Alışmadık kıçta don durmaz

Okulda açlıktan bayılan çocukların olduğu bir ülkede bir süredir “zenginlik en rezil nasıl yaşanır” isimli bir TV şovu izliyor gibiyiz. “Alışmadık kıçta don durmaz” misali hazmedilmemiş, hak edilmemiş zenginliğin çirkin ve kalın trajedisini takip ediyoruz

Memlekette kolay yoldan para kazanma hevesi Fatih Terim ile başlamadı elbette. Çarpma, dolandırma, vur-kaç, mala çökme, komşuya çökme gibi kavramlar meşrudur bizde. Gururla anlatılan aile hikayeleridir. Hatta “Ermeni Altını”, “Rum evi” dediğiniz mezar soygunculuğu bugünkü Türk burjuvazisinin harcını, temel motivasyonunu oluşturmuştur diyebiliriz. Yıldırım Demirören yaşıyor, inanmayan ona sorsun.

Fakat bu kez karşımıza çıkan mesele farklı ve pek çok açıdan ilgiye mazhar olan bir dolandırıcılık hikayesi. Ülkenin futbol milli takımını yöneten Fatih Terim’in yakınlarından tutun da anlı şanlı futbolculara, iş insanlarına kadar pek çök önemli ismin milyonlarca dolarına çökmüşler. Kısa zamanda servetlerini ikiye, üçe katlayacağını düşünen pek çok tanınmış kişi çantalar içinde paralarını Seçil Erzan isimli bir banka müdiresine teslim etmişler.

Arda Turan gibi Emre Belezoğlu gibi eski milli starlar yıllardır edindikleri tüm serveti yitirmişler. Emre daha çok kazansın diye gidip Acun Ilıcalı’dan borç alıp parayı fona para yatırmış. Arda Beyoğlu’ndaki arsasını satıp parayı fona yatırmış

Lastik markası antetli A4 kağıda atılmış imzalarla tüm parasını kaptıranlar var. Tam bir rezalet, tam bir ahmaklık, tam bir pespayelik söz konusu.

Süleyman Soylu döneminde uluslararası mafya cennetine, suçun merkezine, olay mahaline döndürülen memlekette suçun envai çeşidini gördük zannediyorduk. Görmemişiz. Yeniden, topluca ve hep bir ağızdan “pes artık, bu kadar da olmaz” dedik.

Üstelik adı “Fatih Terim Fonu” olarak anılan bu tezgâhta parasını kurtaran ve hatta kar eden tek isim Fatih Terim olmuş. Terim’in Arda’nın kayıp 15 milyon doları kadar karda olduğu iddia ediliyor. Başka bir deyişle Arda’nın serveti Terim’e gitmiş.

Yine iddia odur ki parasını kaptıranlar Mehmet Ağar, Recep Tayyip Erdoğan gibi isimlere başvurmuşlar. Onlar bile kayıp parayı kurtaramamış.

Mesele hırslı bir banka müdiresinin sıcak para ile dans ettiği bir borsa macerasının kaçınılmaz sonu mudur, arkasında daha büyük bir film var mıdır bilemiyoruz. Erdoğan’ın çözemeyeceği kadar büyük bir tezgâhı kim kurabilir insanın aklı almıyor.

Belki de mesele o kadar karmaşık değildir. Belki de sadece “hırs” suçludur.

Selçuk Parsadan, Emekli Orgeneral Necdet Özturun’un sesini taklit ederek dönemin Başbakanı Tansu Çiller’i telefonla arayıp “Kemalistler Derneği” için örtülü ödenekten 5 buçuk milyar çarptığında da tek başınaydı.

Galat Kulesini, tramvayı, şehir hatları vapurlarını, kent meydanlarındaki saatleri satan Sülün Osman da örgütlü çalışmıyordu mesela. Hep tek tabancaydı. Belki birkaç ayakçı…

Bir gazeteye verdiği röportajda dolandırıcılık mesleğini şöyle savunuyordu Sülün Osman:

“Benim dolandırdığım insanlar dolandırıcıydı aslında. Yani bana yaklaşma sebepleri beni dolandırmaktı. On tane bilezikle geliyorum adamın önüne akşam vakti. Kuyumcunun kapısındayız. Dükkan kapalı. Karımın hastalığını anlatıyorum, acilen bilezikleri bozdurmam gerektiğini, o an nöbetçi eczaneye gidip hastaneden istedikleri ilaçları almamın şart olduğunu söylüyorum falan. Hakiki olsalar bileziklerin fiyatı bin lira. Diyorum ki 300 liraya ihtiyacım var. Paranın gerisi umurumda değil, yeter ki karım ameliyat masasında kalmasın... Adam sabah kuyumcuya gidip bilezikleri bin liraya bozdurabileceğini ve birkaç saat içinde havadan 700 lira kazanacağını düşünüyor. O arada benim ayakçım da ortaya çıkıyor ve o almak istiyor bilezikleri. Telaşlanıyor adam kazanç imkânı kaybolacak diye. 300 lirayı verip alıyor bilezikleri, ben de kayboluyorum ortalıktan. Adam ertesi sabah kuyumcuya gidip de bileziklerin sahte olduğunu öğrenince, dolandırıldım, diye karakola gidiyor. Ve ben aranıyorum. Demiyorlar ki ona, be adam bin liralık bileziği 300 liraya almayı düşünürken aklında ne vardı, diye. Gayet açık ki, beni dolandırmayı planlamıştı. Ben hayatım boyunca beni dolandırmaya kalkışmamış tek bir kişiyi dolandırmadım."

Olaydan sonra oluşan “oh olsunlar” korosunun böyle söylemek için pek de yabana atılmayacak haklı gerekçeleri var malum. Fakat yine de dolandırılan insanların kişisel hırsları sebebiyle de olsa tüm birikimlerini kaybetmeleri üzüntü verici.

Karmaşık hisler içindeyiz. Okulda açlıktan bayılan çocukların olduğu bir ülkede uzun süredir “zenginlik en rezil nasıl yaşanır” isimli bir TV şovu izliyor gibiyiz.

“Alışmadık kıçta don durmaz” misali hazmedilmemiş, hak edilmemiş zenginliğin çirkin ve kalın trajedisini takip ediyoruz.

“Faiz geliri elde etmek için tertip edilmiş fon ve finans oyunları, bu fonlara bağlayan tanınmış simalar, çanak tutan sahtekar bankacılar, saçlarına dolardan bukleler yapan şaibeli soytarılar milletimizde haklı bir öfkeye neden olmaktadır.” diye açıklama yapan Devlet Bahçeli gibi düşünüyorum. Bunlar memleketin asabını bozuyor. Kalan tortu öfke oluyor.


Hayko Bağdat: 1976 yılında Rum bir anne ve Ermeni bir babanın dördüncü çocuğu olarak İstanbul’da doğdu. 1994’de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü‘ne başladı. Babasının beklenmedik vefatı sebebiyle eğitimini tamamlayamadı. 2002'de Yaşam Radyo’da Türkiye’de ilk azınlık sorunlarını gündeme taşıyan “Sözde Kalanlar” programı ile gazeteciliğe başlayan Bağdat, Türkiye’nin önemli basın organlarından gazetecilik, köşe yazarlığı ve yorumculuk yaptı. 2007'de katledilen Hrant Dink’in ardından kurulan ve adalet arayışını sürdüren “Hrant’ın Arkadaşları” ekibinin kurucuları arasında yer alan Bağdat’ın “Türkiye’de Ermeni ve öteki olmayı” anlatan ilk kitabı ‘Salyangoz’ 2014’te, ikinci kitabı ‘Gollik’ 2015 yılında, üçüncü kitabı ‘Kurtuluş Ҫok Bozuldu’ ise 2016 yılında okurlarıyla buluştu. Kitabından esinlenerek kurguladığı tek kişilik gösterisi Salyangoz, 2016’da seyirci ile buluştu. 2017’de Almanya’ya taşınan Bağdat, Berlin’de gazeteci...

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hayko Bağdat Arşivi