Santa Maria saldırısı

Bu saldırı sadece nefret söylemlerinin ve savaş politikalarının bir neticesidir. Yaşanması muhtemel bir sonraki saldırıya sadece yan yana durarak engel olabilme ihtimali dışında ne yazık ki başka bir seçeneğimiz yok.

‘’Dinleyin şimdi ey zenginler, başınıza gelecek felaketlerden ötürü feryat ederek ağlayın. Servetiniz çürümüş, giysinizi güve yemiştir. Altınlarınız, gümüşleriniz pas tutmuştur. Bunların pası size karşı tanıklık edecek, etinizi ateş gibi yiyecektir. Son günlerde servetinize servet kattınız. Bakın, ekinlerinizi biçmiş olan işçilerin haksızca alıkoyduğunuz ücretleri size karşı haykırıyor... Yeryüzünde zevk ve bolluk içinde yaşadınız. Kıtal günü [azap günü] için kendinizi besiye çektiniz. ‘’

Yakup'un Mektubu

Geçen hafta rahatsızlığım sebebiyle makalemi yayınlayamadım. Yazımın başında elinizden geldiğince stresten uzak durmaya çalışın diye hatırlatmış olayım.

Bu hafta seçimlere yönelik bir yazı yazacaktım fakat Santa Maria Kilisesi’ne yapılan saldırından sonra bu konu arka planda kaldı. Hepinizin malumu görev yaptığım DEM PARTİ’nin bölgede ön seçimle belirlediği adayların tanıtımı, "RABE" (Ayağa Kalk) parolasıyla Diyarbakır’da yapıldı. Bunun akabinde yeni yazımı DEM PARTİ üzerine yazacak olmam doğaldı.

Fakat özellikle biz az bırakılan halklara ve inançlara saldırı olunca, ruh halimizi yansıtacak çok fazla kalem olmuyor. Dolayısıyla Hristiyan cemaatin bir üyesi ve bu alanda çalışan biri olarak bizlerin, bu acıya dair ne yaşadığını anlatmam gerektiğini düşündüm. Nasılsa kısa bir süre sonra gündem yoğun olacağı için üstü kapatılacak. Fakat bizlerin hafızasında kalacak bu olayın, bir kez daha altını çizmeye çaba göstereceğim.

KİLİSELERE DUYULAN MERAK

Özellikle kilisede görev yaptığım dönemlerde bizlerden olmayan birçok insanın, merakla kiliseye geldiğine şahit olurdum. Merak ve tedirginlik içinde ayini izlerlerdi. Bazıları ayinin anadilimizde yapılmasından dolayı tedirgin olur ve sessizce kaçardı. Bazıları da özellikle bir dönem Hristiyan din insanlarıyla dalga geçen Türk filmlerinin de etkisiyle garip hareketler yapar ve kilise görevlileri (Zangoçlar) tarafından dışarı çıkarılırdı.

Ayin olmadığı zamanlarda da kapıyı zorlayıp papaz büyüsü yaptırmak ya da bozmak isteyen birçok kişi, kilise görevlilerini yoklardı. Anlayacağınız az olanların ibadethanelerini çoğunluğun merak etmesi, her zaman karşılaştığımız bir durumdur. Bu aslında ayrı bir yazıda ele alınması gereken sosyolojik bir durum.

Kilise ayini halkla birlikte yapılacağı için ayini sabote etmeyen herkes salonda yer alabilir. Hristiyan olmayan bazı dostların, ayini izleme sebebi olarak kilisedeki mistik havası ve kilise müziklerini göstermelerine çok şahit oldum. Kiliseleri Allah’ın evi olarak gören ve mum yakarak kendi inancına göre dua eden, iç huzur hisseden epeyce dostu tanırım.

Araştırıldığında Türkiye’deki kiliselerin en yenileri bile 19. yüzyılda inşa edilmiştir. Yani tarihsel açıdan binaların mimarisi çok özeldir. Diğer yandan büyük bir belleği korurlar. Anadolu’da yüzlerce kilise yıkılmış olsa da İstanbul ve birkaç ilde varlığını sürdürme mücadelesi veren ibadethanelerimiz mevcut.

Bugün öyle yerlerde öyle kiliseler görürsünüz ki günümüzde o semtlerde Hristiyan varlığının olabileceği aklınıza bile gelmez. Saldırı yapılan kilisenin konumu gibi bazı semtlerde genellikle kiliselerin cemaatleri çok azalmıştır. Sarıyer’de Rum Ortodoks Kilisesi, Katolik Ermeni Kilisesi ve daha birçok kilise bulunmakta. Fakat ne yazık ki bu kiliseleri dolduracak cemaat üyeleri kalmadı. Ayinlere başka semtlerden gelen cemaat üyeleri, başka kiliselerin cemaatinden insanlar ve Hristiyanlığa ilgi duyan başka din mensubu kişiler katılmakta.

Irkçı, faşist insanlar için de bu durumun Müslüman ülkesinde salyangoz satmak anlamına geldiği ortada. Bu nedenle sürekli tehditlerin odağı olarak yaşanır.

SANTA MARİA KİLİSESİ

Adını Azize Maria’dan alan kilise, tüm şartlara direnerek yıllardır ayin yapan sessiz sedasız bir kilise olarak bilinir. Bölgenin diğer kilisesi olan Katolik Kilisesi sadece yaz aylarında açıktır. Bu nedenle kış aylarında Sarıyer Büyükdere’ye giden imanlı Hristiyanlar, 1864 yılında inşa edilmiş olan bu tarihi kiliseye giderler.

Kiliseye saldırı yapıldığı andan itibaren telefonum hiç susmadı. İlk soru genellikle, saldırının münferit bir olay olup olmadığı üzerineydi. Henüz detaylar belli değildi fakat kilise içine giren birinin belirli bir kişiye saldırı yapma olasılığının çok düşük olduğunu söyledim. Geçmişte de az bırakılan halkların ibadethaneleri en kolay hedef haline gelmişti. Bu durum benim için tecrübeyle sabit.

6-7 Eylül kırımında olduğu gibi maddi ve manevi zarar vermek veya gündem yaratmak isteyenlerin bu coğrafyada ilk hedefi ne yazık ki ibadethanelerimiz olmuştu. Özellikle son yıllarda bu tarz saldırıların gerçek faillerinin cezalandırılmaması, bu saldırıların gittikçe artmasına vesile oluyor.

Hepimizin yakın geçmişten hatırlayacağı Neva Şalom Sinagogu’na yapılan saldırıdaki hem maddi hem de insani kayıplar, Kadıköy Aya Tirada Kilisesi’nin yakılma girişimi, Surp Takavor Ermeni Kilisesi’nin duvarına yazılanlar, ardından kilise duvarlarının işgal edilmesi, Rahip Andrea Santoro’nun katledilişi, Zirve Yayınevi katliamı, mezarlıklara yapılan saldırılar ve Üsküdar Surp Krikor Lusavoriç Ermeni Kilisesi’ne yapılan saldırı hafızalarımızda yerini koruyor.

Bu saldırılar daha araştırılmadan, kolluk kuvvetlerinden ve adaleti sağlayan mercilerden benzer açıklamalar duyduk. Münferit bir saldırı, meczup bir şahıs, şeker hastalığı veya duyduğu bir haber nedeniyle bir anlık öfkeyle yapılmış bir saldırı gibi ifadeler kullanıldı.

Bazı saldırıların tetikçileri yakalandı belki ama esas failler hiçbir zaman bulunmadı. Santa Maria Kilisesi’ne yapılan saldırıdan sonra benim görüşümü destekleyen benzer açıklama da, Latin Katolik Cemaati Ruhani Reisi Massimiliano Palinuro’dan geldi. Daha tetikçiler yakalanmadan verdiği mesaj oldukça anlamlıydı:

"Sadece bu suçun failleri değil, aynı zamanda azmettiriciler, bu saldırıyı planlayanlar ile birlikte İstanbul'da ve sevgili Türkiye'mizde tüm inananların barış içinde bir aradaki yaşamını tehdit edenler de aransın."

Ülkede ötekilere yapılan her saldırıda cezasızlık projesi hemen uygulanıyor. Zaten medyada nefret söyleminde ilk sırada olan Hristiyanlar her daim tehdit altında yaşamlarını sürdürüyor. Bunun neticesinde, İslam ülkeleri arasında oran olarak en az Hristiyan nüfusa sahip ülke haline gelmiş bulunmaktayız.

SANTA MARİA KİLİSESİ’NE TAZİYE

Saldırı sonrası duyarlı birçok dost beni aradı. Ne yapabiliriz çabası içinde olduklarını gördüm. Bu elim olaydan sonra DEM Parti vekilleri, benim de içinde yer aldığım Halklar ve İnançlar Komisyonu, HDK İnançlar Meclisi olmak üzere bir ziyaret planladık. Bu planlama bilgisini alan Alevi canlar, 25 civarında kurum temsilcisiyle taziye ziyaretimize katıldılar.

Saldırı sırasında ayini yöneten Peder Anton bizleri kapıda karşıladı. Hep birlikte katledilen kişinin ruhuna kilisede dua ettik.

Peder Anton’un yaşanan olayı anlatırken sesinin titremesi asla unutmayacağım bir acıyı bana tekrar yaşattı. Peder Anton, ‘’Eğer ikinci silah tutukluk yapmasa neler yaşanırdı, bilemiyorum. RAB onu engelledi’’ dedi. Bu söz, yaşanan acı olayın daha büyük çapta olabileceğini gösteriyor. Neyse ki o silah tutukluk yaptı ve daha çok can kaybı olmadı.

Peder, ayinde katledilen kişinin aslında bir Alevi olduğunu bizlere iletti. Bu bilgiyi öğrendikten sonra özellikle Alevi dedelerin ve kurum temsilcilerinin söylemi ortaktı. ‘’Sizin acınızı en iyi bizler biliriz. Katledilen kim olursa olsun bizim canımızdır’’ sözleri hepimizi bir kez daha duygulandırdı.

Yaşanması muhtemel bir sonraki saldırıya sadece yan yana durarak engel olabilme ihtimali dışında ne yazık ki başka bir seçeneğimiz yok.

Bu saldırı sadece nefret söylemlerinin ve savaş politikalarının bir neticesidir. Katledilen Canı saygıyla anıyor, İtalyan Katolik toplumuna baş sağlığı diliyorum. Elbet gerçek failler bir gün bulunacak. Bulunana kadar da asla susmayacağız ve unutmayacağız!

***

CAN ATALAY, HALKLARIN VEKİLİ OLMAYA DEVAM EDECEK

Seçim sonrası vekil olarak seçilen Can Atalay’ın hukuki kazanılmış hakkı aylardır gasp ediliyordu. Bu hafta iktidarın hukuk darbesiyle Meclis’te vekilliği düşürüldü. Yaşanan bu durum seçilmişlerin bile anayasal güvencesinin kalmadığının göstergesidir. Demokrasi, hukuk ülkemizde bir kez daha yok sayıldı. Fakat biliyoruz ki halklar bu hukuksuzluğa yeri ve zamanı geldiğinde en büyük cevabı verecek. Hataylıların muradı gerçekleşecek ve iradeleri tecelli edecek. Can Atalay hepimizin vekilidir!


Murad Mıhçı: Ermeni yazar, siyasetçi, aktivist. 1975’te İstanbul'da doğdu. 2010’da Eşitlik ve Demokrasi Partisi Parti Meclis üyesi oldu. 2014’te İstanbul Halkların Demokratik Partisi İl yönetiminde görev alıp basın sözcüsü görevini yürüttü. 2015 yılında yapılan 7 Haziran ve 1 Kasım seçimlerinde HDP İstanbul 1. Bölge Vekil adayı oldu. 2016 ve 2017 'de Halkların Demokratik Partisi 2 Kongresi’nde Parti Meclis ve Merkez Yürütme Kurul üyesi görevlerini üstlendi. Halklar İnançlar ve Genişleme Komisyonlarında çalışma yürüttü. Turnusol, Agos Gazetesi (misafir yazar), Demokrat Haber'de yazarlık yaptı. ''Yeniden İnşa Et '' kitap yazarlarından.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Murad Mıhçı Arşivi