamadı. Daha doğrusu pandeminin bu kadar ağır geçebileceğini bilmiyordu. Hatta %8 oranında ölümler oldu biliyorsunuz. Yani Avrupa’daki en yüksek ölüm oranlarından biri İtalya’da gerçekleşti. 

Bunun da birkaç sebebi var: Yaşlı nüfus ve solunum cihazlarının yetersiz olması en başta. Türkiye’de yoğun bakım imkanları İtalya’ya göre biraz daha iyi. İngiltere ve İtalya’nın ikinci bir özelliği de şu: Liman kenti olarak Afrika’dan, özellikle mal sağlamada, lojistikte en yoğun kullanılan limanların bu iki ülkede olması. Omicron varyantı çıktığında hemen hızla Avrupa’nın liman kentlerinden yayılmaya başladı. Hatta Türkiye’yi de hatırlayalım: İzmir ve İstanbul’da başladı. Altı vakadan bahsetti Sağlık Bakanı, beşi İzmir’deydi, biri İstanbul’daydı. Havalimanları biraz daha iyi kontrol edilebilir ama Türkiye’nin kara sınırları ve özellikle denizcilikle ilgili ticari limanları kontrol etmesi biraz daha zayıftır. 

Örneğin pandeminin başlangıcında hatırlayalım, Çin firmaları, Alibaba gibi kargo firmaları bile artık mal gönderemez hale gelmişlerdi. Hatta çok yoğun bir kriz de yaşadılar bundan dolayı. İngiltere ve İtalya’nın özelliği bu. İtalya’nın özellikle Çinli işçileri çok bulundurması bir sorun yaratıyor salgının yayılması açısından. Yine Hong Kong nedeniyle pek çok sayıda Çinlinin de İngiltere’yi ikamet için tercih etmiş olduğunu biliyoruz. Yine liman kenti olarak da en çok lojistiği bu iki ülkenin Afrika’dan alması… Nedenleri bunlar. Bir şeye çok dikkat çekelim: Özellikle yeni varyantlar Afrika ve Latin Amerika ülkelerinden çıkıyor. Çünkü buralara aşı ulaşmadı.

Türkiye’de aşılamada ne durumdayız?  Salgını sürecinde yanlışlar mı yapıldı? Yoksa salgınların normal süreci mi böyle?

Vedat Bulut: Pandemilerde en önemli olan şey ilk altı ayda - özellikle böyle bir pandemide - %80-85 bağışıklığı elde etmektir. Tıpta "toplumsal bağışıklık" denilen eşik değerler pandeminin üreme hızıyla ilgili olarak epidemiyologlar tarafından hesaplanır ve ne kadar nüfusun aşılanabileceğine dair hesaplamalar da o şekilde yapılır. Bunun çok hızlı bir şekilde yapılabilmesi gerekiyordu. Biliyorsunuz ki 10 yıl kadar önce çıkan bu virüsün öncü atakları hızla mutasyonlarla yok oldular ve tam aşı çalışmaları o evredeyken devam etmedi. Ama o aşı çalışmaları bir altyapı  olarak kaldı. Onun üzerine informatik teknolojideki ve biyoteknolojideki, son dönemdeki hızlı, devasa gelişmeler nedeniyle de çok hızlı aşı prototipleri üretilebildi. 

RUHSATLI AŞILAR TÜM DÜNYAYA ULAŞIRSA PANDEMİ ÖNLENEBİLİR

Şu anda dünyada dokuz tane ruhsat almış aşı var. Bu aşıların dünya nüfusuna çok hızlı ulaştırılması halinde pandemi önlenebilir. İkincisi dünyada yapılması gereken bir diğer önlem de işçi sınıfı ya da yoksul sınıfı gözetmek, kapanma önlemleri sadece beyaz yakalılar için ya da belli ekonomik durumu iyi olan insanlar için düşünüldüğünde bu çalışmıyor. Bakın "Hayat Eve Sığar" diye bir uygulama var değil mi dünyada da? Batı’da da evde kalmaya yönelik bir takım propagandalar yapıldı. Bunun çalışmadığı ortaya çıkıyor. Hayat eve sığmıyor çünkü. Hayat kimin evine sığıyor? Evinde ekmeği olanın, suyu olanın…

Evine ekmek götürmek zorunda olan insanların artık kendi evlerinde kalabilme imkanları yoktu. Bunu baştan görebiliyorduk. Yani bu Amerika için de böyleydi. Bakın, mesela siz belki unutmuş olabilirsiniz, hafızanızı zorlayın: Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere, Fransa gibi ülkelerde başlangıçta çok ölümler oldu ve ceset torbaları hastanelerin etrafındaki çöp bidonlarının yanındaydı. Çok iyi hatırlayın o ilk günleri. Bu ölen insanların kaydının tam tutulduğunu düşünmüyoruz. Çünkü evsiz barksız insanlardı bunlar. Yani mukavva kutularla yaşayan, metroların sıcak ortamlarda ya da bir apartmanın, bir AVM’nin köşelerinde yaşayan insanlardı. Bunların sosyal sigorta kayıtları bile yok. Bugün Amerika nüfusunun 50 ila 70 milyon kadarının sigortası yok. Yani bir hastaneye gitseler, COVID ile ilgili olarak bile tanı ve tedavi alabilme imkanları yok. Türkiye’de de bakın benzer bir senaryo…

Vedat Bey, gelelim bizim bu yerli ve milli aşı Turkovac’a. Turkovac için resmi ağızlardan söylenenler başka, bir grup doktorun söylediği başka. Açıkçası çok büyük bir kafa karışıklığı olduğunu düşünüyorum. Siz ne demek istersiniz bu konuda?

Vedat Bulut: Türk Tabiplileri Birliği yerli aşı üretimi ve yerli biyoteknolojinin geliştirilmesini her zaman savunmuştur. Hatta Hıfzısıhha’nın kapatılmasına da karşı çıkmışızdır. Türkiye geçmişte aşı üreten, biyoteknolojik ürünlerin bir kısmını üreten ülkeyken, şimdilerde %85 oranında dışa bağımlı olan bir ülke. 

TURKOVAC’TAKİ TEMEL TARTIŞMANIN NEDENİ VERİLERİN ŞEFFAF PAYLAŞILMAMASI

Turkovac aşısı Türkiye’deki dokuz aşı çalışmasından biri. Çıkan tartışmaların nedeni verilerin şeffaf paylaşılmamış olması. Biz geçen sene, Sinovac aşısı da Türkiye’ye geldiğinde yine aynı soruları sormuştuk Sağlık Bakanlığına. Örneğin "aşı kullanım onayı" denilen bir kılavuz ve aşı kullanım onayı maddeleri var, bunun bir mevzuatı var. Bu mevzuata nasıl uyuldu? Hangi heyetler neye göre karar verdi? Bilim heyetleriyle bu raporların paylaşılmasını istedik. Bu yapılmadı. 

Turkovac’taki bu temel tartışmanın nedeni verilerin şeffaf paylaşılmaması. Türkiye’deki temel sorun da bu, Sağlık Bakanlığı pek çok konuda şeffaf davranmıyor. Yani basit bir örnek vereyim size: 2020 yılında "kim, neden öldü?" istatistiği yok şu anda Türkiye’de. 

Bunu örneği şunun için veriyorum: Benzer şeffaflık bütün verileri etkiliyor. Niçin önemli 2020 ölüm rakamları? Türkiye’de pandemiden ne kadar kişi öldü? Hidroksiklorokin kullanmayan ne kadar kişi öldü? Ya da fazladan ölümlerin nedenleri nelerdir? Acaba gerçekten 70 bin kişi mi bu yoksa 200 binden fazla kişiyi COVID’den kaybettik? Kayıtlara mı girmedi? PCR’da mı kaçırıldı? Teşhis mi edilmedi?

Vedat Bulut: COVID-19 hastalığı diyebilmek için hangi koşul var Türkiye’de? PCR’ın pozitif olması değil mi? Peki PCR kitiniz eğer iki vakadan birini kaçırıyorsa bu ne demektir? Mevcut vakanın iki ile çarpılması demektir. Tanı kitlerimiz maalesef, "post negatif" deriz biz ona bilimde, tıp dünyasında, yanlış negatif sonuç üretebiliyor. Türkiye’de iki vakadan birine tanı konulabiliyor.

Dolayısıyla ötekine aslında yanlış tanı konuyor, değil mi? 

Vedat Bulut: Hayır, yanlış tanı konmuyor da atlanıyor. COVID-19 semptomatik, bulaştırıcı. Örneğin siz şu anda sağlıklı görünüyorsunuz, ben sağlıklı görünüyorum ama bulaştırıyorsak ve şüphelenmişsek; temaslıysak örneğin, ailemizden biri ya da iş yerimizdeki biriyle temaslıysak, biz test yaptırıp sonuç negatif çıktığında "bulaştırıcı değiliz" diyerek toplumda geziyoruz. Ama bulaştırıyoruz! 

Zaten bulaşmanın nedeni bu tüm dünyada. Türkiye’de özellikle bu. Çünkü pozitif olan kişiler bulaştırır. Bu nedenle vaka sayısı en az iki katı. Bunu daha farklı yöntemlerle çarpımlayanlar olabilir ama en az iki kat. Türkiye’de zaten Sağlık Bakanının vermiş olduğu ölüm rakamlarının 150 bin kadar fazlasının, fazladan ölüm olduğunu Türk Tabipler Birliği açıkladı. Bunu nasıl hesapladığımızı da anlatayım: Geçtiğimiz 5 yılın ölüm rakamlarını alıyorsunuz, bunun ortalamasını çıkarıyoruz. Bu ortalamanın benzer bir şekilde nüfus artış hızı da hesaplanarak beklenen bir sayıda olması gerekiyor. Yani savaş yok, başka bir zehirlenme yok, ne bileyim fazladan kitlesel ölüme yol açabilecek bir etken yok. İşte TÜİK o yüzden yayınlamıyor bunu. Çünkü TÜİK bunu çıkardığında gerçek görülecek. Zaten Sağlık Bakanı da "100 bin kadar açıklayamadığımız ölüm var" dedi. Yani sonunda itiraf etmek zorunda kaldı ama onu Türkiye İstatistik Kurumu’nun da rakamlarını açıklaması gerekiyor ki bizler de bir diğer hesaplamayı yapabilelim. Bu matematiksel bir denklem ile ilgili. 

Yerli ve milli aşıyı olmak iyi midir, kötü müdür? Olmalı mıyız? Beklemeli miyiz?

Vedat Bulut: Verilerin şeffaf paylaşımından sonra olabilirsiniz. Aşının milliyeti olmaz, onu söyleyelim. 

Veriler olursa bilim dünyası şuna karar verir: Aşı koruyuculuğu ne kadardır? Yüzde kaç? Bu oran bilinirse, bu bize iki nedenle gerekli. Bir; toplumsal bağışıklığı %85  oranında yakalayabilmek için kaç popülasyon grubu, hangi aşıyla aşılandı? Çünkü kimisinin koruyuculuk oranı %92, kimisinin koruyuculuk oranı %82.3, kimisinin koruyuculuk oranı %51, değil mi? Mesela Sinovac’ın ilk çıkan aşısı Brezilya’da iki aşılıdan birini koruyordu. Hatırlıyorsunuz, hatta bu DSÖ çıtası "%50’nin üstünde koruyuculuğu olan aşılara aşı kullanım onayı verebilirsiniz," dediği için Türkiye’de de kullanıma girdi. Türkiye’de 65 yaş üstü çalışması o dönemde yoktu. Eğer elimizde uluslararası standartlarda %50’lik koruyuculuk oranının üstündeki çıtada hangi aşı varsa, kim, hangi aşıya en erken ulaşabiliyorsa aşılansın.  Çünkü hastalığı geçirdikten sonra yoğun bakımlarda yatmak ya da büyük sorunlar yaşamak, ekonomik sorunlar yaşamak daha ağır. En ucuz tedavi dünyada herkes bilir ki bağışıklamadır. Peki insanların hasta olmasını kimler ister? Yani "aşılamayalım, herkes hasta olsun," diyenler kim? Özel sektör. 

"Tedavi edici hekimlik" ücretli yoğun bakımlarda, pahalı ilaç tedavileriyle tedavi etmek istiyorsa aşı karşıtı lobiyi çalıştırır. Aşı karşıtı lobinin sorunu budur. Aslında özel sektör için çalışıyorlar. İtalya’da ve Amerika’da bu lobi için çalışan bir takım grupların "tedavi edici hekimlikle" finansal ilişkilerinin olduğu ortaya çıktı. Türkiye’de o yüzden aşı karşıtlığı kesinlikle olmamalı ama aşı endişesini gidermek açısından da Sağlık Bakanlığı verileri şeffaf bir şekilde bilimsel olarak paylaşmalı. Bu makaleler yayınlanmalı ve bilim ortamı da bunda şeffaf bir şekilde karar verip, "evet bu aşıyı olun" diyebilmeli. Biliyorsunuz bir hocamız "henüz aşı olun önerisinde bulunamıyorum" demişti. Çünkü elimizde veri yok. 

 

Öne Çıkanlar