Umutsuzluğun travmatik sendromları

Umutsuzluk travması, özellikle muhalif kesimde ağır bir şekilde yaşanıyor. Bu travmaya çözüm, toplumu gerçekçi bir umuda inandırmak. Bir şampiyonluk bile itiraz hakkını kullanma ve baskı kuranlara tepki gösterme isteğini harekete geçirdi.

‘’Tanıdığım en güzel insanlar, yenilgiyi, acıyı, mücadeleyi ve kaybı yaşamış olan ve diplerden çıkış yolunu kendileri bulmuş romantik ve anarşist olan insanlardır. Bu kişiler yaşama karşı geliştirdikleri kendilerine has takdir, direniş, duyarlılık ve dayanışma; şefkat, nezaket, bilgelik ve derin sevgiden kaynaklanan bir ilgi ve sorumlulukla doludurlar. Güzel insanlar öylece ortaya çıkmazlar, onlar oluşurlar.’’

Elisabeth KublerRose

Geçen hafta yayımlanan ‘’Sizin memleketin kilise ve mezarlıklarına ne oldu?’’ başlıklı yazım sonrasında, birçok yorum ve fotoğraf geldi. Tarihi korumak için bireysel mücadele eden bu dostların, bulunduğu memleketlerden gönderdikleri fotoğraflara eşlik eden mesajlarını okudum. Bu arkadaşlar toplum tarafından tanınıp bilinmeseler bile yaptıkları bu mücadeleler sayesinde bellekler yok olmayacak. Coğrafyamızın günü geldiğinde aydınlanması için büyük bir hizmette bulunuyorlar. Her biri tarihle yüzleşmenin ve doğru insan olmanın kahramanı olacaklar, tıpkı 1915 soykırımında dostlarını korumak için kendi hayatlarını riske atan isimsiz kahramanlar gibi.

KADIN VOLEYBOL MİLLİ TAKIMI’NIN BAŞARISI

Bu hafta asıl konum, Türkiye Kadın Milli Voleybol Takımı’nın başarısı sonrasında yaşananlar ve ülke insanının ruh haline odaklanmak üzerine olacak.

Sanırım son dönemde Kadın Voleybol Milli Takımı’nın başarısı, toplumun büyük bir kısmının yüzünü güldürdü. Fakat bu başarının sportif başarıdan çok daha derin anlamlar içerdiğini görüyorum. Milli takımın kadrosuna baktığımızda, içinde ülke gerçeklerinin neredeyse tümünün bastırılmadan yer aldığı renkli bir kadro görüyoruz: Devşirme oyuncular, mücadeleci kadınlar, cinsel tercih veya yönelimlerini saklamayan ve tepkilere cevap verenler ve bu kadar farklı bileşenden oluşan takımın başında bir de yabancı bir hoca var. Globalleşen dünyanın yansımaları milli takımda da görülüyor. Ülkede bastırılmak istenen bazı özellikler görünür hale gelince, bu duruma tepki gösterenler de hemen ortaya çıkıyor.

Bu büyük başarı hikayesi üzerine yazmadan önce birkaç itirafta bulunmak istiyorum. Final maçı oynanırken, 2. set başladığında Ankaragücü – Fenerbahçe maçı da başladı ve ben bir FenerbahCheli olarak futbol maçını izlemeyi tercih ettim. Final maçının coşkusunu yaşayan bir voleybol tutkunu değilim. Ayrıca itiraf etmeliyim ki Fenerbahçe ve Konya Ereğli kadın voleybol maçları dışında hiçbir müsabakayı izlemişliğim de yok. Ancak bu hafta şampiyonluğu bir spor başarısı üzerinden değil, sosyolojik bir ruh hali üzerinden ele alacağım.

Pikniklerde plastik topla voleybol oynayan insanlarımızın voleybola olan ilgisinin tahmin edilmeyecek kadar büyük olduğunu görmek aslında beni şaşırttı. Sosyal medyada maç öncesi ve sonrası yapılan paylaşımları okuyunca, şaşkınlığım daha da arttı. Özellikle kadınların paylaşımlarının çok fazla olduğu fark ediliyordu. Bana göre, bu paylaşımlar sadece bir zafer sevincinden ibaret değildi, aynı zamanda büyük bir feryadı da barındırıyordu.

Aslında spor müsabakalarına ilgi duyan biri olarak, bu büyük başarı sonrasında kutlamaların çok daha büyük olması gerektiğini düşünüyorum. Bu başarının yarısı futbolda kazanılsa, özellikle biz erkekler yıllarca işin en abartılı şekliyle kutlama yapardık. Kazanılan uluslararası başarıya yüksek perdeden sevinmenin altında çok derin konular olduğu muhakkak.

UMUTSUZ TOPLUM

Ülkede halklar ve sınıflar arasında ciddi bir kutuplaşma var. Özellikle kadınların isyanları ve bunu bir şekilde ortaya koymaları göz ardı edilmemeli. Birçok kesim, ülkede yaşanan sıkıntılar nedeniyle ayrışmış ve bunalmış durumda. Bu nedenle, yaşanan her olumlu gelişme abartılı bir sevinç yaratabiliyor. Kabul edelim ki toplumun yüzünün gülmesine çok ihtiyaç var. Bir de Ak Parti yakınlarında gezen çeşitli şahısların, Voleybol Milli Takımı’ndaki bazı oyuncularının cinsel tercihleri üzerinden yaptıkları karalamalar, milli takımın daha fazla ilgi odağı olmasına neden oldu. Özellikle Ak Parti karşıtları için bu galibiyet ve oyuncuların açıklamaları daha derin bir mana taşıdı. Kendini sıkışmış hissedenler, bu başarıyla sevindiler ve itiraz ederek geri kalmış ilkel kafalara bir cevap vermek istediler.

LGBTİ+Q FARKINDALIĞINI SAVUNMA

Hatta, LGBTİ+Q bireyler hakkında olumsuz görüşleri olan bazı şahısların, sırf Ak Parti karşıtı oldukları için yüksek perdeden kutlama yaptıklarını da fark ettim. Kadroda yer alan oyuncuların açıklamalarını desteklediler. Bu durum, toplumumuzda garip bir bölünmüşlük ve karmaşa olduğunun çok net göstergesi olarak okunmalı.

Aslında sorunumuzun, demokratik alanların azalması ve itiraz haklarının toplum içinde bastırılması olduğu aşikâr. Özellikle başkanlık sistemine geçiş sonrası, totaliter bir yönetim anlayışı bu olumsuzlukları doğurdu. Gücün merkezileştirilmesi, farklılıkları yok etme eğilimini oluşturuyor.

***

ÖZEL ÜNİVERSİTELERDE BASKI

Geçen günlerde bir haberde denk geldim. Özel ve vakıf üniversitelerine, muhalif yazarlık yapan akademisyenlerin sözleşmelerinin yenilenmemesi öneriliyormuş. Zaten devlet kurumlarında muhalif görüşlü bir akademisyen veya herhangi bir muhalif kelam eden birini bulmak neredeyse imkânsız. Fakat özel kurumlara bile alenen müdahale edilmesi, büyük bir sorunun habercisi. Boğaziçi Üniversitesi direnişi, akademik alanların nasıl hasar aldığının aslında kısa bir özeti gibi. Hocalar ve öğrenciler direniyor ama her geçen gün mücadele güçlerinin azaldığının da farkındayız. Ekonomik kaygılar ve hukuksuzluk insanların mücadele etmekten kaçmasına neden oluyor.

MUHALİF KALEMLERİN YAŞADIĞI ZORLUKLAR

Düşündüklerini yazan çizen muhalif yazarların, yaşamlarını idame ettirmeleri için gerekli maddi alanlarının gittikçe daraldığını acı bir gerçek. Evet, birileri cesurca muhalif kelam ediyor fakat ekonomik zorluklarla mücadele etmek zorunda bırakıldıkları da muhakkak. Özgür alanlar azalıyor ve ekonomik zorluklarla mücadele ağırlaşıyor. Sürekli kaygılı bir ruh haliyle yaşam mücadelesi veriliyor. Bu nedenle, yorulanlar ya pes edip başka diyarlara göç ediyor ya da içleri kan ağlayarak bir köşeye çekiliyor.

Umutsuzluk travması, özellikle muhalif ve özgürlük sevdalılarında ağır bir şekilde yaşanıyor. Bu travmaya çözüm, toplumu gerçekçi bir umuda inandırmak. Toplumun her katmanında bu beklenti olduğu net. Bir şampiyonluk bile itiraz hakkını kullanma ve baskı kuranlara tepki gösterme isteğini tetikledi.

Umudun dışarıda olmadığını, aslında kendimizde olduğunu fark ettiğimiz gün bireysel travmamızı aşabilir ve çevremize umut olabiliriz. Kendimize sürekli hatırlatmamız gerek: Bizler mutlaka kazanacağız, çünkü haklıyız.

***

6- 7 EYLÜL POGROMU

Bu hafta, biz az bırakılan halklar için çok acı bir tarihin sene-i devriyesiydi. Geçmiş yıllarda Artı Gerçek ve diğer siteler için 6-7 Eylül Pogromu hakkında yazılar yazmıştım, ancak yine de bu haftaki yazımın sonunda, bu acı tarihi tekrar hatırlatmakta fayda görüyorum.

İSTANBUL EXPRES gazetesinin "Atamızın evi bombalandı” başlığı sonrasında 6-7 Eylül olayları yaşanmıştı.

Yaşanan insani acıların yanı sıra maddi açıdan bakarsak; 1004 tane ev, 4228 dükkân, 122 lokanta, 27 eczane, 2 sinema, 11 dispanser, 21 fabrika, 9 matbaa, 18 fırın, 73 kilise, 5 manastır, 8 ayazma, 52 okul ve 5 okul derneği tahrip edilmiştir. Kayıpların o dönem araştırılmasıyla maddi zararın 1 milyar dolara ulaştığı belirlenmiştir.

O dönem 1 milyonluk İstanbul nüfusunun 210 binini az bırakılan halklar oluşturuyordu. Bugün ise az bırakılan halkların nüfusunun 50 bin kişi olduğunu söylersem, yaşanan kırımın nelere hizmet ettiği anlaşılır diye düşünüyorum. 6-7 Eylül Pogromu sonrası artık bu coğrafya gittikçe çoraklaştı.

O gün yaşanan acıyı hatırlayarak bir daha asla demek için tarihle yüzleşmek gerekir. Alevilerin ve Kürtlerin evlerinin işaretlendiği yakın tarihimizde, acının tekrarlanma ihtimalini göz ardı etmemeliyiz.

Bu kara tarih, biz az bırakılan halkların her daim hafızasında. Unutmak, kabullenmektir.


Murad Mıhçı: Ermeni yazar, siyasetçi, aktivist. 1975’te İstanbul'da doğdu. 2010’da Eşitlik ve Demokrasi Partisi Parti Meclis üyesi oldu. 2014’te İstanbul Halkların Demokratik Partisi İl yönetiminde görev alıp basın sözcüsü görevini yürüttü. 2015 yılında yapılan 7 Haziran ve 1 Kasım seçimlerinde HDP İstanbul 1. Bölge Vekil adayı oldu. 2016 ve 2017 'de Halkların Demokratik Partisi 2 Kongresi’nde Parti Meclis ve Merkez Yürütme Kurul üyesi görevlerini üstlendi. Halklar İnançlar ve Genişleme Komisyonlarında çalışma yürüttü. Turnusol, Agos Gazetesi (misafir yazar), Demokrat Haber'de yazarlık yaptı. ''Yeniden İnşa Et '' kitap yazarlarından.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Murad Mıhçı Arşivi