Brezilya’da Lula neden ilk turda kazanamadı?

Brezilya’da Lula neden ilk turda kazanamadı?
Brezilya'da Lula’nın ilk turda neden beklenen oy oranına ulaşamadığını anlamak için Bolsonaro fenomeninin 2018’de seçimleri neden kazanabildiğini, Lula’nın niçin emekçi ve yoksul halk kitlelerinde heyecan yaratmadığını anlayabilmek gerekiyor.

Atakan ÇİFTÇİ


Kampanyam solun değil, Brezilya toplumunun kampanyası”

Lula da Silva


Brezilya’da geçtiğimiz pazar günü gerçekleşen başkanlık seçimlerinde Lula da Silva seçimleri ilk turda kazanamadı. Merkez sağdan radikal sol partilere “geniş cephe” kurarak adaylığını açıklayan Lula’nın, dört yıldır yönetimde olan aşırı sağcı Jair Bolsonaro’nun ülkede bıraktığı ağır enkaz sonucunda ilk turda kesin bir zafer kazanması bekleniyordu. Ülkenin saygın kabul edilen araştırma şirketleri Ipec ve Datafolha'nın seçimlerden bir gün önce yayımladığı anketlere göre Lula yüzde 50'yi aşıyor ve Bolsonaro ile arasında yüzde 15'lik fark görünüyordu. Bununla birlikte, Lula’nın oyları yüzde 48’de kalırken, Bolsonaro beklentilerin üzerine çıkarak yüzde 43 oranına ulaştı. İki aday 30 Ekim’de seçimlerin ikinci turunda başkanlık için yarışacak.

Başlıktaki sorunun yanıtı olarak basında, oyların toplamda yüzde 7’sini alan Tebet ve Gomes gibi “merkezdeki” adayların Bolsonaro karşısında Lula’nın kampanyasında yer almamasını göstererek siyasi analizi “aritmetik toplama” indirgemeye çalışan veya Bolsonaro’nun devlet gücünü arkasına aldığını vurgulayan “naif” yorumlar yapılıyor. Oysa Lula’nın ilk turda neden beklenen oy oranına ulaşamadığını anlamak için Bolsonaro fenomeninin 2018’de seçimleri neden kazanabildiğini ve Lula’nın kampanyasının neden emekçi ve yoksul halk kitlelerinde heyecan yaratmadığını anlayabilmek gerekiyor.

Bolsonaro döneminin dört yıllık bilançosu oldukça ağır. Pandeminin varlığını kabul etmeyen politikası sonucu hayatını kaybeden 700 bin kişi, Amazonlardaki yıkımın niteliksel hızlanışı, ücretlerde kesintiler, özelleştirmelere hız verilmesi, kadınlara, siyahlara, LGBTİ+'lara dönük baskıların ve saldırıların hiç olmadığı kadar artması, emeklilik reformu… Bu başlıklar artırılabilir.

Ne var ki, Brezilya halkının bu saldırılara seyirci kalmadığı, grevler ve kitlesel seferberliklerle Bolsonaro yönetimini karşısına aldığının altını çizmek gerekiyor. Özellikle, 2021 başında Bolsonaro’nun aşı karşıtı pandemi politikası ve kamu reformu gibi emek düşmanı politikaları karşısında “Fora Bolsonaro!” (Bolsonaro defol!) hareketinin doğması bir dönüm noktasıydı. Devasa ülkenin en büyük bütün şehirlerinde yüz binleri sokağa döken hareket gelişirken, İşçi Partisi (PT) lideri Lula ne bu harekete katılım çağrısı yapıyor ne de içerisinde yer alıyordu. Bunun yerine, Brezilya muhafazakâr sağı ve neoliberalizminin temsilcisi, eski Sao Paulo valisi Gerardo Alckmin’in başkan yardımcısı adayı olacağı seçim kampanyasının hazırlıklarını yürütüyor, Bolsonaro’ya karşı öfkenin sokaklardan sandıklara sıkıştırılması yönünde çalışıyordu.

PT DÖNEMİNİN MİRASI

Brezilya’nın 1990’larda yaşadığı neoliberal sağ hükümet deneyimleri ve 1999’da patlak veren ağır ekonomik krizin ardından Lula 2002’deki başkanlık seçimlerini kazanarak iktidara geldi. Metal işçisi ve sendika önderi olarak 1980’lerin başında sosyalist bir programla kurulan PT’nin lideri olan Lula, zamanla partiyi merkez sol bir politik projeye dönüştürdü. İktidarda bulunduğu dönem boyunca da radikal sayılabilecek hiçbir adımda bulunmadı. Lula’nın en büyük şansı, 2008 krizine dek dünya ekonomisinde yaşanan geçici canlılıktı. Merkez ülkelerdeki düşük faiz oranları ve Çin’deki iki haneli büyüme oranları nedeniyle hammadde fiyatları olağanüstü derecede artmıştı. Hammadde ihracatının ekonomide önemli bir yer tuttuğu Brezilya’da bu, Lula için iyi bir haberdi. Petrol, soya, madencilik gibi alanlarda elde edilen olağanüstü gelirle yoksullara yapılan sosyal yardımlar (bolsa familia) arttı, asgari ücrette önemli artışlar sağlandı. Bununla birlikte, bu kısmi artışlar ülkeye damgasını vuran derin toplumsal eşitsizliğe dokunmadı ve ülkenin en zengin toplumsal kesimleri ayrıcalıklarını korumaya devam etti.

Öte yandan, bu kısmi refah yılları fazla uzun sürmeyecekti. 2008’de Büyük Resesyon’un sahneye girmesiyle Brezilya ekonomisi de yokuş aşağı yuvarlanmaya başladı. Dünya ekonomisindeki gerileme hammadde fiyatlarını düşürürken, sıcak paranın çevre ülkelerden çekilmeye başlamasıyla ülkenin borcunu çevirebilmek giderek daha maliyetli hale gelmeye başlamıştı. 2012-15 yılları arasında Brezilya ekonomisi yalnızca ortalama yüzde 0,3 oranında büyüdü. Krizin boyutu kısmi reformlar dönemine son vermişti ve Lula’nın veliahtı Rouseff döneminde PT bir dönüm noktasına gelmişti. Krizin faturasını ya kemer sıkma politikalarıyla emekçi kesimlere ödetecek ya da petrol şirketi Petrobras’ın tamamen kamulaştırılması, artan oranlı servet vergisi, dış borç ödemelerinin durdurulması gibi önlemlerle yerel ve küresel sermayeyi karşısına alacak adımlara başvuracaktı.

Rouseff ilk adımı tercih etti ve 2010’lu yıllarda Brezilya emekçilerinin ve yoksullarının haklarında önemli kesintiler yaşanmaya başladı. Öte yandan, PT’nin ulusal ve yerel önderleri yerleşik politik sisteme her geçen gün daha fazla uyum sağlıyor ve yolsuzluk skandalları partiyi bir kangren gibi sarıyordu. Gezi eylemlerinin başlamasının hemen ardından “Aşk bitti, burası artık Türkiye” sloganıyla akıllarımıza kazınan ve PT yönetimini hedef alan halk ayaklanması 2013’te böyle bir bağlamda gerçekleşmişti.

PT’NİN DÜŞÜŞÜ VE BOLSONARO’NUN YÜKSELİŞİ

2014 seçimlerini zorlukla kazanmasının ardından Rouseff kemer sıkma politikasını daha da ağırlaştırdı. Eğitim, sağlık, sosyal yardım gibi alanlarda yeni kesintiler yapıldı. Seçimlerden bir yıl sonra Rouseff’in yönetimini beğenenlerin oranı yüzde 9 seviyesine düşmüştü. Rouseff’in hükümet harcamalarındaki düzensizlik nedeniyle Kongre’deki sağ partiler tarafından 2016’da görevden alınması girişimi bu koşullar altında gerçekleşti. PT yönetimi uyguladığı ekonomi politikalarıyla toplumsal tabanını yabancılaştırırken, Rouseff’in başkan yardımcısı olarak belirlediği Brezilya politika sahnesinin kirli ve sağcı ismi Michel Temer, sağ partilerin oluşturduğu Kongre çoğunluğu tarafından Rouseff’in görevden azledilmesinde baş rolü oynayacaktı.

PT’nin emekçi ve yoksul kitlelerde büyük bir hayal kırıklığı yarattığı, radikal solun kendisini PT’den ayrıştıramadığı ve onunla birlikte gerilediği konjonktürde, sözde sistem karşıtı söylemleriyle aşırı sağcı emekli albay Bolsonaro yükselişe geçiyordu. Tarihte ve günümüzde sayısız örneğini gördüğümüz bir yasa yeniden hükmünü sürüyordu: Kriz dönemlerinde solun ve radikal solun kitlelere bir siyasi alternatif sunamadığı durumda politik sahne aşırı sağ ve faşizmin egemenliğine kalıyordu.

'EHVEN-İ ŞER' POLİTİKASINI TERK ETMEK…

2 Ekim’deki seçimlerde Bolsonaro’nun 4 yıllık mirasıyla PT’nin 13 yıllık bilançosu yarıştı. Lula seçimlerde kitleleri heyecanlandırabilecek herhangi bir sosyal veya ekonomik program sunmadı. Merkez sağdan radikal sola “beş benzemez”i bir araya getirerek kurduğu Geniş Cephe, kendisini Bolsonaro karşısında “ehven-i şer” olmakla sınırlandırmıştı. Lula kampanyasının temel sloganı Bolsonaro karşısında “kullanışlı oy” çağrısıydı. Türkçe karşılığıyla “ölümü gösterip sıtmaya razı etme” politikası belli ki ilk turda başarıya ulaşmamış görünüyor.

2 Ekim seçim sonuçları otoriter yönetimler karşısında nasıl bir siyasal strateji izlenmesi gerektiğine ilişkin önemli deneyimler barındırıyor. Yakın zamanda bir benzerini Macaristan’da gördüğümüz gibi baskı ve sömürü sisteminin kendisi yerine yalnızca “otokrat”ı karşısına alan ruhsuz ve sinik kampanyalar ve siyaseti seçim aritmetiği ve sandıkla sınırlayan politikalar aşırı sağı geriletmeyi başaramıyor. Düzeni “sağdan ve soldan” yeniden üreten alternatifler yerine, bu kesimlerden bağımsız bir “emek ve özgürlük ittifakı”na, kitleleri edilgen seçmenler yerine siyasetin öznesi haline getirecek bir seçeneğe duyulan ihtiyaç, Brezilya’dan Türkiye’ye tüm dünyada daha da belirgin bir hale geliyor.

Öne Çıkanlar