Ölüme övgü

Şenlikli saf bir eşitlik nihayetinde herkesin ölmesi! Yani ne güzel şey ölüm, mutlak eşitliğin yüce karanlığı! İyi ki varsın ve yaşasın devrimci Azrail…

Eğer ölüm olmasaydı bu insanlık hiç çekilmezdi. Doymak bilmeyen zenginler için yeterli bir sebep olacaktı bu mesela. Cepli kefenler ya da kefensiz cepler olarak ilelebet baki kalacaklardı. Dedim ya size, korkunç!

Cennet ve Cehennem, eğer denildiği ve sanıldığı kadar insanları ahlaklı kılıyorsa, o zaman ahlak, gezen tavuklar gibi beyhude, boş geçen din dersine dönüşecekti. Ortada sadece, ceza ve ödül üzerine hareket etmeyen, 3-5 ateist, her şeye rağmen, kötülük yapmanın kötülük olduğunu düşünen, 7-8 iyi insan ve her şeye rağmen ölemeyen, çaresiz milyonlar olacaktı.

Milyonlar, bir güreş maçını seyrederken tuttuğu güreşçinin kazanması için, -tabii ki milli duygulardır bunlar - terliklerini ters çevirenler kadar muktedir ve çaresiz, hep televizyon başında, hep seyirci, manasız insanlar olarak kalacaktı ve kimse ölemeyecekti.

Arada geçmişte yaşanan güzel şeyler de yok olacaktı. Bitimsiz İktidar sevdası, denilen musibete karşı, mavi patiskaları yırtan gemiler gibi çözümler bulan bugünkü Hindistan’da ki Malabar halkının, binlerce yıllık, şu engin buluşu boşa gidecekti örneğin;

‘Malabarlar’da bir prens, en fazla 12 yıl iktidarda kalabiliyordu. 12 yılı 1 gün bile geçemiyordu. Son yılda, halkı için neler yaptıysa onları anlatıyor, sonra 12 yıl tam bittiğinde, kendisini hançerleyerek öldürüyordu.’

Ne güzel gelenekler varmış değil mi?

Osmanlı’da padişah kıçını tahtından kaldırıp, camiye gittiğinde ‘Ölüm de var’ diye arkasından bağıran müşrik, anarşik ama çok güzel ki realist naralar, çığlıklar hoş bir seda bile olamayacaklardı, eğer ölüm olmasaydı…

Halbuki bu kahrolası hayatta, sadece iki defa, tam olarak eşitleniyoruz. Bunlardan biri kendi köylüleri ile iskambil oynayan Kont Tolstoy’un dediği gibi, kağıt oyunları sırasında, herkes 13 kağıt alıyor mesela ya da 7 şer kağıt, neyse artık oyunun kuralı ve bizde bolca kahve ve bu kahvelerde bolca erkek bulunması, ülkemiz topraklarında en büyük, kitlesel bir bilinçaltı eşitlik talebi değil midir?

İkincisi ise şenlikli saf bir eşitlik ile nihayetinde herkesin ölmesi!

Öyle değil mi?

Benzetmek gibi olmasın ‘600 daireyi al kefenine sok’ gibi bir şey, deme şansı doğuyordu insanda ki üç oda bir salon çoğu, mutfak ve mutfak dolapları, leke tutmayan fayanslar ve genellikle beyaz lavabolar ve klozetler dahil bir talep bu, alafranga ve alaturka tuvaletli ve yetmez ama evet anlayışı ile sonradan kapatılmış, birbirine çirkin çirkin bakan, zavallı balkonlar da eklendiğinde, oldukça yekûn tutan, betonarme bir çaresizlik çığlığı da mı atayamayacaktık artık?

Yani ne güzel şey ölüm, mutlak eşitliğin yüce karanlığı!

İyi ki varsın ve yaşasın devrimci Azrail…


Metin Yeğin: Yazar, belgeselci, sinemacı, gazeteci, avukat, seyyah... CNN-Türk, NTV, Kanal Türk, Al Jazeera, Telesur televizyonlarına 200'e yakın belgesel ve kurmaca filmler yaptı. Türkiye'de Cumhuriyet, Radikal, Birgün, Gündem; Gazeteduvar, dünyada, Il manifesto, Rebellion gazetelerine köşe yazıları yazdı. Dünyanın sokaklarını anlattığı 10'dan fazla kitaba sahip. Birçok ülkede kolektif çalışmalara katıldı, kooperatif örgütlenmelerine öncü oldu. Ekolojik direnişlere katıldı, isyanlara tanıklık etti.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Metin Yeğin Arşivi