'Alevi toplumunun da bir inancı var; bu kadim ve evrensel bir inançtır'

'Alevi toplumunun da bir inancı var; bu kadim ve evrensel bir inançtır'
'Alevilerin talebi, Muharrem orucunun Ramazan orucu kadar ilgi görmesi değil Ramazan'nın bir resmi oruç, bir kamu orucu olmaktan çıkartılıp Muharrem orucu kadar sivil hayata bırakılmasıdır.'

Esra ÇİFTÇİ


ARTI GERÇEK- Muharrem ayındayız. Kimi görüşlere göre Hz. Nuh’tan beri devam eden, İslamiyet sonrası ise Kerbela vakasına dayandırılan Muharrem ayı, bin yıllardır Aleviler tarafından yas ayı olarak kabul ediliyor. Osmanlı Devleti’nin son 500 yılından itibaren, yasaklı bir inanç muamelesi gören ve onlarca katliama maruz kalan Alevilik, Türkiye’de halen öteki durumunda. Çünkü Cumhuriyet tarihi de Alevi katliamlarıyla dolu, Alevilik hâlâ devlet tarafından bağımsız bir inanç olarak kabul edilmiyor. 

Aleviler, kamusal alanda, sokakta, sosyal hayatta, işte, okulda ve devlet bürokrasisinde kimliklerinden dolayı sorunlar yaşıyor. Ancak bir yandan da, Aleviler özellikle bir kesim tarafından "Cumhuriyet’in garantisi" olarak görülüyor.

Ama bu "garantiye" rağmen neredeyse her ay Alevi evlerine konulan çarpı işaretleri gazetelere ya da sosyal medyaya düşüyor. Zorunlu din dersinden Cemevlerinin statüsüne kadar pek çok hak talebi görmezden gelinen Aleviler bu koşullar altında Kerbela’da öldürülenlerin yasını 12 günlük oruçla tutuyor. 

Muharrem orucu oldukça ağır bir oruç. Çünkü bu ayda oruç boyunca sahura kalkılmaz. Gece 24.00’ten sonra oruç başlamış sayılır ve bu saatten sonra yeme içme olayına son verilir. Önceki gece 24.00’te başlayan oruç, diğer gün güneşin batmasıyla ya da güneşin batmasına yakın zamandaki kızıllığın artmasının hemen ardından açılır. Ancak Aleviler buna iftar değil, oruç açma der.

Bu yazı dizisinde Türkiye’de Alevi olmayı yine Alevilerle konuşacağız. İlk söz, Muharrem orucunun Nuh Nebi’ye dayandığını söyleyen tarihçi-yazar Bülent Felekoğlu’nda. Felekoğlu Kürtçe ‘Reya Heq’ olarak nitelendirilen Hakk Yol Alevi inancının geleneksel hafızasına dikkat çekerek, bu hafızanın insanlığın varlık serüvenini birlik ilişkisini içerisinde algıladığını söylüyor:

MUHARREM AYINDA AŞURE DAĞITMAK GELENEK

"Hak Yol Alevi inancının geleneksel hafızası, insanlığın varlık serüvenini, birlik ilişkisi içerisinde algılar. Zaman ile mekânı parçalar ve dönemler şeklinde algılanmaz. Varlık birlik içerisinde algılanır. Muharrem ayı da inancın zamanı birlik içerisinde gördüğü ve devriye ederek, yeniden doğumun Ehl-i Beyt soyunun kurtuluşu ile aydınlanacağına inandığı ve 12 gün boyunca Kerbela da Şah Hüseyin’in yarenleri ile çektiği azabı manaya bağlayan, aç ve susuz kalmasını sembolize eden ve inancın hakikati uğruna direncini, verdiği bedelleri anarak İslam’da hakikatli duruşu kutsar. 

Bu hakikat iktidarlaşan Muaviye, Yezid zihniyetine karşı, haktan yana olan bedel duruşudur. İslam devriyesinde Yas Orucu olan Yas-ı Muharrem ya da Yas-ı Kerbela da Alevi halklar sadece 12 günlük yas orucu tutarlar."

Muharrem ayının bitiminde Aşure dağıtmak bir gelenek. Geçmişte komşularına Aşure dağıtan Alevilerin aşureleri bile geri çevrilirken ya da yenmeyip çöpe atılırken, bugün Sünni kesiminden geniş bir kesimin Aşure yapımına ve dağıtımına tanıklık ediliyor. Felekoğlu, Muharrem orucunun ritüellerine dair şu bilgileri veriyor:

"Bazı süreklerde İmam Zeynel Abidin’in kurtuluşu için de kurban tığlanır. 12 günlük orucun; Reya Heq Kürt Alevilerinde kitabi dinler öncesi Mezopotamya halklar geleneğinin Nuh Nebi’nin kurtuluş efsanesini de barındıran bir süreği vardır. Bu süreç bahar dönemi Heftemal ile başlar bu ay ikrar ve rızalık ayı olarak yeniden doğumun sembol ritüeli olarak mana bulur. Nuh Nebi’nin 12 günlük sular altında kalan dünyada insanlığın yeniden dirilişini sembolize eder."

Alevilerin Hızır ayı ile birlikte oruç tutukları bir diğer ay olan Muharrem ayında oruç, diğer ibadet ve dini ritüellerden farklı çok geniş bir batıni yorumla değerlendirilir. Aleviler orucu sadece biyolojik bir eylem olarak görmez, aynı zamanda bir mana eylemi olarak yaşar ve yaşatır.

Felekoğlu yeniden dirilişi sembolize eden bu ritüeli anlamına dair de şu bilgileri veriyor:

"Heftemal günleri oruçlar yeniden diriliş sürecinde karanlıktan çıkmanın ve çar anasırın ikrarlaşma süreci olarak algılanır. Bu süreç genel anlamda varlığın her tâm-gıdayı idareli kullanmasını (Lakin bunlar tohumdur), hiçbir canlıya zarar vermemeyi (Bunlar neslin son kalanlarıdır), siyah giyinmeyi (nefsini terbiye etmeyi), yıkanmamayı, aynaya bakmamayı (her varlık ile aynı seviyede olmak için), su içmemeyi (su kısıtlıdır, her canın eşit hakkıdır) kapsar.

Oruçların sonunda ise kadim Şir (Süt) kavramı üzerine oturan Aşiret’ in kurtuluşunu ifade eden Aşure çorbası yapılır. Aşure lokması cümle varlığın ve tadın birlikte doğum gıdası olarak algılanır. 12 'tam gıda' bir arada bir kazanda kaynayarak, bir tat olur. O da ana kadının rıza ve ikrar lokmasıdır. Bu nedenle orucun son günün öğlene doğru vaktinde kadınlar oruçlarını Aşure çorbasını tadarak açarlar."

'ALEVİLER İBADETLERİNİ TEŞHİR ETMEZLER'

Güvenç Abdal Ocağı Dedesi Sefa Öztürk ise Alevilikte ibadet ve ritüelin bireyselliğine vurgu yaparak, "Alevi geleneğinde ve inancında topluca oruç açmak yoktur" diyor. Öztürk’ün bu görüşü aslında Ramazan ayında açılan toplu iftar çadırlarına da bir eleştiri. Öztürk sözlerini şöyle sürdürüyor:

"Aleviler ibadetlerini teşhir etmezler. Teşhir edildiğinde bağlamından koparak daha çok gösterişe kayar. Bir de çevreye sosyal anlamda mahalle baskısı yaratır. Oruç tutan yüzünden oruç tutmayan yaşam tarzını değiştirmek zorunda kalabilir. Oruç tutanı bağlar diğerlerini değil. Aleviler her inanca azami saygı gösterir. Yalnız Alevi geleneğinde ve inancında topluca oruç açmak yoktur. 

Toplu oruç açmalar Ramazan iftar çadırlarına öykünmedir ve doğru da değildir. Aleviler tarihin her döneminde haksızlıklara ve katliamlara uğramıştır. Fakat özel günlerde ve aylarda daha fazla zulüm görmüştür. Örneğin Ramazan ayı ve cuma günü gibi. Alevi köylerine cami bilinçaltı baskı altına alınarak yapılıyor ve bu da bir nevi zor demektir"

Peki Aleviler oruç dışında Muharrem ayını nasıl yaşar? 

Muharrem orucunun başlamasıyla eğlence yerlerine gidilmez, eğlence yapılmaz. Kan akıtılmaz, can incitilmez, düğün, nişan, sünnet vb. eğlenceler, kutlamalar yapılmaz. Et yenmez, su içilmez, insana zevk veren her türlü eylemden sakınılır. 

Matemin ruhuna uygun davranılmaya çalışılır. Su içmemek; Kerbela’da öldürülen Hz. Hüseyin ve yakınlarının susuzluk ıstıraplarına yönelik bir empatidir. Bu yüzden oruç boyunca su ihtiyacı, sulu gıdalar alınarak giderilmeye çalışılır, elden geldiğince de saf su içilmemeye çalışılır. 

Sadece bu kadar da değil. Aleviler Muharrem ayında saç, sakal kesmez, bıçak türü keskin aletler kullanmaz, herhangi bir nesneyi incitmez, ağacın dalını bile kırmazlar. 

MUHARREM AYI, KERBELA’DAN BERİ VAR

Derviş Cemal Ocağı’ndan Alevi anası ve emekli öğretmen Menşure Doğan, Sünni inancının Ehlibeyte yani Peygamber torunlarına karşı yapılan zulmü yüzyıllardır görmezden geldiğini savunarak şunları söylüyor:

"Muharrem ayı acıların, zulmün, vahşetin yaşandığı Kerbela’dan bu yana süren bir gelenek. Ezilmişlik, katliamlar, hor görülmeler elbette biz Alevileri çok etkiliyor. Biz bu ayı, 'matem ayı' olarak kabul ediyoruz. Muharrem ayına Müslümanlar değinmiyor bile, oysa Peygamber torunlarına uygulanan korkunç bir zulüm var. Çocukluğumda, köyümde, ailemde bu ritüel olması gerektiği gibi yapılıyordu. 

Muharrem ayı başladığında, kişisel zevk, eğlence asla kabul edilmez. Babam bir ocak evladıdır, Pirdir. Bize et yemeyi yasak etmezdi ama Hüseyin’in katliamda akan kanı göz önüne alınacak olursa, bir canlıya dokunmamak, bir canlının kanının akıtılmaması için et yememizi uygun görmezdi, biz de buna uyardık. 

Köylerimizde nişan, düğün yasaktı. Hakk aşkına deyişler dinlerdik, bu bir eğlence değildi, aksine Kerbala’yı anarak yas tutardık. Aynaya bakmak yasaktı. Aynaya bakıp, kendimi güzel göreyim, demek ya da aynaya bakarak kendine çeki düzen vermek makbul sayılmazdı. Eskiden evlerdeki aynaların üzerleri örtülürdü. 

Şimdi doğal olarak toplumsal ihtiyaçtan dolayı buna uyulmuyor. İnancımızda güncel çağa uyma gibi bir esneklik var, eskiden on iki gün boyunca yas tutulduğunda banyo dahi yapılmazdı, tabii şimdi öyle değil, yas zamanları banyomuzu yapıyoruz, bilim yolunda gitmek biz Aleviler için bir öğretidir. Yine eskiden yas zamanında çamaşır yıkanmazdı, köylerde yıkanmış çamaşır asılı görüldüğünde kınanırdı. 

Günün koşullarına göre esnek yaşıyoruz ama zulmü asla kabul etmiyoruz. Bizi katledenlere benzememek için inancımızın kurallarına göre yaşıyoruz. Muharrem ayında su içmeyiz çünkü Yezid mazlumu su ile terbiye etmiş. Çocuklara bile ‘su vereceğim’ diye kandırmış ve bir damla su vermeyerek çocukların susuzluktan ölmesini sağlamış, bizde o yüzden kana kana su içmeyiz. Biz Hüseyni bir duruşu esas alıyoruz, asla Yezid’den yana olmayız."

Alevi inancında kadının ve analığın önemine de dikkat çeken Doğan, Hz. Fatıma’ya atıfla Ana Fatma için tutulan orucun da Muharrem’den hemen önce tutulduğunu şu sözlerle anlatıyor:

"Ana Fatma’nın acısını paylaşmak için de Muharrem başlamadan bir gün önce Ana Fatma için oruç tutarız. Kadınlarımız bir kavga olduğunda onu ayırmak, ya da küskünleri barıştırmak için başlarındaki tülbendi yere atarlar, 'Anafatma’nın tülbendi bu' derler ve o anda kavga biter, küsler barışır, bu gelenek birçok yerde hâlâ sürüyor.  

Bugün eskisi kadar iddialı yapılmıyor Muharrem yası. Takip etmezsen bilmiyor kimse. Coğrafi yapı bu yüzden çok önemli, kendi coğrafyanızda bunu unutmanız mümkün değil, belki de o yüzden insanları göç ettirip kendi kültürlerinden, inançlarından kopardılar, kimbilir."

Peki Türkiye toplumu, Alevilerin Muharrem orucuna ne kadar saygılı? Ramazan orucuna duyulan hassasiyet, Muharrem orucuna da duyuluyor mu? Gazi Cemevi Post Dedesi Haşim Kızılveren’in bu konuyla ilgili görüşleri şöyle:

'ALEVİLİKTE ZORLAMA YOKTUR'

"Bizler orucumuzu, matemimizi tutarken sürekli bir dayatmayla karşı karşıyayız. Tam tersine Alevi pirleri, Alevi toplumu ve Kızılbaşlar böyle bir orucun, böyle bir inancın Kerbela’yla beraber yas mateme büründüğünü kendine 'Müslümanım' diyen herkesin bu orucu tutma görevine sahip olduğunu bilirler. Ama ne yazık ki o gün bugündür bizi sürekli ötekileştirdiler. 

Reddeden politikalar sergilediler. Bir taraftan Hz. Peygamber’den şefaati beklerken, Hz. Peygamber’in torunlarına ve evlatlarına bu cefayı, bu zulmü reva görenleri destekleyip, onları yücelten bir anlayışla karşı karşıyayız. Bizde oruç sonrasında hizmet görülür, aşure yapılır, kurbanlar kesilir dağıtılır. Bizlere bir gün dahi olsa, ‘siz Alevi toplumunun böyle bir orucu, hizmeti var, aşurelerinizi pişirin, paylaşın, lokmanızı dağıtın' demiyorlar. İnsanı insan olarak seviyorsak, saygı duyuyorsak, bu hakkı vermemiz gerekir."

Kızılveren, ayrıca Alevilikte zorlama olmadığını söyleyen, insanlara oruç tutun dayatmasında bulunmadıklarının da altını çiziyor:

"Bizde zorlama yok, illaki oruç tutun demiyoruz, illaki dükkânlarınızı kapatın demiyoruz, biz Sünnilere nasıl saygı gösteriyorsak, aynı saygıyı bekliyoruz. Ne yazık ki kendi yaşam alanlarını genişletmek için bizlere zorluklar çıkaranlar çok olmuştur. İşyerlerinde çok sıkıntılar olmuştur. Sizin uydurduğunuz bir din, bir inanç diye yorumlayanlar var. Bizler bunu hak etmiyoruz. 

Tüm insanların inancı olduğu gibi Alevi toplumunun da bir inancı var ve bu kadim bir inançtır, evrensel bir inançtır. Alevi toplumu tüm dinleri, inançları içerisinde barındırır ama hiçbir dinin içerisine Alevi toplumunu sokamazsınız. Dört semavi dinden tutun, Şamanizm’den Zerdüştlüğe tüm inançların kalıntılarını Alevilikte bulabiliriz. 

Evreni kendine cemetmiştir. Börtü böceğini, doğasını, taşını kutsal görmüştür. 47 ülkenin Türkiye Cumhuriyeti’ni mahkûm ettiği Alevilerin eşit yurttaşlık hakkının verilmesi istendiği halde Cemevlerinin resmi statü almasını istediği halde, Türkiye Cumhuriyeti bizlerin hakkını vermiyorsa en büyük ötekileştirme, yok sayma bu değil midir? Seni kabul görmeyen bir zihniyetin karşısında var olduğumuzu söylüyoruz, kanıtlıyoruz. Bizler kendimizi evrenle, doğayla bütünleştirmişiz ama onlar doğayı katledip alan genişletmeye çalıyorlar." 

Kendisi de bir ocakzade olan Hubyar Sultan Ocağı mensuplarından HDP İstanbul Milletvekili Ali Kenanoğlu ise Ramazan orucunun resmi oruç olmaktan çıkartılıp, Muharrem orucu kadar sivil hayata bırakılması gerektiğini söylüyor. Kenanoğlu’nun görüşleri şöyle:

"Türkiye’de egemen Sünni inancın dışında kalan tüm diğer inançlara yaklaşım farklılığının en belirgin olduğu dönem inançların toplu ibadet dönemleridir. Örneğin Sünni inancın orucu olan Ramazan orucu zamanında tüm Türkiye hatta tüm dünyanın Ramazan orucu tuttuğu varsayılarak davranılır. Televizyonlar, gazeteler, devlet daireleri, iş yerleri, askeri kışlalar dahil ülkenin her yerinde sanki herkes oruç tutuyormuş gibi, sanki herkes Sünni inancına mensupmuş gibi, sanki herkes Müslümanmış gibi davranılır. 

Bu tutumlarını savunurken de ‘Türkiye yüzde 99’u Müslüman bir ülkedir’ diyerek kendilerini savunurlar. Başta Aleviler olmak üzere Sünni olmayan herkesi de bu yüzde 99’un içine dâhil ederler, sanki Aleviler Ramazan orucu tutuyormuş gibi, sanki Alevilikte de Ramazan orucu varmış gibi davranırlar. 

Bu davranış biçimi inkâr ve asimilasyoncu bir devlet politikasının kamuoyuna yansımasıdır. Aleviler Muharrem’de 12 gün, Hızır Orucu’nda ise üç gün oruç tutarlar. Hızır ve Muharrem Orucu devletin ve kamuoyunu yönlendiren egemenlerin hiçbir zaman gündeminde olmaz."

ALEVİLERİN ORUCU MEDYADA YOK

Ramazan ayı başlamadan aylar önce medyadaki Ramazan konulu programlara hatta marketlerdeki iftarlık veya sahurluk ürün reklamlarına hepimiz aşinayız. Ancak Muharrem ayı neredeyse tüm kesimlerin görmezden geldiği bir ay. Ali Kenanoğlu da bunu hatırlatıyor: 

"Ne televizyonlar ne gazeteler ne de devlet daireleri, ne de özel sektör bu orucu görürler. Aleviler de uzun yıllar boyu Alevi olduklarını gizlemek için oruçlarını gizlemişler, saklamışlar, söyleyememişler. Alevi örgütlerinin kurulması, kentlerde Cemevleri’nin açılmasıyla Aleviler oruçlarını açık etmeye ve böylelikle de kamuoyunda bilinmeye başladı.

AKP iktidarı Alevi açılımı yaptığı süreçte doğa tapınımcı yönü bulunan Hızır Orucu ve Hızır inancını görmemezlikten gelirken İslam ile bağı olan Muharrem orucuna sarılmayı tercih ettiler. Beş yıldızlı otellerde düzenledikleri Muharrem iftarlarının tepki toplamasından sonra Fettullahçıların kurduğu Alevi dernekleriyle Muharrem’i karşılamayı sürdürdüler."

7 Haziran 2015 seçimleri sonrası ise AKP ve devletin aslına rücu etiğini söylüyor Kenanoğlu:

"7 Haziran sonrası açılım süreçlerinin sona ermesi ve çatışmalı sürecin başlamasıyla birlikte AKP’nin Alevi aşkı da, Muharrem aşkı da bitmiş oldu. Zaten Alevi örgütleri de, Alevi toplumu da bu aşkın samimi olmadığını, siyasi kandırmacaya dayalı bir aşk olduğunun farkındaydı. Çünkü AKP Alevileri ve Alevilerin inançlarını anlamak yerine ‘onu nasıl kullanırım, nasıl değiştirip dönüştürürüm’ derdindeydi. 

Alevi açılımlarının başlatıldığı dönemde bu açılımlardan sorumlu Devlet Bakanı Said Yazıcıoğlu çalıştayların nasıl olacağını tarif ederken ‘Alevilere zamanında bir elbise biçtik ama uymadı, şimdi hep birlikte yeni bir elbise dikmeliyiz’ demiştir. 

Yani AKP iktidarının derdi ve yürüttüğü siyaset Alevileri kendi diktikleri elbise kalıbının içine sokmak, değiştirmek ve dönüştürmek üzerine kuruluydu. Bunu Aleviler reddedince doğal olarak bu tek taraflı sahte aşkta bitmiş oldu. Şimdi ne Alevileri hatırlayan var ne de Alevilerin oruçlarını. Aslında Alevilerin talebi de Muharrem orucunun Ramazan orucu kadar ilgi görmesi değil, Ramazan orucunun da bir resmi oruç, bir kamu orucu olmaktan çıkartılıp Muharrem orucu kadar sivil hayata bırakılmasıdır."

İlgili Haberler
Öne Çıkanlar