Entel yüzleşme
Ama şu an görüyorum ki, Yanardağ’ın özrü kabahatinden beter. Kendi gazeteci ve popüler kimliğini kullanarak her gün TV programlarında açıklamalar yapıyor. (...) Yanardağ hem olayları manipüle ediyor, kurumları küçük düşürüyor hem de yaşananları kendi mağduriyetine çeviriyor.

Suzan SAKA
Kimi zaman helalleşmek, sadece bireysel bir rahatlama isteği gibi görünür; ama ardında toplumun adalet arayışıyla çatışan bir gerçek de vardır.
Helalleşmek
Helalleşmek, bitmeyen, sonlanamayan bir şeyi bitirmek için karşılıklı atılan çabadır. Kişisel olarak da insan helalleşmek ister ya da uğradığı bir haksızlık karşısında yüzleşilmesini bekler. Helallik için öncelikle sorumluluk almak gerekir. Savunmaya geçmeden gerçekler masaya yatırılır, nerede eksiklikler ve hatalar yapıldığına bakılır. Ama bunlar tabii ki kolaylıkla yapılamaz. Çünkü her insanın içinde egosu, öfkesi, haklı çıkma arzusu ve özür dileme becerisinin olmaması yatar.
Helalleşmek kelimesi epeydir aklımdan çıkmıştı. Yakın zamanda bu kelimeyi duymak, beni yeniden düşünmeye sevk etti. Kiminle, kimlerle, neylerle helalleşmek isteriz? Helalleşme tek taraflı bir istek midir? Ne işimize yarar? Duygusal ve psikolojik olarak bir hafifleme sağladığı kesin, ama toplumsal boyutu da var. Özellikle mağdurların faillerden talep ettiği adalet arayışında helalleşmek nerede durur? Yoksa helalleşmek, aslında bir nevi kaderine boyun eğmek midir bu durumda?
Hesaplaşmak
Bazı şeylerin üzerini örtmek, o sorunların daha da büyümesine sebep olur. Görmezden gelinir, kırılganlığı ve yorgunluğu artırır. İfşa etmek ise, edenin suçlanmasına yol açıyor; tıpkı bugünlerde olduğu gibi. Bir haksızlığa, yaftalamaya, ötekileştirmeye karşı sesini yükselttiğinde, nedense herkes mağdurun yanında olmak yerine failin yanında duruyor. Korkuyoruz konuşmaya, derdimizi anlatmaya. Anlattığımızda ise genel geçer değerlendirmelere maruz kalıyoruz. Dinlemekten çok, “faile nasıl haklılık payı buluruz” yaklaşımı öne çıkıyor. Öfke şiddet uygulayana, dil uzatana değil de bunu ifşa edene yöneliyor.
“Aman canım, niye bu kadar abartıyorsun? Yanlış anlamışsındır. Şimdi senin yüzünden o kişi işini kaybedecek, prestijini yitirecek” gibi sözlerle, özellikle erkeklerin uyguladığı istismarlar normalleştiriliyor. İlginç olan şu ki, kimse mağduru anlamaya çalışmıyor; “bu insan ne diyor?” demiyor. Tam tersine, yine güçlüden, görünenden yana tavır alıyor.
Tıpkı son günlerde tartışmalara ve linçlere sebep olan Merdan Yanardağ’ın sözleri üzerinden gelişen olaylarda olduğu gibi. Alevi kurumları, onun şahsına yönelen hakaretlerden çok, kullandığı ifadelerin Alevilerin yaşadıkları travmaları nasıl derinleştirdiğine dikkat çekti. Kısacası, Alevi kurumları, Alevilik başta olmak üzere hiçbir kimliğin olumsuz bir niteleme için kullanılmasını istemiyor. Yani “pis Ermeni”, “yemeği yenmez Alevi”, “katil Suriyeli”, “kro Kürt” gibi kalıplar toplumda yaralayıcı ve ayrıştırıcı bir etki yaratıyor. İşte Yanardağ’ın sözlerinde de sarf ettigi “Aleviler içinde çok hain var” dediği cümlenin Alevileri incitmesi ve Alevi kurumlarının buna dikkat çekmesi kadar doğal bir şey olamaz.
Ama şu an görüyorum ki, Yanardağ’ın özrü kabahatinden beter. Kendi gazeteci ve popüler kimliğini kullanarak her gün TV programlarında açıklamalar yapıyor. RTÜK’ün kanal kapatma girişimini Alevi kurumlarının üzerine yüklüyor. Oysa kurumlar ne Yanardağ’ın kanalını RTÜK’e şikâyet etti, ne de Aleviler devlete giderek birini şikâyet etti. Sorunu kendi içlerinde çözüyor, duruşlarını sergiliyorlar. Ama Yanardağ hem olayları manipüle ediyor, kurumları küçük düşürüyor hem de yaşananları kendi mağduriyetine çeviriyor. Maalesef onun bu mağdurluk furyasına aydın, yazar, Alevi olan/olmayan herkes hakikati unutup, Yanardağ’ın Alevi kurumları tarafından linç edildiğini destekleyen yorumlar yapıyor. Bu yorumların çoğunda da üslup ve içerik olarak hoyratça bir yaklaşım sergiliyorlar. Şimdi biz burada sorunun derinine bakacağız; görünen kısma değil: bir failin, yaptığı kötülüğün ve sebep olduğu zararın bilincine varması; bu farkındalığın kendi iç dünyasında bir değişim yaratması ve mağdura karşı telafi edici adımlar atmayı istemesi gerekir. Gerçek bir özür, sadece sözlerle değil; davranışlarda, tutumlarda. Fail, çoğu zaman özür dileme sürecinde bile kendi hikâyesini, mağduru tekrar incitmeden yeniden şekillendirmeye hazır değildir. Bu sürecin sağlıklı bir şekilde ilerleyebilmesi için konuların üstünün örtülmediği, açıkça tartışılabildiği, güven ortamında yargısızca bir dille olması şarttır.
Sonuç olarak, gerçek bir helalleşme ancak adil bir hesaplaşmanın ardından, mağdurun ve toplumun deneyimlerinin dikkate alındığı bir ortamda mümkün olabilir.