Bir borç hikâyesi: 'Tiksindirici borç' nedir? ve Kılıçdaroğlu’nun çağrısı üzerine

Bir borç hikâyesi: 'Tiksindirici borç' nedir? ve Kılıçdaroğlu’nun çağrısı üzerine
Dile getiren kişiden bağımsız olarak 'borçlarınızı sakın ödemeyin' çağrısı, sadece çağrı ve fikir olarak bile çok kıymetli. Bakın, bunu kim söylerse başımın tacı; mesele Kılıçdaroğlu değil.

Gencer Çakır


Türkçede "tiksindirici borç" olarak bilinen kavram nasıl ve hangi koşullarda ortaya çıktı? Kısa bir tarihçe hiç fena olmaz.

Müteveffa antropolog David Graeber’le vefatından kısa bir süre önce yapılan bir söyleşiyi Express dergisi için tercüme ederken ilk kez orada karşılaşmıştım bu terimle; "odious debt" olarak geçen terimi "gayrimeşru borç" olarak çevirmiştik. Neden "gayrimeşru", açıklayalım.

Küba zamanında İspanyol imparatorluğu altındadır. Ardından ABD emperyalizmi Küba’yı İspanyol hâkimiyetinden kurtarır. Ama bir sorun vardır: Küba’nın İspanya’ya olan borçlarının akıbeti ne olacaktır? Mademki Küba ABD egemenliği altına girdi, bu durumda Küba’nın borçlarından ABD sorumlu olmalıdır. Ve borçlar da söke söke alınmalıdır. Ama ABD mahkemeleri farklı düşünüyordu. Küba’nın aldığı borçlar adil olmayan koşullar altında alınmıştı. ABD mahkemelerine göre Küba’nın ödemesi gereken bir borcu yoktu. Adil olmayan şartlarda alınan borç bir ABD mahkemesi tarafından "gayrimeşru borç" olarak adlandırıldı. Bu terim şu anlama gelir: "Kimsenin almayacağı, eğer kişi kendi çıkarına en uygun şekilde hareket eden gerçekten özgür bir kişiyse, asla almayacağı türden bir borç." (Bkz. "Sistemin ahlâkı, ahlâkın sistemi").

Demek ki neymiş, borç ödemesi "güç"le ilgili bir şeymiş. Gücünüz varsa borcunuzu ödemeyebilirsiniz. Hatta hiç ödemek zorunda değilsiniz. "Zayıf bir konumdaysanız," der Graeber, "borç ahlâktır, güçlü bir konumdaysanız, borç güçtür. Bu yüzden borç üzerine yazdığım kitabıma eski bir atasözüyle başladım: Bankaya yüz bin dolar borçlanırsanız, banka sizin sahibiniz olur. Bankaya yüz milyon dolar borçlanırsanız, siz bankanın sahibi olursunuz." (Bkz. aynı yerde).

Borç üzerine yazdığı hacimli kitabında da şöyle diyor Graeber: "Galiba tarihin bize öğrettiği şey bu. Binlerce yıldır zenginle yoksul arasındaki mücadele çoğunlukla borç verenler ile borçlular arasındaki mücadele şeklinde sürmüştür -faiz ödemelerinin, borç köleliğinin, borç affının, mülkiyeti ele geçirmenin, iadelerin, hayvanlara haciz koymanın, bağları müsadere etmenin, borçlunun çocuklarını köle olarak satmanın haklılığı ve yanlışlığı hakkındaki tartışmalarla." (Bkz. Borç; çev. Muammer Pehlivan; Everest Yayınları; s. 14).

Türkiye’de insanlar giderek derinleşen bir yoksulluk girdabında hayatta kalmaya çalışıyorlar. Borçluluk çok yaygın ve âdeta bir bataklık. Bu duruma bakınca hanehalkı borçları ve bireysel borçlar "gayrimeşru borç" tanımına kolaylıkla sokulabilir; çünkü bunlar adil olmayan koşullarda alınan, dahası kişilerin özgür iradeleri dışında alınan türde borçlar. Bu açıdan bu borçlar "gayrimeşrudur". Bu konuda politik bir tavır alınacaksa tıpkı emperyalist ABD’nin ve onun mahkemesinin yaptığı gibi bir tavır alınmalıdır: halkın bir borcu yoktur, denmelidir; çünkü bu borçlar ailelerin ve bireylerin özgür iradeleri dışında, adil olmayan koşullar altında alınmıştır!

Biraz ironik olacak ama bence ABD’nin Küba’yı İspanyol imparatorluğuna karşı savunurken takındığı tavır doğrudur; çünkü borç tam da "güç"le ilgili bir konudur!

Gelelim Kılıçdaroğlu’nun açıklamasına. İtiraf etmek gerekirse, borçlu halka hitaben borçlarınızı "sakın, sakın ödemeyin" diye açıktan bir çağrıda bulunmasını son derece önemli buldum. Ve şaşırdım da. Pratikte bunun bir karşılığı olabilir mi, pek emin değilim. Ama dile getiren kişiden bağımsız olarak, halka açıktan böyle bir çağrının yapılmış olması, başlı başına çok önemli. Keşke bunu sol ve sosyalistler çok önceden yapsalardı!

Kanımca borçlu olmak proleter olmaktan çok daha berbat bir şey. Sözgelimi işsiz kalındığında işçi için işyeri temelli sömürü ilişkisi bir süreliğine de olsa kesintiye uğruyor, lâkin borçlu olduğu müddetçe işçi borcunu ödemek zorunda. Bu gerçekten tarif edilemez bir strese yol açıyor işçide. Borcunu ödemek için gerekirse kayıt-dışı, düşük ücretli, güvencesiz işleri kabul etmek zorunda kalıyor. Türkiye’de ücretlerin ve çalışma koşullarının bu kadar kötü olması, kanımca emekçilerin çok ciddi bir borç yükü altında yaşıyor olmalarıyla ilgili. Elbette bu tek başına belirleyen değil, ama borçluluk temel belirleyenler arasında çok önemli bir belirleyen.

Sol ve sosyalistlerin borç meselesini yeterince ele aldığı kanısında değilim. Ne zaman bir "muhalif" kanal açsam, konuşan solcu düşünürler ya ekonominin çok kötü olmasından ya halkın yoksulluğundan ya da laiklik/çağdaşlık gibi değerlerin öneminden dem vuruyorlar. Bunlar önemsiz demiyorum. Bütün bunlarla beraber borçların silinmesi ya da ödenmemesi gibi bir talep neden ihmal edildi ya da ediliyor? Cevabını aradığım soru bu.

İnsanların kafasında küçük de olsa bir "tortu" bırakmak çok önemli. İnsanlara "falanca sol parti borçların iptalini savunuyordu" ya da "sosyalistler halkın borçlarının silinmesinden bahsediyorlar" dedirtebilmek ya da kafalarında böyle bir tortu bırakmak harika bir şey olmaz mıydı?

Ben de sıradan bir vatandaşım; sol ve sosyalistleri 7/24 takip etmiyorum, edemiyorum. Ama zaten ses getirecek bir şey olursa kesin haberim oluyor. Herkes için de böyle değil mi? Hangimiz "profesyonel" solcularız Allah aşkına? Ben değilim. Hangi birimiz falanca partinin "merkez komite" üyesiyiz? Ben değilim. Ha, olmam da gerekmiyor!

Sıradan bir vatandaş olarak Türkiye’de solun benim kafamda bıraktığı "tortu" şöyle: solcular iktidara gelince AKP’yi yargılayacaklar; hırsızların iktidarına son verecekler; laiklik falan korunacak; faşizm yenilecek…

Kafamdaki "tortular" bu kadar. Bilmiyorum, acaba hangi sol çevre "halkın borçları iptal edilecek" ya da "insanlar işsizlikle boğuşurken kârına kâr katan bankalar kamulaştırılacak" gibi devrimci talepler öne sürüyor? Benim haberim yok.

Çok uzattım, bir nokta koyalım. Yukarıda da söylediğim gibi, dile getiren kişiden bağımsız olarak "borçlarınızı sakın ödemeyin" çağrısı, sadece çağrı ve fikir olarak bile çok kıymetli. Bakın, bunu kim söylerse başımın tacı; mesele Kılıçdaroğlu değil. Muhtemelen "bay Kemal" popülizm yapıyor; kaldı ki pratikte bu çağrıyı sahiplenip ileriye taşıyacak bir parti değil CHP. Ne de olsa sermayenin partisi! Ama böyle bir çağrı başlı başına çok kıymetli, yaygınlaştırılmalı ve sürekli canlı tutulmalı.

Öne Çıkanlar