İktidarın hali ne kadar parlak?

14 Mayıs seçimlerinden sonra iktidar yapıları seçim galibiyetine muhtemelen sadece ilk gün sevinebildi. Seçim öncesi muhalif yapıların ülkenin geleceği açısından söylediği olumsuz beklentilerin hepsi yavaş yavaş ortaya çıkıyor.

‘’Her uygarlıkta ekonomi, politika, yasalar, din, eğitim birbirine bağlıdır; her biri ötekine dayanır ve oluş nedeni ötekilerine bağlıdır. Bütün bu güçler içinde ekonomi en önemlisidir, temel etmendir. Yapının temel direği, üreticiler olarak insanlar arasında var olan ilişkidir. İnsanların yaşama biçimini, geçimlerini sağlama biçimleri, belirli bir toplumda, belirli bir anda hüküm süren üretim biçimi, belirler.’’

Leo Huberman

Her hafta daha kültürel, belki kendi renklerimden konuları yazmaya niyetleniyorum. Bu alandaki boşluktan dolayı böyle bir ihtiyacın hasıl olduğunu düşünüyorum. Fakat öyle bir memlekette yaşıyoruz ki genel gündem bireysel gündeme izin vermiyor. Siyaset, insan hakları, ekonomi hakkında kelam etmeden bir yazı yazmak ne yazık ki mümkün olamıyor.

SEÇİM SONRASI MUHALEFET

Muhalefet, seçimlerden sonra üzerinden adeta buldozer geçmiş gibi. Tüm muhalefet, seçim sonrasında kendi içinde bölünmüş durumda. Ana muhalefetin kongre sürecindeki durumu ortada. HDP’nin yasal sürecindeki belirsizliği ve YSP’nin isminin bile tartışıldığını görüyoruz. İyi Parti’de seçim sonrası kopmalar olduğunu okuduk. Benzer durumlar Meclis’te bulunan tüm muhalif yapılar için geçerli aslında.

SEÇİMİ İKTİDAR DA KAYBETTİ

Bence ilginç olan şu ki her şeyi dümdüz ezip geçen bu buldozer iktidarın da üstünden geçiyor. Bu alt başlığı okuyunca ilk önce tepki verebilirsiniz. Fakat birlikte düşünelim.

14 Mayıs seçimlerinden sonra iktidar yapıları seçim galibiyetine muhtemelen sadece ilk gün sevinebildiler. Seçim öncesi muhalif yapıların ülkenin geleceği açısından söylediği olumsuz beklentiler ne varsa yavaş yavaş ortaya çıkıyor.

Kazanan iktidarın aslında bir anlamda kaybettiğini de söylemek mümkün. Eğer amaç seçimi kazanmak değil de ülkeyi refaha kavuşturmaksa, bu seçimin en büyük kaybedeni şu anda iktidardır demem yanlış olmaz. Yaşanan olumsuzluklara çözüm acil bulunmadığı takdirde bu mutlaka misliyle iktidara geri döner. Halkaların öfkesi büyüyor.

DÖVİZ ARTIŞI VE FAİZLER

Seçim öncesi, birçok kişi dövizlerin artacağının farkındaydı. Kimde kaç para varsa, herkes koşa koşa döviz bürolarının yolunu tuttu. O günleri hemen hatırlayalım. Doların 28.000’e, Euro’nun 30.000’e çıkacağı ekonomistler tarafından her yerde zikrediliyordu. Devlet, kur korumalı mevduat sistemiyle bir süre dövizin yükselişini engellemeye çalıştıysa da başarılı olamadı. Beklenen oldu, reel bakışla yorum yapan ekonomistlerin öngördüğü gibi döviz kurları tavan yaptı. Hatta tahminlerin de üzerinde bir artış ile karşı karşıyayız. Kur korumalı mevduatlarda biriken faiz, son üç ayda dövizin artışıyla beraber yatırılan ana paranın üçte birinden fazla faiz verdi. Eh bu faizlerin merkez bankası desteğiyle verilmesi gerçeğini düşünürsek kimden çıktığı ortada.

İktidarın pembe tablo çizen sözlerini artık duymuyoruz. Onun yerine sabır, sabır dedikleri açıklamalarını dinliyoruz. Sözde ekonomi patronu Mehmet Şimşek’in karizması bile yüksek faizli kredi bulamıyor. Bankalarda günlük faiz oranlarının arttığı bu ortamda, iktidar yapısının sadece sabır demekle bu sorunları çözemeyecek boyuta geldiği çok net. Toplum panik içinde, ticaret ise neredeyse durma noktasında.

EMEKLİYE ZAM

Emeklileri ve çalışanları ezdirmeyeceğiz sözleri tam anlamıyla sözde kaldı. Artık her evde ekonomik durum siyasetten daha etkili bir realite olarak yaşanıyor.

Emeklilere yapılan veya hiç yapılmayan düzenlemelerin ardından, bir nebze derman olmak için itirazıyla çıkış yapan iktidar ortağı Devlet Bahçeli’nin sözlerinin bile yok sayıldığı bir ekonomik daralmayla karşı karşıyayız. O ilk muhalif çıkışından sonra Sayın Erdoğan’la görüşen Sayın Bahçeli sessizliğe büründü. Anlayacağınız, bu dönem düşük emekli maaşı alanlar, yapılan sözde zamlı maaşlarla yine aynı rakamı alacak. Yani zam süsü verilmiş 7.500.00 TL’yi almaya devam…

DIŞ POLİTİKA

Bugünlerde Rusya’ya yakın duran politik söylemlerden kısmen uzaklaştığımızı fark ediyorsunuzdur muhtemelen. Bu dış politika manevralarının kısa sürede etkili olacağını planlamak, aslında dış politikada uzun süreli planlama yapılamadığının da göstergesi. Bu durum ülkenin diplomasisi açısından ciddi anlamda prestij kaybına neden olmakta.

Sayın Erdoğan, İsviçre’nin NATO’ya kabulü konusu gündemdeyken Türkiye’nin AB’ye kabulüyle ilgili açıklamalarda bulundu. Geçmiş süreçlerin çok gerisinde bir durumda olan Türkiye, statü olarak 3. Dünya ülkelerine yakın bir bakış açısıyla AB tarafından kabul görüyor. Sayın Erdoğan’ın realiteden uzak talepleri, AB konusundaki diplomatik başarısızlığının net bir kanıtıdır.

Sayın Mehmet Şimşek, dış ülke gezilerinin startını ekonomiye kaynak bulmak amacıyla Arap diyarlarında vermişti. Bu gezide karizmatik ekonomist Şimşek, yeterince sıcak para bulmayı başaramadı. Şimdi de Sayın Erdoğan bu geziye çıktı. Aslında diplomatik amaçlardan ziyade sıcak para bulma çabasıyla yapıldığı herkesin malumu.

Bu geziden gelen ilk görüntüye göre, yurtdışından alınan toplama malzemelerle montajlanan İHA satışı dışında anlaşmaya varılamadı. Bunun dışında nelerin satıldığını da bilmek şu an için çok zor. Fakat geçmişe baktığımızda tahmin etmesi güç değil.

GÖÇMEN VE SIĞINMACI POLİTİKALARI

Göç İdaresi Başkanlığı, Türkiye genelinde sığınmacı sayısının 4 milyon 893 bin olduğunu açıkladı. Bu sayının ne kadar doğru olduğu bilinmez. Resmi sayının dışında, kaçak yollarla ülkede bulunan 10 milyondan fazla sığınmacının olduğu söyleniyor. Göçmen ve sığınmacı politikalarındaki yanlışlar nedeniyle ciddi anlamda göçmen karşıtı bir direncin ortaya çıktığını görüyoruz. Konut sorunu ve kültürel farklılıklar en büyük sorunlar arasında. Geçmişte göç etmek zorunda kalan insanların gelmesi, diplomaside avantaj olarak görülmüştü. Bu hep koz olarak kullanılmıştı.

Bugünlerde ekonomi sorununu bile gölgede bırakan bu konu aslında iktidarı zorlayan en önemli konuların başında geliyor. Bu soruna kalıcı bir çözüm üretecek bir perspektif ise ne yazık ki yok.

ADALET VE HUKUK

Siyasi tutukluların ve seçilmiş vekillerin rehin kalma durumları devam etmekte. Ülkede savcı ve hakimlerin yerlerinin değiştirilmesine şahit olduk. AİHM kararlarını yok sayan bir hukuk sisteminin içindeyiz ve muhtemel yaptırımlarla ne yazık ki karşı karşıyayız. Parti kapatma davaları sürüyor. Bu nedenle, aslında iktidar her ne kadar bu konuları görmezden geliyormuş gibi yapsa da gerçek hiç öyle değil. Adil bir adalet anlayışından uzaklaşmak global bir dünyada kabul edilmesi mümkün değil.

TARİKATLAR VE SİYASİ DİNCİLİK

Menzil Şeyhi Abdülbaki El-Hüseyni’nin ölümü sonrasında, bazı muhalif medya organlarında Menzil tarikatının gücü gündeme geldi. Haberler sanki yeni bilgi edinilmiş gibi yapıldı. Oysaki epeyce güçlü tarikatların ülkemizde boy göstermesi herkesin çok iyi bildiği bir gerçek. Sevelim ya da sevmeyelim, tarikatlar bu coğrafyanın yadsınamaz bir gerçeği. Fakat bu tarikatların siyasette güç odağı olmaları asıl sorunu oluşturuyor. Bu nedenle siyasetin içinde yer alan tarikatların da iktidar yapısı için gelecekte sorun teşkil etmesi muhtemeldir. Bugün iktidarı destekleyen tarikatlar yarın başka yönlere de kayabilir. Bunu kısa süre önce şahit olunduğu unutulmamalı.

İşin özü memleketteki sorunları başlık olarak daha da çoğaltabiliriz. Fakat kesin olan şu ki bu seçim iktidar cephesi tarafından da kazanılmadı. Kazanılan seçim sonrası bu kadar huzursuzluk olmazdı.

YENİ BİR MUHALEFET ANLAYIŞI VE YENİ HİKAYE İHTİYACI

Yakın zamanda kongrelerin ardından yine 1. gündem maddesi belediye seçimleri olacak. Bu konuda aynı hatalar tekrarlanmadan, geleceğe dair umut aşılayan genç ve dinamik bir muhalif yapılanmaya ihtiyaç var. Hepimiz şu anda artan vergilerin ve her şeye gelen zamların gerçekçi bir muhalif söylemle eleştirilmediğinin farkındayız. Neredeyse bu zamlar iktidara oy vererek hak edildi diyecek kadar sessiz bir bekleyiş içinde muhalif yapılar. Fakat çok net ki oy verenler de dahil olmak üzere herkes diken üstünde. Bu durumu değerlendirecek muhalif bir söylem oluşturmaya ve umut verici yöntemleri pratik olarak anlatmaya her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyuluyor. Bunun için zemin de var, imkân da.

SON SÖZ (TÜRKİYE-ERMENİSTAN)

Türkiye-Ermenistan kara sınırındaki kapılardan biri olan Margara (Alican) sınır kapısının Ermenistan tarafında çalışmalar başlamış. Taraflar arasındaki normalleşme sürecinde bu küçük adımlar bile umut verici. Geçen haftalarda yeni bir havayolu şirketinin açıldığı haberini de gördüm. Ermenistan ziyaretim sonrasında, bireysel olarak gitmek isteyen Türkiyeli dostların sürekli sorularıyla karşılaşıyorum. Bazıları ülkelerin tarihsel sorunları nedeniyle kaygılarını dile getiriyor. Bana göre bu kaygılar, temasla aşılmaya çalışılmalı. Umuyorum ki kısa sürede bunu aşmanın ilk adımı sınırların açılması ile atılacak.


Murad Mıhçı: Ermeni yazar, siyasetçi, aktivist. 1975’te İstanbul'da doğdu. 2010’da Eşitlik ve Demokrasi Partisi Parti Meclis üyesi oldu. 2014’te İstanbul Halkların Demokratik Partisi İl yönetiminde görev alıp basın sözcüsü görevini yürüttü. 2015 yılında yapılan 7 Haziran ve 1 Kasım seçimlerinde HDP İstanbul 1. Bölge Vekil adayı oldu. 2016 ve 2017 'de Halkların Demokratik Partisi 2 Kongresi’nde Parti Meclis ve Merkez Yürütme Kurul üyesi görevlerini üstlendi. Halklar İnançlar ve Genişleme Komisyonlarında çalışma yürüttü. Turnusol, Agos Gazetesi (misafir yazar), Demokrat Haber'de yazarlık yaptı. ''Yeniden İnşa Et '' kitap yazarlarından.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Murad Mıhçı Arşivi