Akademiyi sarsan yerli 'Sokal Vakası'na dair Prof. Dr. Recai Coşkun'dan açıklama

Akademiyi sarsan yerli 'Sokal Vakası'na dair Prof. Dr. Recai Coşkun'dan açıklama
Prof. Dr. Recai Coşkun’un içeriği ve kaynakçası bütünüyle “kurmaca” “Bilgelik Olarak Dijital İşletmecilik” makalesi “hakemli” bir dergide “olduğu gibi” yayımlandı. Akademik çevrelerde ve sosyal medyada ses getiren konuya ilişkin Coşkun'un açıklaması...

Bekir DEMİR - Prof. Dr. Recai COŞKUN


“…zira saçmalamada bilgeliğin tözü vardır.
Bütün bilgelikler ilkin saçmalık damgası yeme kaderini paylaşır"

Yahya Kemal’in ölümü (1958), Shakespeare'in Othello’sunun Londra'da ilk temsili (1604) ve Sovyetler’in Mars'a ilk roketi fırlatışıyla (1962) beraber 1 Kasım tarihinde düşünce tarihimizde yer vereceğimiz bir olaya tanıklık ettik: Prof. Dr. Recai Coşkun’un kendisinde “derin izler bırakan düşünürlerin popüler kültür ile harmanlanması biçiminde bir saçmalama ilkesi” geliştirerek yazdığı, içeriği ve kaynakçası bütünüyle “kurmaca” “Bilgelik Olarak Dijital İşletmecilik” makalesi “hakemli” bir dergide “olduğu gibi” yayımlandı.

Recai Coşkun hocanın makalesini herkes gibi büyük bir şaşkınlıkla okudum ve yine herkes gibi gönderimlerinden kaynakçasına ilmek ilmek örülmüş bu yapıtın ve bu tavrın karşısında büyük bir saygı duygusuna kapıldım. Bu yalnızca bir teşhir aracı değil, Leonardovari bir sanat eseriydi ve –acı da olsa– buna şahitlik etmiş olmanın getirdiği ruh hâlini ve makalenin barındırdığı üst düzey mizahı herkes gibi deneyimledim (Ve bunun Gibi’nin yeni sezonunun çıkmamış olmasıyla hiçbir ilgisi yok inanın.).

Recai Coşkun hocamla görüşüp röportaj talebimi ilettikten sonra, beni kırmak istemediğini, hemen tüm sorularıma cevapları içeren bir metni benimle paylaşacağını büyük bir nezaketle iletti. Bu açıklamanın veya söyleşinin, gerek makalenin oluşumu gerek akademiye dair tahayyülümüz hakkında barındırdığı içerimler ile dikkatli bir okumasına ihtiyacımız olduğu inancındayım. Metni biçimsel düzenlemeler dışında olduğu gibi paylaşıyorum.

Hepimizin içinde “desem bir türlü demesen bin dert” tadında aynı ağrı ve aynı soru: Sahi üniversiteler ne ara bu hâle geldi?

Bekir Demir

Prof. Dr. Recai Coşkun’un “‘Bilgelik Olarak Dijital İşletmecilik’ Comte’un ‘Religion of Humanity’sinden Sonra Sosyal Bilimler İçin Yeni Bir Felsefi Açılım Sunabilir mi?” makalesine dair açıklaması:

Makale niçin yazıldı?

Fikir doğaçlama gelişmiştir. Karşılaştığım birçok ‘bilimsel makalenin’ ve ‘bilimsel kitap ve kitap bölümlerinin’ hiçbir bilimsellik kaygısı taşımadıklarını görmek beni harekete geçirdi. Bunların akademik etik ve estetik değerlere zerre kıymet vermedikleri, çok kısa sürelerde yayımlandıkları gerçeği akademik hassasiyeti olan herkesin malumudur. Ücretli dergi ve ücret karşılığında oluşturulan ‘toplama kitapların’ sayısı çığ gibi büyümüştür. Makale bu gidişe bir itirazdır.

Makale nasıl yazıldı?

Jüri üyesi olduğum bir doçentlik dosyasında yer alan bir kitabın (Acar, P. ve Bekaroğlu Özatar, A. 2022, Dijital çağ ve yeni nesil işletmecilik, Nobel Yayıncılık) önsözü makalenin kurgusu hakkında fikir verdi. ‘Dijital İşletmecilik Bilgeliği’ başlığı bu önsözden ilham alınarak oluştu.

Kurguladığım makalenin iki sayfalık bir taslağını akademik hassasiyetleri yüksek ve düzenli olarak bilimsel tartışmalar yaptığım üç meslektaşıma gönderdim. Aldığım geri bildirimler beni cesaretlendirdi.

Makale önsözde sıkça tekrarlanan birbiriyle çoğunlukla çelişik terimlerin çevresinde örgülendi. Temel dürtüm “en ağdalı cümleleri kurarak ne kadar saçmalayabilirim?” idi. Makalenin “İacer” yani tersten “Recai”den yapılan başlıkaltı alıntısı da ‘…zira saçmalamada bilgeliğin tözü vardır. Bütün bilgelikler ilkin saçmalık damgası yeme kaderini paylaşır’ demektedir. Ben de son dönemlerdeki okumalarımın ve bende derin izler bırakan düşünürlerin popüler kültür ile harmanlanması biçiminde bir saçmalama ilkesi geliştirdim. Gerisi kendiliğinden geldi. Elimde onlarca sayfa malzeme birikti. Onların bir kısmını makaleye dönüştürdüm.

Not: Bazıları makale yazılırken AI, Chat GTP’den yararlanıp yararlanmadığımı sorguluyor. İncinirim. Makalede bahsi geçen düşünürler akademik hayatımın merkezindedirler. Kitapları masamın üstündedir.

Dergi nasıl seçildi?

Makaleyi hangi dergide yayınlayacağıma karar verirken üç ölçüt belirledim: (a) Dergi ‘Dergipark’ta yer almalıdır; (b) Ücret talep etmelidir, (c) Editörünün unvanı profesör olmalıdır.

Social Sciences Research Journal (SSRJ) e - ISSN: 2147-5237 dergisi makaleyi gönderdiğimde bu üç özelliğe sahipti. Ancak, sözü edilen makalenin yayımlanmasından bağımsız olarak, bir yılda çıkardığı 15 sayı nedeniyle ‘Dergipark’tan çıkarılmıştır.

Bu dergiye göndermemde belirleyici olan bir başka neden, derginin sayfasında bir diş kliniğinin reklamının yer almasıydı. Derginin belgeleriyle ilgili bağlantılar tıklandığında belgeler yerine diş kliniğinin reklamına ulaşılıyordu.

Not: Dergi üst düzey bir dergi değildir. TR Dizinde taranmamaktadır. Sadece birkaç tane uluslararası dizinde taranmaktadır. Ama doçentlik başvuru ve yayın teşvik kriterlerini karşılamaktadır.

Not: Bazı meslektaşlarım bana bu makaleyi ‘yayın teşvikte’ kullanıp kullanmayacağımı sordu. Kendilerine ‘Durumun Ocak ayında alacağımız maaş zammına bağlı olduğunu’ söyledim.

Ünlü mü olmak istedim?

Denk geldiğim eleştirilerden bir tanesi bu çalışmayı ünlü olmak isteği ile yazdığımdır. Şahsıma ait bir sosyal medya hesabı yoktur. Makaleyi yalnızca 300 civarında akademisyen meslektaşımla akademik çalışmalarımızı paylaştığım ‘Researchgate’ platformunda paylaştım.

İyi bir işletmeci ve girişimci olmadığım şundan belli ki «elimdeki ürünün» ne denli kıymetli olduğunu takdir edip ‘piyasaya’ süremedim. Makalem sosyal medyada bilmediğim hesaplarca paylaşıldı. Bugüne kadar yaptığım hiçbir hakiki çalışmaya nasıp olmayan bir popülariteye ulaştı. Ama bu benim planladığım yahut öngördüğüm bir şey değildi.

Kaldı ki böylesi bir makale yapmak kendimi her yönüyle sorgulatmayı da göze almak demektir. Aldığım teşekkürlerden bir kısmının ‘cesaretimden’ dolayı olmasının ne anlama geldiğini idrak edecek durumdayım. Dahası, bundan böyle Türkiye’de makale yayınlatma alanımın hayli kısıtlandığının da farkındayım.

Not: Bir hocamız ‘hocam artık ünlü oldunuz’ dedi. Kendisine ‘evet ben ünlüyüm artık ama hâlâ ünsüz harfleri çok seviyorum’ dedim.

Dergi ve editörü hakkında ne düşünüyorum?

Dergide bu tür bir makalenin yayımlanması diğer makaleleri şaibeli kılmaz. Aralarında düzgün hakemlik yapılmış olanlar ve akademik kaygı taşıyanlar olabilir. Topluca bir olumsuzlama doğru değildir.

Dergi editörü olaydan sonra beni aradı. Hâliyle çok müteessir. İki hakeme gönderdiğini belirtti. Kendisine editörün de sorumlu olduğunu söyledim. Editör, kendi uzmanlık alanının Ekonometri olması nedeniyle makaledeki kurguları fark edemediğini söyledi. Oysa makaleyi bir alan editörüne göndermesi gerekirdi. Dolayısıyla bunlar kabul edilebilir gerekçeler değildir. Bir kişinin yönettiği bir akademik dergi yılda 15 sayı basılmaz. Her sayıda onlarca makale yer almaz. Diş kliniği reklamı olmaz. 500 tl olan yayın ücretini ‘talep koşullarına’ bağlı olarak 1000 TL’ye çıkarmaz. Doçent olmak isteyen meslektaşlarının bu kaygısını maddi getiriye dönüştüremedi.

Editör kadar hakemler de bu rezaletten sorumludurlar. Editöre böylesi bir olayın parçası olduğu için akademik topluluktan özür dilemesi yönünde görüşlerimi aktardım.

Makale hakem incelemesinden geçti mi?
Evet, iki hakem inceledi. İkisi de ‘minör revizyon’ verdiler. Bunlar da yazım hatalarıyla ilgiliydi. Değerlendirmelerini paylaşıyorum.

Kimlerden özür diliyorum?

İşini dürüstçe yapıp makaleden dolayı en küçük bir olumsuzlukla karşılaşan herkesten; editörlerden, hakemlerden, yazarlardan ve yayıncılardan.
Akademik dergiciliğin bütün zorluklarını deneyimlemiş biriyim. Bu alanda yayıncı, editör, hakem ve yazar olarak görevler aldım. Hepsinin nasıl sorumluluklar ve özveri gerektirdiğinin farkındayım. Zaten işinin gerektirdiği hassasiyeti ve emeği esirgemeyenler bu makaleden yüksünmediler, aksine çürük elmaların ayıklanmasından hoşnut olduklarını belirttiler.

Kimlerden özür dilemiyorum?

Akademik unvanı sıçrama taşı gibi görenlerden; emek vermediği makaleye adını yazdıranlardan; bütün akademik çalışmalarını akademik teşvik odaklı yürütenlerden; donanımının yetersizliğini bildiği hâlde kendini geliştirmeye çalışmayanlardan; donanımına bakmadan her imkanı kendine hak görüp her fırsatı değerlendirenlerden; yayın süreçlerini sosyal ağlar üzerinden gerçekleştirenlerden; işine yeterli özeni göstermeyen editör, hakem, yazar ve yayıncılardan.

Ne tür tepkiler aldım?

İlk grupta benimle aynı kaygıları taşıyanlar var. Onlardan gelen tepkilerin büyük çoğunluğu övgü ve teşekkür biçiminde. Birçoğunun kahkahaları hâlâ kulağımda.Bir grup ise makaleyi siyasi malzemeye dönüştürme çabasında. Oysa bu durum siyasi olmaktan çok sosyolojik ve ahlakidir. Makaleyi siyasi malzeme yapanlar (ki bunların çoğu sadece kaynakçaya bakarak yorum yapıyorlar) ikinci grubu oluşturuyorlar. Bu grup için bir sonraki sayfada bazı eserler önerdim.

Makaleyi düşük yayın başarımlarına gerekçe gösterenler ise en küçük grubu oluşturuyor. Yıllar boyunca akademik çalışma yapmamış hocalarımız bu makaleden çok hoşnutlar: ‘İşte biz bu yüzden makale yayınlamıyoruz!’ deme haklarını keyiflerince kullanıyorlar.

Not: Makaleyi siyasi malzeme yapanların makaleyi okumadıkları, sadece kaynakçadan hareketle yorum yaptıkları besbelli. Bu da kendi içinde bir başka ‘ironi’.

Türk akademisyenlerin gerçek durumu nedir?

Alanında ulusal ve uluslararası nitelikleri taşıyan, emek, ahlak ve estetik kaygısı yüksek, kendisini sürekli geliştirme çabası içerisinde olan çok sayıda meslektaşım olduğunu biliyorum. Mesleğimizin değerine değer katan hocalarımıza müteşekkirim. Bizlere mesleki aşkı ve ahlakı öğütleyen değerli

hocalarımıza saygılarımı sunuyorum. Türkiye’yi uluslararası alanlarda güçlü biçimde temsil eden genç nesil meslektaşlarımla gurur duyuyorum. Her meslekte olduğu kadar akademik toplulukta da fırsatçı ve çıkarcı davranışlar sergileyenler vardır. Esas olan bunların yaşama alanlarını daraltmaktır. Bu diyardan kötüler iyileri değil, iyiler kötüleri kovacaktır.

Herkes puan için, teşvik için yayın yapmıyor. Mesleğinin yüzünü ağartmak isteyenler işlerine odaklanmış sessizce çalışmaya devam etmektedirler. Muhtemelen birçoğunun bu makaleden haberleri bile yoktur.

Üniversiteler ne ara bu hâle geldi?

Üniversiteler kusursuz yerler hiç olmadılar. Medrese iken de, Dârülfünûn olduklarında da Üniversiteye dönüştüklerinde de benzeri sorunlar hep yaşandı. Üniversiteler ve bilim topluluklarıyla ilgili çok etkileyen şu eserleri paylaşıyorum:

- Hirsch, E. (1985) Hatıralarım: Kayzer Dönemi, Weimar Cumhuriyeti, Atatürk Ülkesi, Banka ve Ticaret Hukuku Araştırma Enstitüsü (ağırlıklı olarak İstanbul ve Ankara’yı anlatmakta).
Batuhan, H. (2002) İspanya'da Bir Şato: Bir Düşünürün Hatıraları, Bulut Yayınları (ağırlıklı olarak ODTÜ’yü anlatmakta)

- Yörükhan, T. ve Yörükhan A. (2003) Üniversitede İlim ve Ahlak: Cahit Tanyol ve Sosyoloji, Vadi Yayınları (Bu kitap 1960’ların başında İ. Ü.de eserleri hocaları tarafından intihal edilen iki genç akademisyenin verdikleri ahlak mücadelesini anlatmaktadır).

- Medawar, P. B. (1994) Genç Bilim adamına Öğütler, TÜBİTAK Yayınları (bu da Nobel ödüllü seçkin bir bilim insanının gözünden bilim topluluklarını anlatıyor)

Not: Eserlerin tamamı gerçektir.

Makaleye bilimsel eleştiriler geldi mi?

Evet. İlkin asistanım endişeli bir sesle ve yutkunarak ‘hocam nasıl söyleyeceğimi bilemiyorum. Bazı arkadaşlar aradı. Bir makale kaynakçası gönderdiler. Recai hoca rezil oldu dediler. Bu kaynakçada bazı hatalar var, hoca hemen düzeltsin önerisinde bulundular’. Kendisine ‘sakin ol, ben gerekli düzeltmeyi yaparım. Sen de o arkadaşlara söyle makalenin tamamını okusunlar acaba başka hatalarım da var mı, bildirsinler lütfen’ diye salık verdim.

Sosyal medyada bir hocamız uyardı: ‘Kağan, O. (mö. 3000) tarihi çok yanlış olmuş dedi. Doğrusu mö. 3001 olmalıydı.’ Emin olamayınca ben de İktisat Tarihçisi değerli bir hocama bunun doğrusunun ne olduğunu sorunca kendisi ‘3001 de yanlış’ dedi, ‘doğrusu 3002 olmalı ama İsa’dan sonra!’.
Çok değerli bir meslektaşımı makalede bariz hatalar olduğunu söyledi ve özellikle şu düzeltmeleri önerdi: ‘Engels’in Marks’a ‘iki gözüm’ dediğini gösteren bir mektup yoktur’. ‘Deniz Seki, Küçük Emrah ve M. Gürses Marksist değildir.’ ‘Manifesto 1948’de değil, 1848’de yayınlanmıştır, o yüzden hortlaktan korkmana gerek yoktur, hem hayalet Türkiye’de değil, Avrupa’da dolaşıyor.’ ‘Diyalektiğin Moskova’da öldüğü burjuvazi söylentisidir, o yaşıyor ama yerini bilen yok’.
Bunların dışında bir itiraz henüz gelmedi.

Kendimi tutmakta en zorlandığım an…
Bu süreçte tebrik edenler çoktu. Ancak bunlar arasında akademik unvanını alırken burada sorguladığımız yolları keyfince ve fütursuzca kullananlar da vardı. Pişkin pişkin ‘hoca helal sana’ dediler. Ben bu ‘helal sana’ ifadesini Gadamervari hermenötik çözümlemeye yahut Derridavari yapı sökümüne tabi tutmasını becerebilirim. Esas bu hocalarımıza ‘helal olsun!’

Önerilerim

Akademik topluluğun en ‘bilgesi’ değilim. En zekisi, en kahramanı, en niteliklisi hiç değilim. Alçakgönüllü bazı önerilerim olabilir:

1. Doçentlik sözlü sınavı mutlaka geri getirilmelidir. Bu yolla emeği olmadan makaleye adını yazdıranları ayıklamak mümkün olacak; bilimsel çalışmalara daha fazla özen gösterilecektir (UAK’ın 2024 yılından itibaren geçerli olmak üzere doçentlik başvuru yayınları için getirdiği ölçütler olumlu olmakla birlikte yeterli değildir).

2. Akademik teşvik uygulaması sonlandırılmalıdır. Nitelikli yayınlar başka yollarla desteklenmelidir.

3. Bir derginin ‘TR Dizin’de taranabilme ölçütleri açıkça duyurulmalı ve bu ölçütler her dergiye sıkı biçimde uygulanmalıdır. TR Dizinde yer alan dergilerin yayın süreçlerini kişisel ilişkiler üzerinden değil, akademik kaygılar doğrultusunda yürütmeleri sağlanmalıdır. Çok nezih ve özenli dergilerin yanında kendi klanı dışında kalan akademisyenlere zinhar yol vermeyen dergiler de mevcuttur. Editörlerin ve yönetim ekiplerinin eser sahipleriyle kurdukları iletişim dili bazen sorunlu ve incitici olmaktadır.

4. Batıda ‘açık erişim’ gerekçesiyle geliştirilen ‘makale ücreti’ talebi Türkiye’de zaten açık erişim olan dergilerde giderek yaygınlaşmaktadır. Özellikle kamu üniversiteleri dergilerinde yaygınlaşan ücret talebi uygulamasına son verilmelidir.

5. Derleme kitap uygulamasına (e-postam ücret karşılığı seri üretim derleme kitap bölümü duyurusuna çıkmış ‘akademisyenlerle’ yaptığım tartışmalarla doludur) kesinlikle son verilmelidir. Buna bağlı olarak Türkiye dışında bir şube veya merkezi bulunmayan, bastığı kitapların büyük çoğunluğu Türkçe olan yayınevlerinin ‘Uluslararası Yayınevi’ statüsü kaldırılmalıdır.

Sonsöz

Öngörmediğim biçimde gündeminizi meşgul ettim, kusura bakmayın. Şimdi kendimi derin bir sessizliğin huzur iklimine bırakıyorum. Hoşça kalın.

Not: Makalenin ikinci kısmı var. Onu yayınlatmak için 1200 TL ödeyerek bir kitap editörü ile kitap bölümü yazmak için daha önce anlaşmıştım, ama artık o arkadaş benim bölümü yayınlamaz (içimden bir ses ‘muhtemelen yayınlar’ diyor ama kulak ardı ediyorum o sesi). Şimdi ortalık biraz durulsun, zaman geçsin, o «bilimsel» kitap editörleri bana yine ‘akademik teşviğe uygun’ kitap bölümü yazma teklifi içerir e-postalar gönderirler. Enflasyon farkını da dikkate alarak kenarda köşede 2500 TL ayırdım. Gerekirse iki bölüm hâlinde yazarım.

Bir Açıklama

Benim kurmaca makalede alıntıladığım ve bana bu makalenin kurgusu hakkında ilham verdiğini belirttiğim Dijital Çağ ve Yeni Nesil İşletmecilik kitabının ‘Önsöz’ünün yazarları Doç. Dr. Pelin Acar ve Dr. Öğr. Üyesi Aslıhan Bekaroğlu Özatar’a yönelik makalemde bir suçlama yahut itibarsızlaştırma kesinlikle yoktur. Ahlaki bir gereklilik ve bir meslektaşı olarak bu açıklamayı yapmamın uygun olacağını düşündüm. Şöyle ki, sözü edilen kitabın editörlerinden Doç. Dr. Pınar ACAR benimle söz konusu makalenin yayımlanmasından sonra şu bilgileri paylaştı:

(i) Makalede alıntılanan “Acar, P. ve Bekaroğlu Özatar, A. (2022) Dijital Çağ ve Yeni Nesil İşletmecilik, Nobel Yayıncılık” başlıklı kitap, para karşılığı yazılan bir kitap değildir.

(ii) Kitap proje olarak editörler tarafından Nobel Yayıncılığa sunulmuştur. Yayınevinin ilgili kurulları kitabın yayımlanmasını uygun bulmuştur. Kitabın her bölümü sıkı bir editoryal denetimden geçmiştir.

(iii) Bölüm yazarlarından ücret alınmadığı gibi yayınevi her yazara emekleri karşılığı olarak belli sayıda kitap göndermiştir.

Doç. Dr. Pelin Acar kendisinin bilimsel eleştiriye açık olduğunu ama çok emek ve değer verdiği çalışmasının kurgu bir makalenin konusu olmasından dolayı çok üzgün olduğunu belirtti. Ben de makalede kitaba yönelik bir ima olmadığını sadece ‘Önsöz’deki ifade ve kavramların makalenin kurgusunda belirleyici olduğunu söyledim. Yazar ile ‘bilimsel çalışmanın neliği’ konusunda aynı düşüncede değiliz. O, kendi üslubunun ‘romantizme’ yatkın olduğunu ve bunda bir sorun görmediğini belirtiyor. Şahsımın üslubu ise ‘hicve’ yatkındır. Ama romantizm ve hiciv edebi tarzlardır, ‘bilimsel’ değil. Genç bir akademisyeni üzmek aklımın köşesinden geçmediği için bu açıklamayı yapma gereği duydum.

Prof. Dr. Recai COŞKUN

Öne Çıkanlar