10 Ekim Ankara Gar Katliamı’ndan Filistin’e... Hep böyle keder dolu yazılar mı yazacağız?
Devletlerin, iktidarların eli kolu o kadar uzun ki, her yere ulaşıyor; her yerde nefes aldığın alanların kanallarını kesiyor, korkmadan, fütursuzca…

Suzan SAKA
İnternet üzerinden takip ettiğim gazetelerin, sevdiğim köşe yazarlarının yazıları dahil olmak üzere, hep kasvet, hep kötümser yazılar yazılıyor her yerde.
“Sanki sevimli, keyifli yazılar yazmak için şartlar uygun da biz mi yazmıyoruz?” dediğinizi duyar gibiyim.
Ben de tam olarak nasıl yazacağım konusunda pek emin değilim bu yazıyı yazarken.
Biraz kendimi klavyenin tuşlarına, çokça duygularıma, azca da zihnimin kontrollülüğüne bırakarak yol alacağım bu yazıyı yazarken.
Türkiye gündemini izlerken, yaşadığım ülkenin de gündemine ara ara göz atıyorum; ama sadece ara ara göz atıyorum.
Batılı bir ülkede yaşamanın verdiği, siyasetin her alana sirayet etmemesinin rehaveti çoğu kez tatmin ediyor beni.
Ama biz göçmenlere yine doğduğumuz topraklarla bağlantılı olarak yaşadığımız topraklarda da rahat verilmemesinin; duruşumuzdan ve insan haklarını savunuculuğumuzdan dolayı baskıya, yalnızlaştırılmaya, kriminalize edilmeye devam ediliyoruz.
Hem de başka topraklarda, her kesim insanın, her topluluğun, her inancın yaşam hakkını ve temel haklarını savunurken…
Devletlerin, iktidarların eli kolu o kadar uzun ki, her yere ulaşıyor; her yerde nefes aldığın alanların kanallarını kesiyor, korkmadan, fütursuzca…
Dünyanın geneline baktığımız zaman, gittikçe artan yoksulluk ve sağa kayan rejimler görüyoruz.
Her ülkenin kendisine has dinamikleri olsa da aslında yoksulluk ve ırkçılık gittikçe artıyor.
Bilmediğiniz bir şeyi yazmayacağım; tam tersine, bildiğimiz ama bilmekten imtina ettiğimiz gerçeklikler üzerine kafa yormak istiyorum.
Çünkü kafa yorarak yol alınabileceğine inananlardanım.
Ve neden iktidarların, çoğunluğun bu konu üzerine düşünmediğini; gittikçe ırkçılaşan, her şeyi, her hakkı sadece kendine reva gören bir insan sürüsü haline dönüştüğümüz üzerine biraz da kafa yormak.
Oldukça uzun sayılacak bir süredir yurt dışında yaşıyorum.
İlk başlardaki hayalperest ve romantik beklentilerim, zamanla toz bulutu gibi gözümü perdelemişken; artık o toz bulutunun ardındaki gerçekleri daha sık görmeye başladım.
Karşılaştırmalı edebiyat dersi gibi, karşılaştırmalı siyaset derslerinin teorik tartışmalarını yapabilmenin rahatlığı, geldiğimiz ülkelerin bizzatında da yaşansa keşke…
Dağınık yazdığımın farkındayım ama bir yere varacağını biliyorum bu yazının.
En azından bir girizgâh yapacak; farkındayım.
Zihnimin kuytu köşelerine sinen izleri takip etmem gerekiyor… Sadece bu!
10 Ekim: Unutulmayan Gün
10 Ekim Ankara Gar Katliamı’nın 10. yıl dönümü...
O gün o acı haberi duyduğum ilk anda gözyaşlarım kirpiklerimin ucunda takılı kalmıştı. 10 yıl geçti aradan hala her yıl olduğu gibi bu yıl da yaşlı gözlerim… Benim böyleyse orada hayatlarını kaybeden barış sevdalılarının sevdikleri ne halde kim bilir…
Kocaman bir yumruk oturuyor boğazıma, yutkunuyorum,
Çığlık atsam geçer mi diye düşünüyorum? Beceremiyorum.
Çığlıklarım içimde, yüreğimin tam ortasında duvarlara takılı kalıyor.
Sonra kafamı kaldırıyorum, çevremde onlarca minik çocuk.
Kimisi sarışın, kimisi kumral, kimisi mavi gözlü, kimisi çekik gözlü çocuklar.
Çocuklar masum, kimliksiz, uyruksuz, dinsiz, cinsiyetsizler onlar.
Evet, masumlar, tıpkı Ankara'da katledilen güzel gülüşlü insanlar gibi.
İşte tam da o anda o güzel yürekli insanlar gözümün önüne geliyor ve gözyaşlarım tekrar kirpik ucumda tetikte bekliyor.
Ah, idealleri uğruna yaşamlarını ölümsüzleştirenler...
Sonra böyle işte, tam da böyle modern bir ülkede sıcak arabalarına binerek işlerine giden, büyük evlerde oturan, spor salonlarında kilo vermeye çalışırken “yarın ne giymeliyim, yemeliyim” diye düşünürken sosyal ortamlarda yaşayan Batılı insan yığınlarını düşünüyorum.
Nasıl böyle ilgisiz olunur diyorum.
Bu kez ben anlamıyorum.
Ama bir de bakıyorum ki ben de onlardan biri olmuşum.
Sonra insanlığımdan utanıyorum.
Bu utancın içinde böyle kıvranarak bir çıkış yolu arıyorum.
Hıncımı, öfkemi an-la-ta-mı-yo-rum!....
Yarın eyleme gidilecek, sloganlar atılacak.
Sonra hepimiz güvenli evlerimize döneceğiz.
Bir süre sonra o güzel gülüşlü insanlar usumuzdan silinmeye başlayacak.
Ta ki yeni ölüm haberleri gelene kadar.
Sonra bir de bakacağız ki bir gün kimse kalmamış ve sıra bize gelmiş.
Şunu da eklemeden geçemeyeceğim:
Sumud Filosu'na İsrailli askerler müdahale etti.
Orada bulunanları yaka paça aldılar, sonra da bıraktılar.
Tüm bunlar dünyanın gözleri önünde yaşandı.
Bir taraftan eylemler devam ediyor; peş peşe farklı ülkeler Filistin hükümetini tanıdıklarını açıklasalar da şiddet ve katliama devam ediyor İsrail devleti.
Dağınık yazdım, biliyorum.
Ama belki de bu dağınıklığın kendisi, yaşadığımız çağın en net aynasıdır.
Belki de mesele, bu sevimsiz siyasetin gölgesinde nefes almayı sürdürmek…
Ve, biz buna ne kadar daha dayanabileceğiz?‘in sorusunun cevabını bulmak...