Doğan Özgüden

Doğan Özgüden

Vatansız Yılmaz Güney'in enternasyonalist kavgası...

Yılmaz Güney, ölümünün 40. yıldönümünde Avrupa Sürgünler Meclisi'nin Paris'te düzenleyeceği sempozyumla anılacak. Türkiye yazın ve sinema dünyasının seçkin siması Güney, kendi ülkesindeki gibi sürgündeki mücadelesiyle de örnek olmaya devam ediyor.

Ölümle burun buruna geldiğimiz korkunç kazanın üzerinden iki hafta geçti... Çalışmalarımızı uzun süre aksatan sağlık sorunlarımızın tedavisi sürerken bu kuşkulu kazanın sorumlularının saptanması ve cezalandırılması yolunda hukuki işlemleri de başlatmış bulunuyoruz.

Bu konudaki hukuki mücadeleyi, iki yıl önce İsviçre'de Ankara rejimini mahkum eden Turkey Tribunal'ın ve bu yıl da yine Ankara rejimi hakkında La Haye'deki Uluslararası Ceza Mahkemesi'nde açılan davanın başlatıcılarından eski Belçika Başbakan Yardımcısı Avukat Johan Vande Lanotte yürütüyor.

İnci ve benim için bu kazanın en üzüntü verici sonuçlarından biri, hiç kuşkusuz, sevgili Yılmaz Güney'in sürgünde ölümünün 40. yıldönümü dolayısıyla Avrupa Sürgünler Meclisi (ASM)'nin 9 Eylül 2023'de Paris'te düzenlemiş olduğu etkinliğe katılamayacak olmamızdır.

Kurucu üyeleri arasında bulunmaktan gurur duyduğumuz ASM'nin bu önemli toplantısına, uzaktan da olsa, yazılı bir mesajla katılıyoruz.

Bugün sevgi, hayranlık ve özlemle andığımız Yılmaz Güney ile 12 Eylül 1980 darbesinden sonra sürgünde faşist cuntanın emriyle TC vatandaşlığından atılmamızdan çok önce, 40'lı yıllara kadar uzanan bir yazgı paralelliğimiz vardı.

Yılmaz Güney benim yaşıtımdı... Adana'da Kürt asıllı, topraksız bir köylü ailenin iki çocuğundan biriydi.

Ben demiryolcu çocuğu olarak İç Anadolu bozkır insanlarının yoksulluk ve acılarını paylaşırken Yılmaz da işçi çocuğu olarak Adana sokaklarında ekmek parası peşinde koşmaktaydı.

Benim gazeteci, onun da yazar ve sinema sanatçısı olarak sürgüne kadar uzanan mücadeleli yaşamı seçişimizde, sayısız yaşıtlarımız gibi, hep bu arka planın büyük rolü vardır.

İkinci Dünya Savaşı döneminin, onu izleyen "demokrasi" etiketli sınıfsal ve ulusal dikta döneminin zor koşullarını emek dünyasının farklı ortamlarında ama aynı zaman diliminde yaşadık ve bilinçlendik.

Ben genç yaşta İzmir'in tek muhalif gazetesi Sabah Postası'nda çalışırken onun da Yeni Ufuklar, Onüç, Pazar Postası ve Bir gibi dergilerde gerçek adı olan Yılmaz Pütün imzasıyla hikayeleri yayınlanıyordu.

Yeşilçam'da ün yapmasından yıllarca önce, "Üç Bilinmeyenli Eşitsizlik Sistemleri" adlı öyküsünde komünizm propagandası yaptığı gerekçesiyle hapse ve sürgüne mahkum edilmişti.

1962'de sürgününü tamamladıktan sonra Yeşilçam’a bir kasırga gibi dönerken ben de Türkiye İşçi Partisi militanlığını ve gazeteciliğimi sürdürmek üzere İzmir'den İstanbul'a göçmüştüm.

Başlangıçta yönetmenliğini ya da baş oyunculuğunu yaptığı filmlerinin ana teması kabadayılık olan, bu nedenle kısa zamanda “Çirkin Kral” olarak ünlenen Güney'i Türkiye sinemasında bir efsane haline getiren hiç kuşkusuz kendisine 1969 yılında Grenoble’da büyük ödül kazandıran Umut filmi olmuştu.

12 MART VE 12 EYLÜL DARBELERİNİN HEDEFİNDEYDİ

12 Mart 1971 darbesinin ardından gelen devlet terörünün hedef aldığı sanat insanlarından biri de Yılmaz Güney'di... O baskı, işkence ve hapis günlerini üç ciltlik Selimiye Üçlemesi adlı eserinde ayrıntılı olarak yansıttı.

Bu üçlemenin sonuncu kitabı olan Sanık’ta, 68 sonrasının direniş günlerinde yakından tanıdığım öğrenci liderlerinden Yaşar Yılmaz’a sorguda nasıl baskı yapıldığını da anlatıyordu. Güney'in yazdığına göre, o sırada sürgünde bulunan benim nerede olduğumu, benimle temasta bulunup bulunmadığını öğrenebilmek için de Yaşar Yılmaz’a defalarca işkence yapmışlardı.

Evet, o sırada biz yurt dışında cunta rejimine karşı Demokratik Direniş mücadelesini örgütlemekteydik... Çeşitli ülkelerde organize ettiğimiz direniş toplantılarında en etkin silahlarımızdan biri, Yılmaz Güney'in Umut filmiydi.

12 Eylül 1980 darbesinden sonra ise, o Paris'te biz Brüksel'de, hem sürgünde mücadeleyi, hem de vatansızlaştırılmayı paylaştık.

Yılmaz Güney daha Türkiye'de hapisteyken Zeki Ökten'le gerçekleştirdiği Sürü filmine 1981 başında Brüksel'de Sinema Eleştirmenleri Derneği tarafından büyük ödül verildi. Yılmaz hapiste olduğu için, Brüksel'deki ödül töreninin o sırada eşi Şanar Yurdapan ile birlikte sürgünde bulunan filmin baş oyuncusu Melike Demirağ'ın katılımıyla yapılmasını sağlamıştık.

Bu vesileyle ben de Belçika Radyo Televizyonu'nda bir programa katılarak Yılmaz Güney'i, onun yaratıcılığını ve kavgasını tanıtmıştım.

Kendisi sürgüne çıktıktan sonra da Türkiye'de hapisteyken Şerif Gören'le birlikte gerçekleştirdiği ve Cannes Film Festivali'nde Costa Gavras'ın Missing filmiyle Altın Palmiye ödülünü kazanan Yol filmi, 12 Eylül sonrası yurt dışında anti-faşist mücadelenin en etkin silahlarından biri oldu.

Yılmaz Güney'in ölümünün 40. yıldönümü nedeniyle ASM'nin Paris'te organize ettiği sempozyumun amaçlarından biri de sürgünde yaşamını yitiren, katledilen tüm ilerici, aydın, devrimci, sosyalist, komünistleri anmak...

Bu amaçla, toplantıdan önce, Yılmaz Güney ve Ahmet Kaya, Paris'teki ünlü Père-Lachaise'deki mezarları başında anılacak. O törenlere cismen katılamasak da, İnci de, ben de, o saatlerde, sürgünde kaybettiğimiz tüm mücadele arkadaşlarımızı ve değerlerimizi saygı ve özlemle anacağız.

Ne acıdır ki, Türkiyeli devrimcilerin, sömürüye, gericiliğe, ulusal baskılara karşı çıkan yurttaşların yazgısı, cumhuriyetin kuruluşu üzerinden 100 yıl geçtiği halde ya hapis ya da sürgün olmaya devam ediyor.

ASM'NİN KOYDUĞU HEDEFLER BU SEÇİMDE GERÇEKLEŞMEDİ

Son 14 Mayıs seçimlerinden önce Avrupa Sürgünler Meclisi yaptığı bir çağrıda Türkiye'nin gerçekten demokratikleşebilmesi için "Sürgünlerin ülkelerine dönüş koşullarının önündeki tüm engellerin kaldırılmasını, gasp edilen siyasi ve hukuksal haklarının ve el konulan mallarının iadesini, kovuşturmaların ve davaların kapatılarak sürgünde yaşamak zorunda bırakılan aydın, yazar, akademisyen, politikacı, devrimci, sosyalist ve muhalif tüm kesimlere, özgürce Türkiye'ye dönebilecekleri güvencelerin verilmesini içeren yasa çıkartılarak, kendilerine yapılan haksızlık ve hukuksuzluklardan ötürü özür dilenmesini" şart koşuyordu.

70 yılı aşan gazetecilik deneyimimle, CHP'nin başını çektiği ittifakın Kürt iradesini dışlayan kompozisyonuna ve sol kanattaki partilerin de seçime tek liste yerine tam 6 farklı listeyle girerek sol seçmeni kararsızlık içinde bıraktığına bakarak bu seçimlerden de doğup büyüdüğüm ülkenin gerçekten demokratikleşmesini sağlayacak bir sonuç çıkmayacağını tahmin ediyordum.

Yine de, ilk tur öncesi kamuoyu yoklaması yapan tüm kurumlar ve sol medyadaki kanaat önderleri son dakikaya kadar oylamaların islamo-faşist iktidarın yenilgisiyle sonuçlanacağını anons ettiği için, 28 Mayıs pazar günü saat 20'ye kadar gerek Türkiye'deki, gerekse sürgündeki dostlarımın umut dolu, hattâ bize İstanbul'da, İzmir'de, Diyarbakır'da randevu veren mesajlarının ardı arkası kesilmedi.

Sonuç ortada...

“Vatansız Gazeteci" adlı anılarımın sürgün öncesini anlatan birinci cildinin son sayfalarında, Türkiye'den ayrılışımızın hüznünü anlatırken şöyle demiştim:

“Doğduğumuz, yetiştiğimiz, kavga verdiğimiz sevgili ülkemizden kopuyoruz. Günün birinde ‘vatansızlaştırılacağımızı’ hiç düşünmeden... En kısa sürede geri dönüp hiçbir şey olmamış gibi her şeyi kaldığı yerden tekrar başlatmak umuduyla... Bu umut asla gerçekleşemedi…"

Evet, o satırları yazdığım tarihin üzerinden tam 13 yıl, Türkiye'den ayrılışımızın üzerinden tam 52 yıl geçti...

2023 seçim sonuçları, o umudun yakınlarda gerçekleşemeyeceğini gösterdi.

Hoş, dönebilmiş olsaydık bile, İnci'nin de, benim de 90'a merdiven dayadığımız, sağlık sorunlarımızın çalışma hızımıza her geçen gün daha fazla sekte vurduğu dikkate alınırsa, doğup büyüdüğümüz ülkede her şeyi bıraktığımız yerden tekrar başlatmak zaten mümkün olmayacaktı.

SENDİKALARDAKİ YENİLGİYE RAĞMEN ÖDÜN VERMEKSİZİN MÜCADELE

Yine de, her zaman söylediğim gibi, düşünce ve inançlarından ödün vermeyen kişiler için mücadele, belki farklı biçimlerde, her mekanda verilebilir... Türkiye'ye dönmemiz mümkün olmasa da, inançlarımız uğrunda mücadelemizi, gücümüz yettiğince, yarım yüzyıldır olduğu gibi, İnfo-Türk'te ve Güneş Atölyeleri'nde sürdürmeye devam edeceğiz.

“Vatansız Gazeteci'de ve Sürgün Yazıları'nın daha önce yayınlanan beş cildinde, Türk Devleti'nin ve onun hizmetindeki diplomatik misyonların ve medyanın siyasal sürgünümüzde bize karşı uyguladığı tehdit, baskı ve yalıtlama uygulamalarını belgelerle ayrıntılı olarak anlatmıştım.

Bunlara karşı Türkiye Danıştayı'nda ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde verdiğimiz mücadeleler hep sonuçsuz kalmıştı.

Yukarıda belirttiğim gibi, tıpkı geçmiş seçimlerde olduğu gibi, 2023 seçimlerinden de siyasal sürgünlerin maruz bırakıldığı tehdit, baskı ve yalıtlamayı ortadan kaldıracak, kendilerinden özür dileyerek haklarını iade edecek bir iktidar çıkmasını beklemiyordum.

Bu nedenledir ki, 1 Mart 2023 tarihinde, Hollanda'nın La Haye kentindeki Uluslararası Ceza Mahkemesi'nde, başta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere, Türkiye'deki insan hakları ihlallerinin sorumlularına karşı dava açılmasına destek verdim.

Davayı, 24 Eylül 2021'de Cenevre'de Ankara rejimini işkence, yok etme, basın özgürlüğünü çiğneme, cezasızlık, yargı bağımsızlığını ve adalete erişimi ihlal ve insanlığa karşı suçlar konularında sorumlu bularak mahkum etmiş olan Turkey Tribunal, Demokrasi ve Özgürlükler İçin Avrupa Yargıçları (MEDEL) ve Belçika avukatlık bürosu VSA birlikte açmış bulunuyordu.

Davanın açılışını kamuoyuna duyurmak üzere La Haye'de 1 Mart 2023'te yapılan basın toplantısında, Belçika'nın eski başbakan yardımcılarından Prof. Dr. Johan Vande Lanotte'un davacı örgütler adına sunuş yapmasından sonra ben de şu temennide bulundum:

"Hak ihlalleri nedeniyle Türk mahkemelerinde açılan davalar ne yazık ki sonuç vermiyor... Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin kararları da Türk devleti tarafından dikkate bile alınmıyor… Baskı kurbanları hâlâ zindanlarda tutuluyor. Bu nedenledir ki, Uluslararası Ceza Mahkemesi nezdinde açılan bu davanın tamamen yerinde olduğuna inanıyorum… Ve de Türkiye'nin demokratikleşmesine büyük katkı sağlayacağını umuyorum."

Ayrıca, Avrupa'nın başkenti Brüksel'de 1974'ten beri tam 49 yıldır Türk diplomatik misyonlarının ve medyasının, hem de onların kışkırtmasıyla Belçika makamlarının İnci'ye ve bana yönelik tehdit, baskı ve yalıtlamalarını içeren bir metni de davacı kuruluşlara ilettim.

O metin, Sürgün Yazıları'nın yeni yayımlanan 6. cildinde yer alıyor.

Ancak dileğim odur ki, siyasal sürgünlere uygulanan tehdit, baskı ve yalıtlamaların hesabı, esas olarak, bir gün Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde görülsün.

Tüm siyasal sürgünlerin ve diasporaların hakları için...

17 Eylül 2022'de, Köln'de, Avrupa Sürgünler Meclisi'nin düzenlediği sempozyumda söylediğim gibi:

"Vatandaşlıktan atılma, bulunduğu yabancı ülkede dahi sürekli baskı ve tehdit altında bulunma, dünyanın tüm ülkelerine yerleşmiş 3 milyondan fazla Türkiyeli göçmenin, özellikle de devlet terörü nedeniyle ülkelerinden ayrı düşürülmüş siyasal sürgünlerin sorunudur.

"Bu, Osmanlı’dan beri işlenen çeşitli soykırımlar ve tehcirler nedeniyle dünyanın çeşitli ülkelerini yeni yurt edinmiş Asuri, Ermeni, Ezidi, Grek ve Kürt diasporalarının sorunudur.

"Bu, Birinci emperyalist paylaşım savaşı sonunda dört farklı ülkede yaşamaya mecbur edilmiş Kürt ulusunun, kuzeyde Bakur, doğuda Rojhilat, güneyde Başûr, batıda Rojava Kürtlerinin sorunudur.

"Bu, en son Azeri ve Türk ordularının, islamcı terörist beslemelerin de katılımıyla, Dağlık Karabağ’ı işgal etmesi olayında görüldüğü gibi Ermeni ulusunun sorunudur.

"Bu, son seçimde bin bir hile ve baskıyla iradesi gaspedilerek daha yıllarca Türk ordusunun işgali altında yaşamaya mecbur tutulan Kuzey Kıbrıs halkının sorunudur."

2023 seçimleri bu hesabı sormaya muktedir bir Türkiye Büyük Millet Meclisi oluşmasına imkan vermedi.

Ömrümüz vefa ettiği, sağlığımız olanak verdiği sürece, bunun için mücadeleyi tüm olanaklarımızla sürdürmek, siyasal sürgünler olarak, doğup büyüdüğümüz ülkemize, o ülkede ve komşularında yaşayan tüm halklara borcumuzdur.


Doğan Özgüden: 1952’den itibaren İzmir’de Ege Güneşi, Sabah Postası, Milliyet, Öncü gazetelerinde çalıştı, 60’larda İstanbul’da Gece Postası ve Akşam Gazetesi genel yayın yönetmenliği yaptı. 1967’den itibaren eşi İnci Tuğsavul, Yaşar Kemal ve Fethi Naci ile birlikte sosyalist Ant Dergisi’ni yayınladı. Gazeteciler Sendikası, Gazeteciler Cemiyeti, Basın Şeref Divanı ve Türkiye İşçi Partisi yönetimlerinde bulundu. 12 Mart 1971 darbesinden sonra Türkiye’den ayrılarak yurt dışında Demokratik Direniş Örgütü, İnfo-Türk Haber Ajansı ve Güneş Atölyeleri, 12 Eylül 1980 darbesinden sonra Demokrasi İçin Birlik örgütü kurucuları arasında yer aldı. Evren Cuntası tarafından 1982’de eşiyle birlikte Türk vatandaşlığından çıkartıldı. 12 Mart rejimine karşı Türkiye Dosyası, 12 Eylül rejimine karşı Kara Kitap adlı İngilizce, Türkiye’deki ve sürgündeki yaşamını ve mücadelelerini anlatan iki ciltlik “Vatansız” Gazeteci ve altı ciltlik Sürgün Yazıları adlı Türkçe ve Fransızca kitapları bulunuyor. Kurulduğu tarihten beri Artı Gerçek'e yazıyor. (https://www.info-turk.be/ozguden-tugsavul-T.htm)

Önceki ve Sonraki Yazılar
Doğan Özgüden Arşivi