Flynn’in istifası ‘çöküşün’ habercisi mi?
Her zaman Rusya ile iyi ilişkileri savunan Michael Flynn, Pentagon’daki görevi sırasında Erdoğan karşıtlığıyla tanınıyordu. Ne zamanki Erdoğan Putin’le...

Her zaman Rusya ile iyi ilişkileri savunan Michael Flynn, Pentagon’daki görevi sırasında Erdoğan karşıtlığıyla tanınıyordu. Ne zamanki Erdoğan Putin’le yaklaştı aynı günlerde Flynn de Türkiye’nin lobiciliğini üstlendi. İstifası bu açıdan da değerlendirilmeli.
Armağan KARGILI
Beyaz Saray’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı emekli general Michael Flynn’in istifası bütün dünya medyasının gündeminde.
Flynn, bir kaç özelliğiyle öne çıkan bir isim. Güçlü bir İslam karşıtı. Rusya’dan ve Devlet Başkanı Putin’den övgüyle sözediyor. Aileden Demokrat Partili. Savunma Bakanlığı’na (Pentagon) bağlı, Savunma İstihbarat Ajansı (DIA) Başkanı iken Obama’nın Erdoğan ile ilişkilerine ve Suriye politikasına şiddetle karşı çıktı. 2014 yılında Obama tarafından görevden alındı. Sonra, kendi adına kayıtlı bir lobi şirketi kurdu. Türkiye’yi de bu şirketin müşterileri arasına kattı. Seçim kampanyası sırasında Trump’a destek verdi. Hillary Clinton’ın e-mail krizinin ortaya çıkarılmasında rol aldığı iddia edildi. Hillary Clinton’a ağır sözlerle saldırdı. ABD seçimlerinin olduğu gün yayınlanan "Dostumuz Türkiye’nin bize ihtiyacı var" başlıklı yazısında, eski Erdoğan karşıtı Flynn, Fethullah Gülen’in iadesini savundu.
Ve Flynn’in, seçimlerin hemen ardından 11 Kasım tarihinde dış politikadan savunmaya kadar her önemli konuda Trump’ın en güvendiği isim olarak Ulusal Güvenlik Danışmanlığı’na atanacağı ilan edildi.
29 Aralık tarihinde Başkan Barack Obama, henüz görevini Trump’a devretmemişken, Rusya’nın ABD seçimlerine siber müdahalede bulunduğu gerekçesiyle tam 35 Rus diplomat için hemen Amerika’yı terketmeleri kararı verdi. Bunlar arasında Rusya’nın Washington Büyükelçisi Sergey İvanoviç Kisliyak da vardı. Önce Flynn’in Kisliyak ile defalarca telefon görüşmesi yaptığı ortaya çıktı. ABD’nin Başkan Yardımcısı Michael Pence, Flynn’e medyada yer alan Kisliyak ile görüşmesinin ayrıntılarını ve Obama yaptırımlarını konuşup konuşmadığını sordu. Çünkü, ABD yasalarına göre, görevde olmayan bir ABD vatandaşının ulusal meseleleri bir yabancı ile konuşması yasaktı. O da "konuşmadım" yanıtı verdi. Bunun üzerine Pence, Flynn’e yöneltilen eleştirilere karşı Flynn’i savundu.
Amerikan medyasında yeralan haberlere bakılırsa, bundan sonrası "House of Cards" dizisini aratmayacak tarzda güç savaşlarına konu oldu. Baskılar ve artarda yazılan haberler üzerine sonunda Flynn, üstü kapalı da olsa Kisliyak ve Putin’e "şimdilik tepki göstermeyin, yakında biz göreve geliyoruz" mesajını verdiğini kabul etti. Muhtemelen bu konuşmaların kayıtları, Trump’ın önüne de konuldu. Ve "House"daki güç savaşında Trump, "mad dog" diye tanımladığı, kural tanımaz, bürokrasiyi dinlemez ekibinin en önemli isimlerinden Flynn’i daha yönetiminin üzerinden 100 gün bile geçmeden feda etmeye zorlanmış oldu. Bu güç savaşı sürer mi, Trump "establishment"e teslim olur mu? Bu soruların yanıtını vermek için henüz çok erken. Ruslar, asıl hedefin Trump olacağını şimdiden bazı politikacıların attığı tweet’lerle ilan ediyorlar.
Olayı, Trump yönetiminin Watergate’i olarak savunan hatırı sayılır ölçüde gazeteci ve yorumcunun olduğunun altını çizip beklemekte yarar var diyelim.
Buraya kadarki bölüm, olayın iç politikaya yansıması idi. Gerek Flynn’in oturduğu koltuğun ve gerekse koltuğunu kaybetmesinin nedenlerinin dış politika olduğunu gözönünde bulundursak ortaya çıkan krizin iç politik güç savaşından çok daha derin olduğunu söylemek mümkün.
O nedenle de Flynn’in DIA başkanlığı günlerine gitmek gerekiyor sanırım. O günleri, Pulitzer ödüllü gazeteci Seymour Hersh’ün "The red line and the rat line -Kırmızı çizgi ve gizli hat" başlıklı 17 Nisan 2014 tarihli ve "Military to military – Ordudan orduya" başlıklı 17 Ocak 2016 tarihli iki yazısından yola çıkarak değerlendirmekte yarar var. Hersh, bu yazılarında Pentagon’un hazırladığı ABD Başkanı Barack Obama’ya da sunulan bir rapordan sözeder. Raporlar, açıkça söylenmese de muhtemelen Flynn tarafından sızdırılmıştır.
Özetle söylemek gerekirse her iki yazıdaki tema da aynıdır. Pentagon, Obama yönetiminin Erdoğan tarafından bir tuzağa çekildiği uyarısı yapar. Obama’nın Suriye’deki kırmızı çizgisinin "Esad’ın kimyasal silah kullanımı" olduğu sözlerini ve Türkiye’nin "Esad kimyasal silah kullandı, hadi ne bekliyorsunuz Suriye’ye girin" ısrarını herkes hatırlayacaktır. Pentagon, bunun bir Erdoğan senaryosu olduğu ve kimyasalın Erdoğan ve adamlarının eğittiği Nusra militanları tarafından Suriye’ye sokulduğunu rapor eder. İngiliz MI6 ve Suudi Krallığı ile Katar Emirliği’nin de nasıl bu senaryoya dahil edilmek istendiği ile ilgili ayrıntılar da raporda vardır. Kırmızı çizgi bölümü bununla ilgilidir. Gizli hat ise, Libya üzerinden Amerika’nın bilgisi ve izni ile Türkiye’nin Suriyeli muhaliflere silah yardımı üzerinedir. Pentagon’a göre, ılımlı muhalefete gittiği iddia edilen bu yardım, aslında radikal İslamcılara gitmektedir, çünkü ortada ılımlı muhalif diye bir şey kalmamıştır. "Ordudan orduya" adlı yazıda da orduların yönetimlerin bilgisi dışında sürdürdüğü ilişkilere değinilir. Amerikan ordusu, Obama’nın Suriye’deki "felakete yol açabilecek" uygulamalarına karşılık Suriye Ordusu ve Rusya Ordusu ile bağlantı kurar. Bazı istihbarat bilgilerini onlara aktarır. Bu sırada, Libya silahlarına karşılık da Türk ordusundaki bazı isimler devreye sokulur ve TSK’nın hangarlarındaki eski modası geçmiş silahlar, Erdoğan yönetiminin silahlarına karşı son derece ucuz fiyatlarla Suriye pazarına sokulur. Hatta bu sırada gerçekleşen MİT silahları baskınının da yine bu ordudan orduya faaliyetleri kapsamında gerçekleştiği ima edilir.
Obama yönetimi açısından hatalı davrandığını kabul etmek zordur, çünkü Erdoğan yönetimi ile sürdürülen politika, Amerikan kamuoyuna açıklanacak cinsten değildir. Flyyn, raporun Obama’ya sunulmasının ardından gerekçe gösterilmeden Ağustos 2014’te DIA başkanlığı görevinden alınır. Flynn, 2015 yılı ağustosunda El Cezire televizyonu’na verdiği bir söyleşide, Obama yönetimini açıkça DIA raporlarını görmezden gelip IŞİD’e destek vermekle suçlar.
Yine Hersh’ün yazılarından yola çıkarak söylemek gerekirse, Flynn ve DIA ya da Pentagon, Esad’ın alaşağı edilmesinin Suriye’de büyük bir kaosa yol açacağı görüşündedir. IŞİD’e karşı mücadelede Esad yönetiminin tam güvenine sahip Rusya ile birlikte çalışılmalıdır, Amerika’yı giderek İslamcı radikallerin kucağına iten Türkiye ve Erdoğan yönetimi ile değil. Hersh’ün yazısında 17-25 Aralık rüşvet ve ayakkabı kutusundaki paralar krizine de değinilir. Libya üzerinden yapılan silah ticaretinin karşılığı olarak, ABD yönetimi, Türkiye’nin İran ile yasadışı ticari ilişkilere girişmesine göz yummuştur.
Bu tarihten sonraki gelişmeler ise malum. Düşürülen Rus uçağı, Türkiye’nin Rusya ile arasının iyice açılması. Sonra bu ilişkilere adeta sihirli bir elin dokunuşu… Türkiye’nin "Esad gitsin" ısrarından vazgeçmesi, Rusya ile ilişkilerini düzeltmeye çalışması, kendi içinde "Ergenekoncu" generaller ya da Rusya’ya yakınlıkları nedeniyle "Putinci generaller" diye tanımlanan grubun yeniden etkili pozisyon almaları… Ardından da 15 Temmuz darbe girişimi. Amerika’nın düşman ilan edilip, Rusya ile iyi ilişkiler dönemi…
Bu günlerde İslam karşıtı ve Erdoğan muhalifi Flynn’in Türkiye’nin lobiciğini üstlendiğini de hatırlatmak gerekir. Sonra, ABD seçimleri ve Trump’ın seçilmesi, Flynn’in atanması, Türkiye’nin yeniden ABD ile ilişki kurma çabası ve Trump’ın bütün İslam karşıtı söylemlerine karşın sus pus beklediği günler…
Geçtiğimiz hafta Türkiye, nihayet bu suskunluğun ödülünü önce Trump’ın telefonu, ardından da CIA başkanı Mike Pompeo’nun Ankara ziyareti ile kendince aldı. Bir süredir, Suriye’de ve genel olarak dış politikada kapana kısılmış bir görüntü sergileyen Türkiye, bu kez kapanından kükreyen bir fareye dönüştü. Bab’dan Rakka’ya gideriz, oradan da öteye geçeriz lafları etmeye başladı.
Flynn’in istifasının ardından Ortadoğu’da Amerika ve Rusya’nın ortak politikalar geliştirmesi ve bunun üzerinden prim yapmaya çalışan Türkiye’nin konumu da bir kez daha tartışmalı hale geldi. Önümüzdeki günler, sadece Amerika iç politikası değil dış politikası açısından da yeni gelişmelere gebe gibi görünüyor.