Antony Loewenstein: İsrail'in silah satarken hiçbir kırmızı çizgisi yok

Antony Loewenstein: İsrail'in silah satarken hiçbir kırmızı çizgisi yok
İsrail'in Filistin ve Lübnan'a yönelik saldırılarda uyguladığı teknikler ürkütücü düzeyde. 'Filistin Laboratuvarı' kitabının yazarı Loewenstein, Artı Gerçek'le söyleşisinde "İsrail artık istediğini yapabiliyor. Kırmızı çizgileri yok" dedi.

Kemal Taylan ABATAN - Çağrı KURT


Artı Gerçek - Filistinli direniş örgütlerinin 7 Ekim 2023'te Gazze'den İsrail'e düzenlediği Aksa Tufanı Operasyonu'nun birinci yılını geride kaldı. İsrail'in aradan geçen bir yılda Gazze'de düzenlediği soykırım saldırıları neticesinde 42 bini aşkın kişi ölürken, aralarında çok sayıda çocuk ve kadının da bulunduğu 100 bine yakın kişi yaralandı. 10 binden fazla Filistinlinin de halen kayıp olduğu belirtiliyor.

Gazze'deki insanlık dramı, İsrail'in sınır tanımayan saldırganlığı, Filistinli grupların Gazze'de halen belirli bölgelerde ve Batı Şeria'da süren direnişi tüm dünyada yakından takip ediliyor. 8 Ekim 2023'ten bu yana Hizbullah'ın Gazze'deki gruplarla dayanışma amacıyla başlattığı sınırlı saldırılara karşılık İsrail'in verdiği yanıt ise Eylül 2024'ün ortasından itibaren farklı bir aşamaya ulaştı.

Önce Hizbullah üyelerinin kullandığı çağrı cihazlarının eş zamanlı olarak patlatılması, sonra da başta genel sekreter Hasan Nasrallah olmak üzere Hizbullah liderliğinin neredeyse tamamen öldürülmesi ve bunlar yaşanırken İsrail'in kullandığı teknikler tüm dünyada dehşet uyandırdı.

Artı Gerçek, Metis Yayınları tarafından eylülde Türkçeye kazandırılan ve İsrail'in Filistin'i işgal etmeye başladığı 1948'den bu yana yarattığı baskı ve gözetleme tekniklerinin incelendiği 'Filistin Laboratuvarı' kitabının yazarı Antony Lowenstein'la konuştu.

Loewenstein İsrail-Türkiye ilişkilerini değerlendirirken, Türkiye'de iş çevrelerinden İsrail ile ilişki kurmaya gönüllü kimseler olduğunu ve İsrail'in pek çok ülkeye yönelik tavrında olduğu gibi Türkiye'ye de silah satmakta herhangi bir sakınca görmediğini belirtti.

loew.png

Filistinli grupların Aksa Tufanı Operasyonu üzerinden bir yıl geçti. İsrail bu operasyona karşılık korkunç bir yanıt verdi ve yaklaşık 43 bin kişinin katledildiği, yüz bine yakın kişinin ise yaralandığı bir soykırım yaşandı. Akabinde savaş Gazze’den Lübnan’a sıçradı ve şu an Lübnan sınırında Hizbullah ile İsrail arasında çatışmalar sürüyor. Savaşın kapsamına dair aynı zamanda bölgesel savaş riskine dikkat çekiliyor, ki İran Gerçek Vaad-2 Operasyonu’yla ikinci kez İsrail’e doğrudan saldırdı. Bu saldırının şiddeti ise birinci operasyona göre daha şiddetliydi. Siz bir gazeteci gözüyle bakarsanız, Ortadoğu’daki bu durum nereye doğru evriliyor?

Ne yazık ki, çok endişe verici bir tırmanma anında olduğumuzu hissediyorum. 7 Ekim'den bu yana, hatta on yıllar öncesiyle kıyaslayınca da, İsrail artık istediğini yapabiliyor. Kırmızı çizgileri yok. İsrail işgalinin ya da şiddetinin ya da savaşının Filistin sınırlarının ötesine, örneğin Yemen'e, Suriye'ye, Lübnan'a ya da daha ötesine yayılmasının önünde gerçek bir engel yok.

Beni endişelendiren şey, savaşa sessiz kalarak şu anda suç ortağı olan pek çok Arap ülkesinin durumu. Burada Arap halkından bahsetmiyorum. 7 Ekim'den bu yana tek bir Arap ülkesi bile İsrail ile ilişkilerini kesmedi ve kesmeyecek de. Birçoğu İsrail'in Gazze'de Hamas'ı yok etmek için yaptığı eylemlerini kabul ediyor. Kitabımda tartıştığım gibi, genellikle İsrail'in gözetleme ve baskı teknolojisine güveniyorlar. İsrail ile iyi ilişkilerini sürdürmek istiyorlar. Son olarak, Washington ile iyi ilişkilerini sürdürmek istiyorlar ve bunun genellikle İsrail üzerinden gerçekleştiğini görüyorlar.

İsrail’in Hizbullah’a yönelik askeri-istihbari kapasitesi tüm dünyada dehşet uyandırdı. Hizbullah askeri liderliğinin tamamen tasfiye edilmesi yanı sıra Pager markalı çağrı cihazlarına ve telsizlere yönelik ciddi sayıda Hizbullah kadrosunun savaş-dışı bırakılmasını amaçlayan operasyon bu dehşete kaynaklık etti. Sizin kitabınız İsrail’in düşmanlarıyla savaşının acımasızlığına ve aritmetiğine odaklandı. Bu aritmetiğin bize kısaca anlatmak ister misiniz?

Son bir ay içerisinde İsrail'in Hizbullah'ı çok sert bir şekilde vurarak lider kadrosunu yok ettiğine şüphe yok. Askeri liderlerinin çoğu öldü. Belli ki iletişim sistemlerine sızmış durumdalar ve Hizbullah da tıpkı İran gibi sarsılmış durumda. Ancak İsrail'in karşı karşıya olduğu farklı bir sorun var: Bu İsrail faaliyetlerinin hiçbiri, Hamas ve Hizbullah gibi grupların direnişe geçme nedenlerini değiştirmemektedir. Pek çok lideri öldürebilirsiniz ve İsrail son on yılda bunu yaptı. Hamas ve Hizbullah liderlerini birçok kez öldürdüler. Ama bunların hiçbiri İsrail'e ve eylemlerine karşı direnişin büyüdüğü gerçeğini değiştirmedi.

Bu sürecin sonunda, bu korkunç savaşın sonunda, ister altı ay, ister bir yıl ya da ne zaman olursa olsun, Ortadoğu'da özellikle İsrail'e karşı olan, 7 Ekim'den bu yana İsrail’in yaptıklarını eleştiren güçlerin büyümesi ve çok daha eleştirel ve radikal yeni direniş liderlerinin ortaya çıkması çok muhtemeldir. İsrail'in son yarım yüzyılda öğrenmeyi reddettiği tarihsel sorun da budur.

Kitabınızda aslında önemli bir bölümü kaplayan detay dikkat çekiciydi. İsrail kendisini “küresel teröre karşı Batılı değerlerin savunucusu” olarak lanse ediyor. Üstelik bunun geçmişe doğru güçlü sebepleri de var. İşaret ettiğiniz üzere, İsrail geçmişten günümüze baskıcı rejimlere destek olmakta sakınca görmüyor. Bunun çıkış noktası anti-komünizm. 1970 ve 1980’li yıllarda atılım yapan komünist hareketlere karşı faşist rejimlere karşı yatırım yapıldığı görülüyor. Bunun sebebi nedir?

İsrail var olduğu 1948 yılından bu yana, hayatta kalabilmesinin tek yolunun kendisiyle dost olmak isteyen herkesle dost olmaktan geçtiğine inanıyor. Bildiğim kadarıyla İsrail’in silah satmadığı, Suriye ve İran gibi bazı istisnalar hariç, ülke yoktur. Ancak işin özü şu ki İsrail ve birçok İsrailli savunma şirketi silah endüstrisini etik ya da ahlaki ilkelerden üzerinden ele almıyor, sadece bir iş olarak görüyor.

Şimdi ABD, Fransa, Almanya ve açıkçası Türkiye de dahil olmak üzere dünyadaki pek çok baskıcı devlete silah satıyor. İsrail ile aralarındaki fark ise İsrail’in aleni bir şekilde anti-semitik olan ve Yahudilerden gerçekten nefret eden rejimlere bile silah satıyor olması, yani bu konuda hiçbir kırmızı çizgilerinin olmamasıdır. Bana göre bu, bir tür ahlaki çöküş aslında. İsrail devletinin kalbindeki bir çürüme ve İsrail’I destekleyen küresel Yahudi diasporasındaki çok sayıda insan da sorgusuz sualsiz bu durumu kabul ediyor.

7 Ekim sonrasında İsrail’in Gazze’ye yönelik soykırım saldırısı küresel tepkilere de yol açtı. Özellikle Avrupa ve Amerika üniversitelerinde öğrenciler ve kimi akademisyenler ile toplumsal hareketler kitlesel eylemler düzenlediler. İsrail’in ve Batılı devletlerin topluluklara yönelik, Hamas ve ittifak halinde olduğu gruplara yönelik radikal İslam korkusunu körükleme propagandasının pek de işe yaramadığı görülüyor. Dünyada Filistinli gruplara yaklaşımı nasıl görüyorsunuz?

Filistin'e ve Filistinlilerin kendi kaderini tayin hakkına verilen destek son on yılda kesinlikle arttı. Amerika da dahil olmak üzere birçok batı ülkesinde yapılan kamuoyu yoklamalarına bakarsanız, özellikle 18-35 yaş arası gençlerin Filistin'e giderek daha fazla destek verdiğini ve sempati duyduğunu görürsünüz. Hızlıca 7 Ekim'e ve o tarihten bu yana geçen bir yıla bakalım. Evet, Amerika'da ve Avrupa'da hala İsrail'i destekleyen çok sayıda insan var. Fakat gerçek şu ki, çok ama çok sayıda genç insan da sokaklarda ve üniversitelerde protesto gösterileri düzenliyor, silah ambargosu ve yaptırım çağrısında bulunuyorlar. Şu anda bu hareketin karşılaştığı zorluk, Kamala Harris'e, Joe Biden'a ya da başka birine karşı olsun, bu kapasitelerini bir siyasi güce ya da karşılığa dönüştürememek.

Tabii pozitif vakalar da var. İsrail ile ilişkilerini kesen, işgal altındaki Filistin topraklarında çalışan şirketlere yatırım yapmayı durduran üniversitelerin başarısı giderek artıyor. Yani bence bir değişim yaşanıyor. Örneğin birçok Amerikalı politikacının TikTok'u yasaklamak istemesinin bir nedeni var. Ben şahsen TikTok'un büyük bir hayranı değilim, ancak 7 Ekim'den bu yana Amerikalı politikacılar, birçok gencin TikTok'ta gördükleri nedeniyle Filistin'e angaje olmasından ve destek vermesinden endişe duyduklarını açıkça dile getiriyorlar. Dolayısıyla, İsrail'in neden bu kadar çok masum Filistinliyi öldürdüğü konusuyla ilgilenmek yerine, insanların bu bilgileri gördükleri platformu yasaklamaya çalışıyorlar. Bu işe yaramayacak, çünkü insanlar TikTok'a giremezlerse, Instagram'a, Twitter'a, Facebook'a girecekler ya da başka bir yola başvuracaklar. Bence gençlerin Filistin'e olan desteğini engellemeye ya da durdurmaya çalışmanın saçmalığı da burada yatıyor.

Türkiye’de baskıcı bir rejim hakim ve bu rejimin özelliği, başta Kürt hareketi olmak üzere toplumsal hareketlere yönelik yoğun gözetleme faaliyetlerinin yürütüldüğü bir tür güvenlik devleti konsepti. Aynı zamanda Türkiye’de bu devlet biçiminin köklü yanları var. Özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrasında, Türkiye’nin NATO’ya giriş süreciyle birlikte burada da yoğun bir anti-komünizm pratiği yaşandı. Türkiye ile İsrail’in gerilimli ilişkilerine rağmen siyasi ve iktisadi olarak, aynı zamanda askeri alanda da derinden ilişkileri yoğun eleştirilere sebep oldu. Araştırmalarınızda bu yönlü bulgularınız var mı?

Türkiye ile İsrail arasındaki ilişki uzun zamandır işlevsiz. Zaman zaman dost olmanın ve birbirini desteklemenin karşılıklı yarar sağladığı görüldü. İsrail'in İstanbul'da sıklıkla çok sayıda istihbarat varlığı oldu. Türkiye de kendi ülkesinde tatil yapan ya da çalışan İsrail vatandaşlarını korumak için sık sık İsrail'e istihbarat verdi. İki ülke arasında aynı zamanda bir silah ilişkisi oldu. Kürtler açısından da her iki ülke arasında bir etkileşim olmuştur. Aslında bu etkileşim ilginç bir ilişki biçimi, çünkü bir yandan İsrail sık sık, özellikle son on yılda, genel Kürt mücadelesinin unsurlarını destekledi. Fakat aynı zamanda Türkiye'nin Kürtlere karşı eylemlerini de destekledi. Dolayısıyla İsrail-Türkiye ilişkisinin işlevsiz olduğunu, ancak İsrail'in sahip olduğu diğer birçok işlevsiz ilişkiyle benzerlik taşıdığını düşünüyorum.

İsrail dost edinmek istiyor. İsrail para kazanmak istiyor. İsrail silahlarının satın alınmasını istiyor. Fakat şu an, bazı açılardan Türk insansız hava aracı endüstrisi küresel olarak İsrail'e giderek meydan okuyor. Pek çok çatışmada bu durum gözleniyor. Artık havada İsrail yerine Türk insansız hava araçlarını görüyorsunuz ve İsrailliler bundan pek memnun değil. Elbette 7 Ekim'den bu yana Türk rejimi İsrail'i kamuoyu önünde çok eleştirdi. Ancak bence tüm bunlar sona erdiğinde aralarını düzeltmeye oldukça hevesli olacaklar. Türk halkı genel olarak İsrail'in eylemlerine karşı ve onları çok eleştiriyor olsa da, bence Türkiye'de İsrail ile yakın bir ilişki sürdürmek isteyen çok sayıda iş çevresi var.

İsrail’in Gazze’de uyguladığı soykırımda sergilediği şiddet biçimi, geleceğe insan hakları ve toplumsal özgürlükler ekseninde bakan birçok kesimde umutsuzluğa sebep oldu. Zira kullanılan tekniğin boyutu ürkütücü düzeyde. Aynı zamanda devlet-dışı aktörler bu teknik karşısında, kelimenin gerçek anlamıyla, yerin altına çekilmeyi çare olarak deniyor. Ancak Hasan Nasrallah suikastinde görüldüğü gibi, devletler yerin metrelerce altına nüfuz edebilen bombalar geliştirecek teknolojiye sahip. Siz toplumsal hareketlerin geleceğini nasıl görüyorsunuz? Bu boyutta baskıdan çıkışın yolu var mı?

İsrail'in düşmanlarını yok etmek için yeni teknolojiden ve gözetleme sistemlerinden nasıl faydalandığı ilginç bir konudur. Örneğin İsrail'in Lübnan'daki son çağrı cihazı ve telsiz saldırısı; ister telefon, ister buzdolabı, ister televizyon ya da evimizdeki bir vantilatör olsun ya da sahip olduğumuz herhangi bir kişisel cihaz, tüm elektronik aletlerimizin artık potansiyel bir silah olabileceği endişe verici bir döneme girdiğimizi düşünüyorum. Lübnan'daki çağrı cihazı saldırısından bu yana pek çok küresel istihbarat servisinin İsrail'in yaptıklarına hayranlıkla baktığını ve bunu bir şekilde kopyalamak istediğini biliyorum.

Bu tür bir karanlık dönemden çıkmanın tek yolu halk protestoları, toplumsal kampanyalar ve sivil eylemlerdir. Yıllar önce Güney Afrika'da ırk ayrımcılığının sona erdirilmesi için yürütülen kampanyaya başlangıçta siyasetçiler gelmemişti. Halk protestoları, spor boykotları, silah ambargoları, müzik ve kültür boykotları oldukça siyasetçiler de geldi. Bunun işe yaramasının tek yolu bu. Sonuçta, kendi devletlerinin eylemlerini destekleyen birçok İsrailli Yahudi var, ancak İsrail’e karşı yapılan boykotlar çeşitlenir ve bundan dolayı Yahudi toplumu ekonomik acı hissederse, o zaman potansiyel olarak değişeceklerdir. Bence son korkunç yılın ardından ileriye dönük en büyük zorluk da budur.

İlgili Haberler
Öne Çıkanlar