Milli maçlarda sevinmek caiz midir?

Sevindim kadın sporcuların zaferine. Bir barbarlık geleneğinin bugünkü hedefidir onlar. Kadın ve LGBTİ+ kimliklerine karşı yaşananlar 6-7 Eylül olaylarından daha az değil. Kılıçdaroğlu’ndan daha fazla moral verdiler direnenlere. Ellerine sağlık.

Şişli, Kurtuluş, Ergenekon Caddesi’nde oturuyorduk. 6 kişiden oluşan bir aile idik. Ben, Jaklin, Janet, Jermen ablalarım. Annem Keti, babam Herman. Bir de tekir kedimiz vardı. “Leydi, Güzel Kız”

4-5 yaşlarında olmalıyım. Daha okula gitmiyordum. O vakitler çocuk olanların akıllı telefonu, tableti yoktu. Onu bırak tek kanal olan TRT1’de henüz gündüz yayını bile yoktu. Evin en küçük ve tek erkek çocuğu olarak çok sıkılan, sıkıldıkça etrafına sataşan bir haylaz olduğum gerçektir. Jaklin ablam aile sofralarında hala o dönemki haydutluklarımı anlatır, beni çocuklarıma şikayet eder durur.

Bu sıkılma nöbetlerinde kıyafet dolabını, onun üzerindeki hurçları, yazlıkları, kışlıkları komple indirip yeniden düzenleme oyununu oynamam ancak annem yokken girişebildiğim bir eylemdi.

Annemin yasaklarını hiç dinlemedim ben.

Üstelik pek eğlenceli oluyordu dolapları karıştırmak. Bazen hiç görmediğim eski bir kartpostal, bazen varlığını çoktan unuttuğum bir eldiven, bazen üzerinde Rumca yazdığından içinde ne olduğunu bilemediğim plaklar keşfederdim. Tüm güne yetecek bir eğlence çıkardı genelde. Ertesi gün yine sıkılırdım.

O gün dolabın üst rafında , arkalarda, düzenli katlanmış bir Türk Bayrağı bulmuştum. Anlatamam size sevincimi. O bayrakla zafer yürüyüşü, masa örtüsü, camdan sarkıtıp rüzgarla dans, kedimiz Leydi’ye abiye elbise, neler neler oynadım. Bu kez en az bir hafta yetecek oyuncak bulmuştum kendime. Keşke daha önce bulsaydım.

Annem eve geldiğinde bu kez farklı kızmıştı bana. “O bayrağın yerini asla değiştirme, yırtılmasın, ütüsünü bozma. O bayrağa bir daha dokunma”

Ne oluyor be?

Dantel işlemeli örtülere aseton dökmüş, battaniye kenarına dönmesi için alınmış pahalı kırmızı kurdeleyi paramparça etmiş çocuğum ben. Ne yaptık ki bayrağa? Sapasağlam duruyor işte…

Çok konuşmamıştı ama bir daha yerini bulamayacağım şekilde saklamıştı bayrağı annem.

Çok yıllar sonra yine haylazlıklarımın anlatıldığı bir aile sofrasında hatırladım ben bunu. Biraz da matrak olsun diye sordum.

“Mama, senin derdin neydi bayrakla? Türk milliyetçisi miydin sen o zamanlar yoksa yahu?”

Sessizleşti önce annem. Sonra anlattı gerekçesini.

6-7 Eylül pogromunda 14 yaşındaymış. Hani o ellerinde bayraklarla kamyonlara binip gelen hırsızların, yağmacıların 4 bin 214 ev, bin iş yeri, 73 kilise ve 26 okulu yakıp yıktığı 1954 yılı.

Hani o tarihi utanç dönemi. Yarın yıldönümüdür…

Tarlabaşı’nda oturuyorlarmış o vakitler. Annem, ufak erkek kardeşi, yayam, dedem. Ellerinde bayrak, sloganlarla, sopalarla gelen kalabalığın uğultusu sokağın başına kadar gelmiş. Üstelik mahalleden yağmaya katılanlardan biri bağırmış “bu binada 14 yaşında bir kız var. Gördüydüm ben onu eve girerken”

“Üst komşudan Allah razı olsun. Bir bayrak getirdi bize o kargaşada. Babam cama astı onu. Kalabalıklar Türk evi zannettiler bizi. Es geçtiler. Evde bayrak hep olmalı oğlum. Ütülü olmalı. Yine gelirler bakarsın. Bayrak kurtardı hayatımızı. Yine gelirler bakarsın”

Hikayeyi çok uzattım fakat bahsetmek istediğim konu Kadın Milli Voleybol Takımı'nın zaferi sonrası yaşanan tartışmalar elbet.

Tüm sokakları ellerinde bayraklı kalabalıklar ile görmek hepimize aynı milli gururu vermiyor işte.

Cudi dağının havanla yakıp korların üzerine “Ne Mutlu Türküm Diyene” diye yazarsan mutlu Türkler gibi hissetmiyor Kürt genci kendini.

Sabiha Gökçen, Dersim’e kimyasal silah attı gökyüzünden. Dersim’in kayıp kızları var hala.

Hendek döneminde Kürt şehirleri haritadan silindi. Kürt gençlerinin cansız vücudunu kent sokaklarında gezdiren panzerin hoparlöründen dinletilen marşlarla coşamıyor yöre halkı

Korkuyorlar hatta.

O panzer rutin olarak Kürt çocuklarını eziyor dar sokaklarda hala.

Bana soracak olursanız sevindim, hem de çok sevindim, kadın sporcuların zaferine. Bir barbarlık geleneğinin bugünkü hedefidir onlar. Kadın ve LGBTİ+ kimliklerine karşı yaşananlar 6-7 Eylül olaylarından daha az değil, biliyorum. Her gün öldürülüyor kadınlar. Her gün daha fazla köşeye sıkıştırılıyor LGBTİ+’lar. Rakip sadece Sırp kadın oyuncular değildi. Erdoğan rejimine karşı Kılıçdaroğlu’ndan daha fazla moral verdiler direnenlere. Ellerine sağlık.

Bazen bir tane cevabı olmuyor karşımıza çıkan sorunun. Sembollere mesafe koyanların geçerli bir hikayesi var. Voleybolcu kadınlar onları henüz duymadılar belki de?

Bilemiyorum.

Barbarlığın bir tane tarifi var.

Belki de orada uzlaşamıyoruzdur.


Hayko Bağdat: 1976 yılında Rum bir anne ve Ermeni bir babanın dördüncü çocuğu olarak İstanbul’da doğdu. 1994’de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü‘ne başladı. Babasının beklenmedik vefatı sebebiyle eğitimini tamamlayamadı. 2002'de Yaşam Radyo’da Türkiye’de ilk azınlık sorunlarını gündeme taşıyan “Sözde Kalanlar” programı ile gazeteciliğe başlayan Bağdat, Türkiye’nin önemli basın organlarından gazetecilik, köşe yazarlığı ve yorumculuk yaptı. 2007'de katledilen Hrant Dink’in ardından kurulan ve adalet arayışını sürdüren “Hrant’ın Arkadaşları” ekibinin kurucuları arasında yer alan Bağdat’ın “Türkiye’de Ermeni ve öteki olmayı” anlatan ilk kitabı ‘Salyangoz’ 2014’te, ikinci kitabı ‘Gollik’ 2015 yılında, üçüncü kitabı ‘Kurtuluş Ҫok Bozuldu’ ise 2016 yılında okurlarıyla buluştu. Kitabından esinlenerek kurguladığı tek kişilik gösterisi Salyangoz, 2016’da seyirci ile buluştu. 2017’de Almanya’ya taşınan Bağdat, Berlin’de gazeteciliğe ve üretmeye devam ediyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hayko Bağdat Arşivi