İranlı sosyalist feminist Masjedi: Mahsa Amini ayaklanması artık bir Kadın Devrimi'dir

İranlı sosyalist feminist Masjedi: Mahsa Amini ayaklanması artık bir Kadın Devrimi'dir
İran’ın önceki kuşak kadın aktivistlerinden sosyalist feminist Masjedi, Mahsa Amini eylemleri için “Bu bir Kadın Devrimi" dedi. Masjedi, yeni kuşağın farkını anlatırken, kendilerine, “Sizin korkaklığınız yüzünden bu rejim hâlâ ayakta" dediklerini aktardı.

Artı Gerçek - Komşu İran'da 22 yaşındaki Mahsa Amini'nin saçının teli göründüğü gerekçesiyle ahlâk polisi tarafından gözaltına alınması sonrası patlak veren kitlesel protestolar birinci ayını doldurmuş durumda. 'İran İslam Devrimi'nin temellerinin atıldığı şehir olarak bilinen Kum'da doğup büyümüş feminist ve sosyalist yazar Fatemeh Masjedi'yle, geçmiş kuşak sosyalist-feminist mücadele ile son eylemlerin bağını ve farklılıklarını konuştuk.

Bize biraz kendinizden bahseder misiniz? 2011'de tutuklandığınızı biliyoruz. Tutuklanmaya giden sürecin öncesini ve sonrasını, mücadelenizin amaçlarını anlatır mısınız?

Kum'da doğdum ve büyüdüm. Tahran Üniversitesi'nde tarih eğitimimi tamamladıktan sonra aynı üniversitede öğretim görevlisi ve araştırmacı olarak çalıştım. 2006 yılında, ABD'de eğitimimi tamamlayıp İran'a döndüm.

Döndükten sonra, doğup büyüdüğüm şehir olan Kum'da yüksek öğrenimini tamamlamak için olağanüstü zorluklarla mücadele etmiş birçok kadınla tanıştım. Bu kadınların hemen hemen tamamı şehirde iş bulamamıştı. Aslında, “iyi eğitimli kadınlara iş verilmemişti” demek daha doğru olur. “Mollaların şehri” olarak bilinen Kum, o dönemde de çok muhafazakâr ve dindar bir şehirdi. Kadınların sosyal hayattaki varlıkları sürekli engelleniyordu.

Buradan yola çıkarak, Kum'da “Eşitlik için değişim” olarak da bilinen “1 milyon imza” kampanyasının örgütlenmesini başlattım ve aktif rol aldım. Kampanyanın ana fikri, İranlı kadınlarla yüz yüze iletişim kurarak, İslamcı rejimin kadınlara yönelik ayrımcı yasalarının değiştirilmesi talebiyle imzalarını almaktı. Hangi meslek, eğitim seviyesi, yaş veya ırktan olduğuna bakmaksızın kadınlarla atölyeler yaptık, toplantılar düzenledik. Genç bir sosyalist feminist olarak bu kampanya benim için çok önemliydi ve bedelini ödettiler.

O dönemde, Kum'da bir üniversitenin “İnsan Hakları Merkezi”nde çalışıyordum. İran'da rejim, insan hakları alanında herhangi bir çalışma yürüten herkesi CIA ajanı olarak yaftalar. ABD'de burslu olarak yüksek öğrenimini tamamlamış ve insan hakları alanında çalışan biri olarak ben de hemen “CIA ajanı olmakla” suçlandım.

Aslında, kampanyayı örgütlemeye başlarken başımın bir şekilde belaya girmesini bekliyordum. Ancak bu kadarını beklemiyordum.

Serbest kaldıktan sonra Kum savcısı beni çağırdı ve “Pasaportunu al ve İran'dan defol” dedi. Ben de öyle yaptım. Bir hafta sonra Berlin'deydim. Tüm hayatım değişti. Hapse girmeden önce annemi, Berlin'e yerleştikten birkaç ay sonra da babamı kaybettim. Çok zor zamanlardı. Babam da annem de rejimin baskısına dayanamadılar.

Çocuk hakları ve kadın hakları üzerine birkaç atölye düzenledikten hemen sonra rejimin radarına girdim ve çalıştığım üniversiteye girişim bile engellendi.

Rejim yetkilileri eski nişanlım da dahil olmak üzere tüm ailemi tehdit ettiler. “Bu şehre dokunmanıza müsaade etmeyeceğiz” diyorlardı. Oysa, benim amacım tam da Kum gibi muhafazakârlığıyla bilinen bir şehirde bu çalışmayı yapmaktı.

'SEÇİM DÖNEMİNDE HER ŞEHİR İÇİN TUTUKLANACAKLAR LİSTESİ HAZIRLANIR'

Rejim, muhalifleri hep baskı altında tutar ama seçim döneminde her şehir için “tutuklanacaklar” listesi hazırlar. Ben de Kum için hazırlanan listedeydim ve kampanyayı örgütlediğim arkadaşımla beraber tutuklandım. “Yeşil Hareket” başladığında içerdeydim yani. 12 gün sonra serbest bırakıldım ve hakkımda dava açıldı. Seçimde hile yapacaklardı ve toplumun tepki vereceğini tahmin ediyorlardı. O dönemde rejim, “Yeşil Hareket”e katılan herkese çok sert biçimde saldırdı. Birçok kadın aktivist ya hapse girdi ya da İran'dan sürüldü.

Sonuç olarak ben de bir yıl hapis cezasına çarptırıldım. Ancak onların yasalarına göre “suça ilk teşebbüsüm” olduğu için cezam yarı yarıya indirildi ve altı ayın sonunda Kum hapishanesinden salıverildim. Serbest kaldıktan sonra Kum savcısı beni çağırdı ve “Pasaportunu al ve İran'dan defol” dedi. Ben de öyle yaptım. Bir hafta sonra Berlin'deydim. Tüm hayatım değişti. Hapse girmeden önce annemi, Berlin'e yerleştikten birkaç ay sonra da babamı kaybettim. Çok zor zamanlardı. Babam da annem de rejimin baskısına dayanamadılar.

'KADINLAR TÜM TOPLUMU BİRLEŞTİRDİ'

İran, tarihi boyunca sosyal hareketler açısından canlı bir ülkeydi. İslami rejim altında da, yoğun baskıya rağmen, insanlar sokaklara çıkmaya devam etti. Sen de 2009'daki 'Yeşil Hareket'ten bahsettiniz biraz. Peki, Mahsa Amini'nin öldürülmesinden sonra devam eden eylemlerin öncekilerden farkı ne? Siz nasıl görüyorsunuz, nasıl tanımlıyorsunuz bu eylemleri?

İlk olarak her ayaklanmanın taleplerine bakmak gerek. İnsanlar belli taleplerle sokaklara çıkıyorlar. 2009'da seçimlerde hile yapılmasının ardından slogan “Oyum nerede?” idi. 2017 ve 2019'da ise ana talepler yolsuzluk, petrol fiyatları ve ekonomik kriz etrafında şekilleniyordu.

Şimdiki eylemlerin talepleri ise tamamen farklı diyebilirim. Ben bu eylemleri “Kadın Devrimi” olarak adlandırıyorum. Mahsa'nın öldürülmesinden sonra ilk olarak genç kadınlar ve onlara destek olmak isteyen anneleri sokağa çıktı. Bu yüzden kadınların talepleri başından beri eylemlerin merkezinde yer aldı. İlk başta bir “ayaklanma” ile sınırlı olan şey, şimdi bir devrime dönüşmüş durumda.

Öğrenci eylemleri, öğretmen eylemleri, işçi eylemleri hepsi kadınların talepleri etrafında birleşti. Bahsettiğim bu sosyal gruplar son iki üç yıldır zaten aktif olarak mücadele halindeydi ama kadınlar sokağa çıkınca hepsi onların etrafında birleşti. Etnik gruplar da buna dahil. Bu birleşmenin kalbinde kadınlar var. Kadınlar ırk, cinsiyet, etnik aidiyet, yaş veya meslek gözetmeksizin İran'ı birleştirdi.

Sosyal anlamda bu kadar hareketli bir toplumda, neden bir başka grup değil de kadınlar bu birleşmeyi sağlayabildi?

Önce İrşad devriyelerinden biraz bahsetmem gerek. Bu birim aslında 2005'te reformistler tarafından kuruldu. Ancak şimdiki cumhurbaşkanı İbrahim Reisi'nin ilk icraatlarından biri bu devriyelere daha fazla yetki tanımak oldu. Aslında Hasan Ruhani zamanında da vardı bu devriyeler ama rejim tarafından bir tehdit unsuru olarak zaman zaman sahaya sürülüyorlardı, düzenli değildi. Ancak Reisi iktidara geldikten sonra kadınların sokaktaki varlığına doğrudan müdahele eden sert ve acımasız bir baskı aygıtına dönüştü.

Kadınlar başörtüsü yasağıyla hep mücadele halindeydi. ABD'den döndüğümde Kum gibi muhafazakâr bir şehirde bile kadınlar kara çarşaf giymiyorlardı. Kızkardeşlerim ve ailemin diğer üyeleri de buna dahildi. Tüm kadınlar gibi onlar da basit bir başörtüsüyle sokağa çıkıyorlardı.

Kadınlar son birkaç yıldır aktif olarak İrşad Devriyeleri ile mücadele halindeydi zaten. Özellikle Masih Alinejad'ın öncülüğünde örgütlenen “Beyaz Çarşambalar” bu mücadelelerin en önemlisi.

beyaz-carsambalar.jpg

Ama kadınlar başörtüsü yasağıyla hep mücadele halindeydi. ABD'den döndüğümde Kum gibi muhafazakâr bir şehirde bile kadınlar kara çarşafa karşı mücadele ediyorlardı. Kız kardeşlerim ve ailemin diğer üyeleri de buna dahildi. Tüm kadınlar gibi onlar da basit bir başörtüsüyle sokağa çıkıyorlardı.

Reisi iktidara geldiğinde bu duruma sert bir şekilde karşılık verdi. Yeni yasaklar ve kurallar koyuldu. Son 40 yıldır ufak ufak başörtüsü yasağını esneten kadınlar arasında büyük bir öfkeye yol açtı bu. Çünkü kadınlar kara çarşafı, kot pantolon ve basit bir başörtüsü ile birlikte, neredeyse bir t-shirt gibi kullanıyorlardı bu kurallar geldiğinde. Bu kadınların rejime tepkisiydi. Rejimin istediği gibi giyinmeyerek sergiliyorlardı bu tepkiyi.

Peki, neden şimdi? Onca yıldan sonra kadınların üzerindeki devlet baskısı neden son aylarda arttı?

Herkes Reisi'nin bir şahin olduğunu biliyordu. Ancak, reformistler toplumdaki desteklerini tamamen kaybetti. Kadınlar üzerinde İrşad devriyeleri, Besic güçleri ve polis eliyle sürekli bir baskı uyguladılar ve bu sayede kadınları geriye döndürebileceklerini düşünüyorlardı. Oysa değişim çoktan gerçekleşmişti.

sepidah-rashno.jpg

Sepidah Rashno olayı buna güzel bir örnek. Otobüste devlet görevlisi bir kadın tarafından başörtüsünü kurallara uygun takmadığı için uyarılan Rashno, diğer kadınlarla beraber görevliyi otobüsten kovma videosu sosyal medyada viral olduktan sonra tutuklandı. Haftalarca tutuklu kaldıktan sonra devlet televizyonunda İsrail ajanı olduğunu itiraf eden bir konuşması yayınlandı. Bu toplumda büyük bir öfke yarattı.

Sosyal medya sayesinde neredeyse tüm İran'da bu tarz durumların yaşanmakta olduğunu izleyebildik. Aslında baskı her zaman vardı, sadece daha fazla görünür oldu. Bu yüzden, bugünkü hareketlerde sosyal medyanın etkisini her zaman dikkate almak zorundayız. Devlet şiddetinin sürekli görünür olması, üstelik de bu şiddetin “kadınların saçlarının göründüğü” gerekçesiyle olması toplumu teyakkuza geçirdi.

Mahsa Amini trajedisi yaşandığında, rejim toplumun kırmızı çizgisini geçmiş oldu. Ayaklanma da böyle başladı. Gelişerek devam ediyor ve bence artık bu bir devrim. Durdurmak mümkün değil.

'REFORMİSTLER NE DİYORSA YALANDIR'

Reformistlerin toplumda desteğini kaybettiğini söylediniz. Bu bir çelişki değil mi? Kadınlar zorunlu başörtüsü yasağına karşı mücadele ederlerken neden şahin olduğu bilinen Reisi iktidara geldi?

İran-Irak savaşından sonra reformistlerin toplumda bir karşılığı vardı. Yaşanılan felaketlerden sonra toplumda değişim için bir umut vardı. Örneğin Hatemi, o dönemde gençler için bir umuttu. Şehir ve kasabalarda gençlik merkezleri açtı ve gençler arasında değişim umudu yükseldi. Bu o kuşakta o kadar etkili oldu ki, Ruhani “Hatemi zamanına döneceğiz” vaadiyle seçildi. Ancak sonra işin öyle olmayacağı belli oldu. “Yeşil Hareket”in bazı önderleri yıllarca ev hapsinde tutuldular mesela. Ruhani'nin icraatları toplumda bir kırılma yarattı. Çünkü toplumun beklentilerini karşılamak yerine saldırmayı seçtiler. Bir yandan ayyuka çıkan yolsuzluklar, yalanlar ve bir yandan da toplum üzerinde devam eden fiziksel baskı birçok aktivistin de reformistlere sırtını dönmesine yol açtı. Bu yüzden artık insanların kafasında “Reformistler ne diyorsa yalandır” düşüncesi yerleşmiş durumda.

Şu an mücadele eden kuşak bu yüzden reformistlere inanmıyor. Ayrıca benzer sebeplerden rejim içindeki reformistlerin bir bölümü de son iki üç yılda muhalefet kanadına geçti. Bunu da akılda tutmak lazım.

'YA İSTEDİĞİMİZİ ALIRIZ, YA DA ÖLÜRÜZ'

Bugüne dönersek, kadınların talepleriyle eylemlerin merkezinde olduğunu söylediniz. Peki kadınların örgütlülük düzeyi nedir? Örneğin, sendikalar aracılığıyla ya da yerel komiteler veya benzer tipte yapılanmalar aracılığıyla mı örgütleniyorlar? Türkiye'deki Gezi Parkı eylemleri sırasında feminist kadınların sloganlara ve taleplere aktif olarak müdahale ettiğini görmüştük. İran'da da benzer bir durum var mı?

Başlangıçta ilkokul çocuklarının bile dahil olduğu yaş grubu eylemleri düzenliyordu. Kadınlar son haftalarda aktif olarak eylemlere katılıyorlar. Bana sorarsanız, kadınların yerel düzeyde örgütlü olduğunu söyleyebilirim. Her ne kadar eylemlere katıldığı ve başörtüsünü çıkardığı için kocasından şiddet gören kadınların haberlerini alsak da aileler de genel anlamıyla eylemleri ve taleplerini destekliyor. Kadınlar, iş yerlerinde, okulda ya da mahallede gündelik hayattan birbirlerini biliyor ve kolluyorlar. Bu anlamda bir örgütlülükten söz edebiliriz. Ancak kesinlikle tek bir önderlikten söz edemeyiz, ki eylemlerin başarılı bir şekilde sürüyor olmasını temelden belirleyen bir faktör bu. Rejim, eylemleri “lider bulamadığı” için bastıramıyor.

Benim kuşağım, hakları konusunda sivil toplum çalışmalarına odaklanmıştı. Biz haklarımız için devletle pazarlık halindeydik. Değişimi devletin kanalları içinde yaratmaya çalıştık. Bunu yaparak kadınlarla yüz yüze temas kurabildik ama 1 milyon imza toplamayı başaramadık örneğin. 2009'daki seçim hilesinden sonra bu çalışmayı yaptık ama kimle pazarlık yapıyorduk? 2 ya da 3 kadınla evli erkeklerle! Sorun da buydu.

Dünya basını da dahil olmak üzere herkes bir lider arıyor ancak yok. Hareketi belirleyen şey bu. Son 40 yıldır ülkede neler olup bittiğini biliyorlar ve pragmatik bir şekilde kendi hayatlarını, kendi yöntemleriyle değiştiriyorlar.

Benim kuşağım, hakları konusunda sivil toplum çalışmalarına odaklanmıştı. Biz haklarımız için devletle pazarlık halindeydik. Değişimi devletin kanalları içinde yaratmaya çalıştık. Bunu yaparak kadınlarla yüz yüze temas kurabildik ama 1 milyon imza toplamayı başaramadık örneğin.

2009'daki seçim hilesinden sonra bu çalışmayı yaptık ama kimle pazarlık yapıyorduk? İki ya da üç kadınla evli olan erkeklerle! Sorun da buydu.

Şimdiki kuşak her anlamda güncel ve eylemleri de bu anlamda çağdaş. Kendilerini monarşistler, mücahitler ya da Marksistlerle ya da herhangi bir partiyle özdeşleştirmiyorlar. Kendi sloganları ve stratejileri var. Sokağa çıkıyorlar ve “ya istediğimizi alırız, ya da ölürüz” diyorlar.

Ülkenizdeki kadın haklarını geliştirmek için mücadele etmiş ve bedel ödemiş bir kadınsınız. Genç İranlı kadınlar tarafından “muhafazakâr” olarak tanımlanmak size nasıl hissettiriyor?

Haklılar diyebilirim. Gençler korkusuz. Benim zamanımda, İrşad devriyelerinin araçlarının üzerine çıkıp “Kadın, yaşam, özgürlük!” diye slogan atamazdık. Şimdi kadınlar bunu her gün yapıyor. Küçük çocuklar ilkokulda müdürlerini okuldan kovup başörtülerini çıkarıyorlar. Bu noktada, sosyal medyanın önemini tekrar hatırlamak gerekiyor. Kadınlar bulundukları her alanda, başörtülerini çıkarıyor, eylemlerini yapıyor ve hemen bir video ile sosyal medyada yaygınlaştırıyor. Mesaj çok hızlı bir şekilde tüm ülkeye yayılıyor. Bu kadınların yalnız olduğunu hissetmemelerine ve birlik duygusunun oluşmasında çok önemli bir etken. Bu yüzden korkusuzca öne atılabiliyorlar.

Her gün sokağa çıkıyorlar dedin. Ne istiyorlar peki? Talepleri ne?

Başörtüsüz bir hayat istiyorlar. Özgürlük istiyorlar, sosyal devlet istiyorlar. Devletin müdahil olmadığı normal bir hayat yani. Ancak devletin geri çekilmeyeceğini de biliyorlar. Bu yüzden doğrudan rejimi hedef alarak “Kahrolsun diktatörlük” sloganını yükseltiyorlar. Sadece ve sadece bu rejim giderse normal bir hayat yaşayabileceklerini biliyorlar çünkü.

'REJİM ARTIK KADINLARA BAŞÖRTÜSÜNÜ DAYATAMAZ'

2008 krizinden sonra dünya genelinde bu tür “lidersiz” hareketleri gördük. Avrupa'da Amerika'da ve Ortadoğu'da milyonlarca insan talepleriyle sokaklara çıktı. Çoğu yerde, sorunlar çözülmedi ve hatta derinleşti. Siz İran için durumu nasıl görüyorsunuz? Eylemcilerin sonrası için bir plan ya da hazırlığı var mı?

Ben “yeni olanın” eylemciler tarafından her gün inşa edildiğini düşünüyorum. Püf noktası bu. Yolsuzluk ağıyla örülü bir ekonomik düzen istemiyorlar. Başörtülerini çıkarıyorlar, Humeyni ve Hamaney'in resimlerini her yerden söküyorlar. Bisiklete binip kafelere gidiyorlar.

Ancak bunu yaparken eylemlerinin sonuçlarının ne olduğunun da bilincindeler. Besic güçleriyle mücadele ediyorlar, sokakta işkence görüp öldürülüyorlar ve yine de yaptıklarını yapmaya devam ediyorlar.

iran.jpg

Bu devrim toplumun tüm katmanlarını değiştirdi. Artık molların bile başörtüsüne karşı başlayan eylemler konusunda ortak bir görüşü yok. Bu devrimin kazanımıdır.

Eylemlerin durulup her şeyin eskiye dönmesinden korkuyor musunuz?

Bu konu aktivistler arasında da tartışılıyor. Ben rejimin artık zorunlu başörtüsünü kadınlara dayatabileceğini düşünmüyorum. Muhtemelen bu noktada taviz verecekler. Parlamentoda ve hatta mollalar arasında bile başörtüsü yasağının kaldırılması gerektiği konuşuluyor. Bir kısım molla, sokaktaki eylemcilere uygulanan şiddeti kınayan bir bildiri bile yayınladı.

Bu devrim toplumun tüm katmanlarını değiştirdi. Artık molların bile başörtüsüne karşı konusunda ortak bir görüşü yok. Bu devrimin kazanımıdır.

Rejim ve müttefikleri bu eylemlerin “dış güçlerin oyunu” olduğu propagandasını yapıyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Böyle bir şey mümkün değil. Yeni jenerasyon bizim gibi eski kuşakların bile doğrudan müdahale etmesine izin vermiyor. Geçen gün bir genç 500 kişinin katıldığı bir Clubhouse oturumuna girdi ve “Sizin korkaklığınız yüzünden bu rejim hâlâ ayakta. Eğer siz zamanında bizim yaptığımız gibi mücadele etmiş olsaydınız, bu rejim çoktan gitmiş olurdu” dedi. O sırada toplantıda bulunan akademisyenler, entelektüeller hiçbir şey diyemedi.

Son olarak, ülkenin geleceğini nasıl görüyorsunuz? Geri dönmeyi umuyor musunuz?

Dürüst olmam gerekirse, bu devrime kadar dönmeyi düşünmüyordum. Çünkü rejim baskısı tüm hayatımı değiştirdi ve beni travmatize etti. Rejimin bu kadar hızlı düşmeye yaklaşacağını hiç düşünmemiştim. Bu bana tekrar büyük bir enerji verdi. Devrimin enerjisi insanı ilerlemeye zorluyor. Ben de her sabah kalkıp gelişmeleri takip ediyorum. Devrime nasıl katkı sunabilirim diye düşünüyorum ve bunun için çalışıyorum. Şimdilik yapabildiğim bu.

Öne Çıkanlar