Saf değiştirme…

Seçimler öncesi muhalif tavır sergileyen siyasetçi ve sanatçıların bir kısmının iktidarın değişmemesi üzerine '"profesyonelliğin" gereği saf değiştireceği günlere şahit olacağız yakında. Saf değiştirmenin dayatıldığı bir sistemin içinde yaşıyoruz.

‘’Yirmi yıl boyunca peşinden koştuğun bir şeye, sadece yanlış olduğunu anladığında değil, aynı zamanda basit, kötü niyetli, tehlikeli ve öldürücü olduğunu sezdiğinde de tekme atabilecek güçte olmak lazım.’’

Siegfried Lenz (Saf Değiştiren Kitabından Alıntı)

Saf değiştirmelerle dolu günler yaşıyoruz. Muhtemelen bir süre boyunca sanatta, siyasette ve diğer birçok alanda profesyonelleşmiş kişilerin ve kuruluşların saf değiştirmelerine şahit olacağız. 14 Mayıs seçimleri öncesinde de benzer saf değiştirmeler yaşanmıştı. Özellikle muhalif bir tutum sergileyen bazı profesyoneller, seçimlerde muhalefetin güçlü bir şekilde çıkacağını tahmin ederek yüksek perdeden özgürlükçü sözlerle kendilerini ifade ettiler. Tabii ki bu durum, seçim sonrasında yer edinme stratejilerinden biriydi.

Bazılarımız bu sözleri duyunca mutlu mesut oldu. Ancak bence en başından beri hiçbir tutum almamış olan profesyonellerin muhalif veya iktidar yanlısı sözlerini kaale almamak gerekiyor.

Aslında bir konuda uzmanlaşıp profesyonel olduysak, duruma göre saf değiştirmenin dayatıldığı bir sistemin içinde yaşıyoruz.

SİSTEMİN SANATÇISI

Sanat alanında son günlerde Melek Mosso adından söz ediliyor. Sayın Mosso marka bir sanatçı. Müzik piyasasında markalaşmış ve tanınmış bir karakter. Seçim öncesinde muhalif sözler kullanarak kendince bir hamle yaptı. Muhalefetin seçimi kazanma olasılığı gerçekleşseydi, Mosso muhalif çevreler içinde önemli bir yer edinecekti ve fenomenliğini sürdürecekti. Ayrıca özellikle belediyelerin düzenlediği etkinliklerde kahraman gibi yer alarak marka değerini artırmayı düşünmüştü büyük ihtimalle. Ne yazık ki, bu hamlesi tutmayınca geri vites atarak tekrar iktidar yanlısı sözlerine döndü. Hatta doğrudan Sayın Erdoğan’a güzellemelerle dolu bir atıfta bulunarak çıktığı konserinde özür de dilemiş.

Bu dönüşün, iktidarın gözünde kabul edilir bir dönüş olmadığını gördük. İlerleyen zamanlarda, muhtemelen bu özrü iktidarın erkinden yararlanmak için daha ileri noktalara taşıyacaktır.

Benzer durumları geçmişte sanat camiasında çok gördük. Karakterlerine ve yaşam tarzlarına baktığımızda asla iktidar yanlısı olmaz dediklerimiz güce yanaşmadı mı? Nurseli İdiz’i hangimiz unutabiliriz? Nurseli İdiz, büyük bir markaydı ve iktidara destek vermediği dönemlerde marka değeri düşüşe geçti. Zerrin Özer de keza benzer bir durum yaşamadı mı? Bu markalar, marka değerlerini korumak için sistemin içinde çaba harcamak zorunda kaldı ve iktidarın yarattığı erke teslim oldular. Böylelikle yarattıkları marka değerini korumaya çalıştılar.

Markalaşmış bir profesyonelin yapması gereken, ticari olarak değerini korumaktır. Bu durumu döneklik veya daha kötü bir tabirle nitelendirmemek gerekir. Bu markaların, iktidarı destekleyen ya da güç gördükleri unsurlar için söyledikleri sözlere inanmamak gerekiyor.

Başından beri nötr kalan markalar dahi piyasada marka değeri kaybettikleri bir dönemi yaşıyoruz. Muhalif gözüken bir markanın iktidara güzellemesi yapması, yanlı olması anlaşılır görülmeli. Bu sözlerime lütfen hemen kızarak tepki vermeyin.

Bir yandan da aklıma oyuncu Mehmet Ali Alabora geliyor. Değerli oyuncu, muhalif duruşu nedeniyle ülkeden ayrılmak zorunda kaldı. Muhalif duruşunu topluma gösterdiğinde ülkenin en aranan oyuncularındandı. Fakat oyuncumuz, inandığı değerleri sistemin profesyonelleşmesine teslim etmeden ülkeden ayrıldı. Yaşadığı zorluklar malum, fakat bu duruşu en başından beri sahiciydi.

Gezi sürecinde Alabora gibi tutum alan birçok sanatçı vardı. Gezi’nin popülerliğinden yararlanmak isteyerek kendilerini markalaştırma ve reklamdan faydalanma çabasına girmişlerdi. Ancak birçoğu daha sonralarında Alabora gibi bir duruş sergilemedi. Gezi sonrasında umulan sonuç çıkmayınca hemen tekrar saflarını değiştirdiler.

Yakın zamanda Cannes’da aldığı ödülle bizleri mutlu eden Merve Dizdar, törendeki konuşmasıyla gündem oldu. 14 Mayıs’tan bir gün önce, Cannes Film Festivali’nde ödülünü alırken, uygar bir ülkede normal karşılanacak cümleler sarf etti. Ödülün rehavetine kapılmadan hemen ertesi gün ülkeye dönerek oyunu kullandı. Ancak sözleri, malum çevreler tarafından sanki siyasi bir propaganda gibi yorumlandı. Aslında hiçbir şekilde siyasi olmayan ve özgürlük temalı sözleri, ülkedeki atmosfer nedeniyle siyasi bir metinmiş gibi görüldü. Ülkedeki siyasi atmosfer, maalesef basit bir özgürlük söylemini bile sorun olarak yansıtıyor. Geçen günlerde Kadıköy Yoğurtçu Parkı’nda yürürken, sanatçı Dizdar’ı gördüm. Gayet mütevazi bir şekilde giyinmiş, halkın içinde yürüyordu. Kendisini şahsen tanımıyorum ama pazarlanmaya yönelik bir marka sanatçı olma yolundan uzak bir karakter olduğu çok netti. Oyunculuğunu sanat için yapmaya çalıştığı çok belli. Umarım sistem onu da dönüştürmez.

Bugünlerde sosyal medyada muhalif sanatçıların olduğu bir liste ortaya çıktı. Bu listede yer alan muhalif sanatçıların isimleri, boykot çağrılarıyla sosyal medyada dolaşıyor. Bu sanatçıları dinlemeyin, izlemeyin gibi bir boykot çağrısı yapılıyor. Aslında bu çağrıya neden gerek duyulduğunu pek de anlamadım. Zaten döneme göre pozisyon alan birçok sanatçıya piyasada yer verilmiyordu. Bundan sonra da verilmeyecektir. Bu, iptal edilen organizasyonlardan da anlaşılıyor. O listede yer alan çoğu sanatçı, kendi özgünlükleriyle zaten toplumda varlığını sürdürdü ve sürdürmeye devam edecektir.

PROFESYONEL SİYASET VE SONUCU

Tabii benzer durum siyaseten de geçerli. Örneğin, bir dönem birlikte görev yaptığım Sayın Ayhan Bilgen hakkında yazmak istiyorum. Bilgen’le 2. Dönem HDP Merkez Yürütme Kurulu’nda birlikte görev yaptık. Bilgen, son derece donanımlı bir siyasetçidir. Geçtiğimiz günlerde kendisinin Akit Tv’de program konuğu olacağını okudum. Sayın Bilgen’in HDP’den ayrılma kararı, gayet doğal bir şekilde tamamen hakkıdır ve kurduğu SES Partisi’nde siyaset yapmayı tercih etmesi de yine aynı şekilde doğaldır. HDP’den ayrılmasına dair hiçbir zaman eleştiride bulunmadım. Fakat Akit Tv’de bir programa konuk olması seçim öncesindeki tutumuyla birlikte değerlendirildiğinde, yaptığı siyasetin profesyonelleştiğini gösteriyor. Aslında kimse kızmasın, HDP’de de farklı değildi. Kendi alanını ve özgün markasını yaratmayı başarmıştı. Tabii ki, siyasette HDP’nin büyük katkısıyla marka haline gelen Bilgen’in marka değerini artırmayı hedefleyen bir yol seçtiği ve profesyonel bir siyasetçi olarak yükselme çabasında olduğu aşikâr. Bu hali toplumda ne kadar değer görür bilinmez. Fakat hepimiz kabul edelim, bizlerin davet edilmediği gibi HDP’li ya da muhalif olarak kalan Ayhan Bilgen asla Akit TV’ye davet edilmezdi.

Bu yazımda Ayhan Bey’i eleştirdiğim düşünülmesin. Siyasetin sistematik hali ne yazık ki böyle. Siyasete sistem üzerinden bakmadığınızda ya bertaraf olursunuz ya da belli zorluklarla karşılaşırsınız. Bu nedenle özellikle sol yapıların profesyonel devrimcilere ve kendini markalaştırmış siyasetçilere yer vermemesi gayet önemlidir.

Hakkında çok konuşulan bir diğer siyasetçi de Abdullatif Şener. Şener’in son zamanlardaki söylemleri, özellikle CHP’de siyaset yapanlarda ve CHP’ye gönül veren seçmenlerde ciddi tepkilere neden oldu. Bilindiği gibi Sayın Şener, CHP’ye geçtikten sonra bu seçimde vekil olmadı. AK Parti’deki varlığından CHP’ye geçişine kadar, siyasete ilk girişinden ve hatta öncesinden bu yana kendisini markalaşma üzerinden var etti. Dolayısıyla bugün markasına zeval getirecek bir durumdayken saf değiştirmesi gayet doğal görülmeli. Bünyenizde kendisini marka olarak yaratmış bu tarz politikacıları barındırıyorsanız, bu tür sonuçları baştan kabul etmeniz gerekir. En başta bir alan yaratırsınız, ancak daha sonra ortaya çıkabilecek sorunları tahmin etmek de önemlidir. Sağdan gelen veya soldan gelen bir siyasetçi diyerek ayırmamak gerekir. Sadece sistem siyasetçisi diyerek özetlenmeli.

Tüm bu saf değiştirmelerin, kapitalist sistemin getirdiklerinden kaynakladığını anlamamız gerekiyor. Bence saf değiştirenlere, ne dönek, ne hain, ne de başka bir nefretle söylenmiş başka bir söz söylenmesini doğru buluyorum. Bunu sadece markalaşmanın sistem içindeki somutlaşmış bir hali olarak görüyorum. Bundan rahatsızsanız dünyayı tamamen marka yaratma üzerinden algılayan unsurlardan imkân oldukça uzak durmanız gerekmektedir.

***

ADIYAMANLI MANUŞYAN VE 22 SOSYALİST YOLDAŞI

Fransa’da Nazi işgaline karşı kurulan direniş örgütünün en önemli isimlerinden olan Adıyamanlı Ermeni Misak Manuşyan’ın Paris’te ünlülerin anıt mezarlarının bulunduğu Pantheon’a defnedilmesine karar verildiğini okudum. Bu kararın geç alındığını söylemeliyim. Adıyamanlı Manuşyan ve 22 sosyalist yoldaşının solun evrensel değerlerini temsil ettiği muhakkak. Bu nedenle onların mezarlarının anıtlaştırılmasından da öte asıl önemli olan, toplumların sol ruhla verdikleri mücadeledeki kızıl yıldız olarak varlıklarıdır. Burada Manuşyan nezdinde sol ruhla evrensel duruş sergileyen tüm yoldaşları saygıyla selamlıyorum.

***

DOSTLAR İÇİN NOTUM

Gelecek hafta Ermenistan ziyaretim nedeniyle haftalık makalemi yazamayacağım. Takip eden dostlardan özür dilemiş olayım. İlk defa ziyaret edeceğim. Türkiye’den yasak elma olarak algılanan Ermenistan da muhtemelen Türkiye’yi aynı bakış açısıyla algılıyor. Ermenistan ziyaretim sonrası, gözlemlerimle biriktireceğim birçok şeyi kendi üslubumla sizlerle paylaşmanın heyecanını yaşayacağım. Görüşmek üzere.


Murad Mıhçı: Ermeni yazar, siyasetçi, aktivist. 1975’te İstanbul'da doğdu. 2010’da Eşitlik ve Demokrasi Partisi Parti Meclis üyesi oldu. 2014’te İstanbul Halkların Demokratik Partisi İl yönetiminde görev alıp basın sözcüsü görevini yürüttü. 2015 yılında yapılan 7 Haziran ve 1 Kasım seçimlerinde HDP İstanbul 1. Bölge Vekil adayı oldu. 2016 ve 2017 'de Halkların Demokratik Partisi 2 Kongresi’nde Parti Meclis ve Merkez Yürütme Kurul üyesi görevlerini üstlendi. Halklar İnançlar ve Genişleme Komisyonlarında çalışma yürüttü. Turnusol, Agos Gazetesi (misafir yazar), Demokrat Haber'de yazarlık yaptı. ''Yeniden İnşa Et '' kitap yazarlarından.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Murad Mıhçı Arşivi