Haaretz: Ukrayna savaşının şu ana kadarki en büyük kazananı Erdoğan
Türkiye’nin, özellikle ekonomisinin kötü durumunu göz önünde bulundurarak, Rusya ile geliştirdiği ilişkileri hiçbir şekilde hızlı bir şekilde kesemeyeceği gerçeğini kabul etmek gerekir.
Türkiye, ABD ve İsrail-Filistin meseleleri hakkında yazan Louis Fishman, İsrail'in saygın gazetesi Haaretz'e yazdığı yazıda Ukrayna savaşındaki duruşunun Tayyip Erdoğan’a Batı ile ilişkilerini düzeltme şansı verdiğini ancak bunun kalıcı olması için içerideki baskıcı tutumuna bir an önce son vermesi gerektiğini yazdı.
Louis Fishman'ın yazısı şöyle:
"Rus bombalarının Harkov ve Kiev'deki sivillerin üzerine ayrım gözetmeksizin düştüğü bir ortamda, Ukrayna ve Rus heyetleri ilk tur ateşkes görüşmeleri için bir araya gelirken Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye'nin Rusya veya Ukrayna ile bağlarını kesemeyeceğini yineledi. Erdoğan, savaş başladığından beri Rusya'nın saldırganlığını kınadı ve NATO müttefikleriyle aynı çizgide kalarak Ukrayna'nın egemenliğine tam destek verdiğini dile getirdi. Ancak Türkiye, Rusya'ya yönelik yaptırımlara katılmadı.
Hem Rusya hem de Ukrayna ile sıcak ve eşit mesafeli ilişkiler sürdürme konusundaki bu ısrarıyla Türkiye, yakında belki de imkansız bir baskı altına girecek. Ancak şimdilik, bu politikanın Ukrayna Cumhurbaşkanı Zelenskiy'yi kızdıracağını düşünüyorsanız, tekrar düşünün.
Erdoğan, Rusya'nın işgalden bir gün önce Donbas ve Luhansk bölgelerini, sözde "halk cumhuriyetleri" ilan etmesinden bir gün sonra da Kiev'i ziyaret etti ve Zelenskiy tarafından açık kollarla karşılandı. Türkiye, Ukrayna'ya Rus ordusuna karşı halihazırda aktif olarak kullanılan Bayraktar gözetleme ve saldırı insansız hava araçlarını da sağladı.
Erdoğan'ın Kiev'e hızlı ziyareti bir dayanışma sergisiydi ve aynı zamanda Türkiye'nin üçüncü bir yol bulma çabalarının sadece iki ülke arasında tarafsızlıktan ibaret olmadığının bir tekrarıydı: Ukrayna ile yakın ilişkisini sürdürürken stratejik olarak Ukrayna halkının yanında kararlı bir duruş gösterdi.
Putin’in savaşına yönelik bu dengeleme eylemi, şimdilik ABD-Avrupa koalisyonundan örtük bir onay aldı. Türkiye, Rusya ile muhatap bir ülke olarak uluslararası koalisyon için önemli ve aynı zamanda Ankara’nın krizin çözümüne katkısı, Türkiye, ABD ve Avrupa arasında ciddi şekilde gergin olan ilişkileri düzeltmek için en iyi şans.
Türkiye’nin, özellikle ekonomisinin kötü durumunu göz önüne alınırsa, Rusya ile geliştirdiği ilişkileri hiçbir şekilde hızlıca kesemeyeceği gerçeğini kabul etmek gerekir.
Türkiye, 2017'de Rus S-400 savunma sistemini satın almadan önce de, ABD ile ilişkilerinde bir meydan okuma şeklini tercih ederken, Türkiye ile Rusya arasındaki ticari ilişkilerin kapsamı giderek artıyordu. Türkiye, pandemi sırasında ekonomisi için çok önemli olan Ruslar için önemli bir turizm merkezi oldu. Ancak şu anda hava yolları ve Rus ekonomisi baskı altında olduğundan dolayı bu fon kaynağı pekala kuruyabilir.
Daha da önemlisi, Türkiye'nin Rusya'ya yakınlaşma motivasyonu, her şeyden önce Suriye ve oradaki iki devletin orduları arasındaki işbirliğine dayalıyken, Putin için bir NATO üyesini kendi yörüngesine çekmek çok cezbediciydi.
İki ülke son birkaç yılda bir Rus jetinin 2015'te düşürülmesi, 2016'da Ankara'daki Rus büyükelçisinin suikasta uğraması ve 2020'de bir Rus hava saldırısında daha az bilinen 34 Türk askerinin öldürülmesi gibi büyük krizler yaşadı. Bu krizlere rağmen, Erdoğan ve Putin her zaman görünüşte hoş bir atmosferde düzenli olarak bir araya geldi ve daha sık telefon görüşmesi yaptı.
Ancak Türkiye, Rusya ile ilişkilerinin gerçek değerinin ABD ile ilişkilerinde bir koz olarak hizmet etmek olduğunu biliyor. Basitçe söylemek gerekirse Rusya, Türkiye'nin ABD ve Avrupa Birliği ile olan ekonomik, sosyal ve kültürel bağlarının yerini asla alamaz; aksini iddia etmek saçma olur.
Mevcut Rus-Ukrayna savaşı, Türkiye'nin Ortadoğu'da kendisini her zamankinden daha izole bulduğu dış ilişkilerinde önemli bir yol ayrımına denk geldi. Ülke derin bir ekonomik çaresizlik içindeyken, Türkiye gururunu ve İslamcı müttefiklerini bir kenara bırakıp yakın zamana kadar Erdoğan ve AKP hükümeti tarafından kum torbası olarak kullanılan Birleşik Arap Emirlikleri, İsrail ve Mısır'la barışmak zorunda kaldı. .
Erdoğan Abu Dabi'ye yaptığı son ziyaretde, BAE'de büyük tantana ile karşılandı ve ülke lideri Muhammed bin Zayed al-Nahyan, Erdoğan'ın kendilerine yönelik yıllarca süren düşmanca açıklamalarının ardından sonra ikili ilişkilerin önemini açıkça vurgulamasından memnun kaldı.
Bu ayın ilerleyen günlerinde İsrail cumhurbaşkanı Isaac Herzog, Netanyahu'nun uzun görev süresi boyunca sürekli bir dizi krizin ardından iki ülke arasındaki ilişkileri yeniden başlatmak için tarihi bir hamleyle Türkiye'yi ziyaret etmeyi planlıyor.
Mısır ile uzlaşma çalışmaları devam ederken, Türkiye'nin BAE ile yakınlaşması ve İsrail ile bağlarını yenileme girişimleri, Erdoğan'ın Ortadoğu'daki Amerikan alanına dönmek istediğinin en açık işareti. Bu nedenle, Washington Türkiye'ye S-400'leri elden çıkarması için baskı yapmaya devam etse bile, Türkiye'nin Rusya ile ilişkilerini sürdürme girişimini bir tehdit olarak görmüyor.
Bu nedenle bu hafta Dışişleri Bakanı Anthony Blinken, Türk meslektaşını övdü ve Türkiye'ye "Ukrayna'nın savunmasında, egemenliği ve toprak bütünlüğünde güçlü desteği" için teşekkür etti. Aynı gün, Senato İstihbarat Komitesi Başkan Yardımcısı, Cumhuriyetçi Marco Rubio, Ukrayna'nın kullandığı Türk İHA'larına övgü yağdırdı.
Türkiye, savaş zamanında Ankara'nın tüm savaş gemilerinin Çanakkale ve İstanbul boğazlarından geçişini engellemesine izin veren 1936 Montrö Sözleşmesi'ni yürürlüğe koyduğunda Cumhuriyetçiler ve Demokratlardan alkış aldı. Zelenskiy bu soruyu birkaç gün önce bir tweetine bayrak koyarak işaretlemişti ve bu konu muhtemelen Kiev toplantılarının gündemindeydi.
Montrö Sözleşmesi’nin uygulamaya girmesi, Moskova için Rus savaş gemilerinin Karadeniz ile Suriye kıyısındaki donanma tesisi arasındaki hareketliliğini ve savaş gemilerinin halihazırda savaş pozisyonlarında olduğu Ukrayna krizini etkilemekten daha büyük bir stratejik baş ağrısı olabilir.
Türkiye bu cesur hamleyi, Rusya'nın karşı çıkması muhtemel olmayacak bir şekilde sunabilir. Böyle yaparak sadece Türk-Rus ilişkilerinin yara almasını önlemekle kalmayacak aynı zamanda genel olarak NATO ittifakı ile ilişkisini de korumuş olacak.
Ancak Rusya ve Ukrayna çatışması ne kadar uzun sürerse, Türkiye'nin seçtiği üçüncü yolda devam etmesi o kadar zor olacak. Erdoğan bu kırılgan stratejik dengeyi korumada başarılı olursa, Putin ile ilişkilerinde çok fazla oynamadan ABD ve AB'ye geri dönerken, en azından kendi ülkesindeki mevcut krizin ekonomik acıları hafifleyecektir.
Erdoğan'ın Putin'in sabrının esnekliğini ciddi bir şekilde test etmeye hazır olduğuna dair işaretler var: Pazartesi günü, BM Büyükelçisi Feridun Sinirlioğlu, Rusya'nın Ukrayna'ya yönelik saldırganlığını "temelsiz, adaletsiz ve tarihte eşi görülmemiş" olarak ilan etti ve "yasadış ve kabul edilemez" olduğunu söyledi. Erdoğan'ın sözcüsü aynı gün Türkiye'nin diyalog adına "bir kanalı açık tutmak" için Rusya'ya yaptırım uygulamayacağını söyleyerek bir denge sağlamaya çalıştı.
Kuşkucu bir bakış açısıyla, Erdoğan'ıın kendi ülkesinde muhalefete ve muhalif seslere Zelenskiy'den çok Putin gibi davrandığı düşünülürse, Ukrayna'nın özgürlüğüne verdiği güçlü desteğin biraz ironik olduğunu söylenebilir.
Türkiye'nin Ukrayna'ya yönelik tutumu aracılığıyla küresel itibarını artırması, Erdoğan'ı Batı ile ilişkileri daha sağlam bir şekilde düzeltmeye ikna edebilirse, hükümetinin özgürlükler üzerindeki geniş çaplı kısıtlamalarına ve baskıya direnenlerin hapse atılmasına mutlaka bir son vermesi gerekir. Bu olmadan ABD ve AB ile ilişkilerindeki kırılganlık varlığını sürdürecek.
Şimdi asıl soru, Erdoğan'ın otoriter tavrını gevşetmesinin siyasi kariyerini kurtarıp kurtaramayacağı ya da bitirip bitiremeyeceği. Eğer yolunu değiştirmeyi seçmezse, Türk seçmeni gelecek yılki seçimlerde onun yerine bu seçimi yapabilir."