Cüneyt Arkın ve 'Twitter Meydan Muharebeleri'

Cüneyt Arkın ve 'Twitter Meydan Muharebeleri'
Hayran kültürü, popüler kültür ve kitle kendisini sosyal medya aracılığıyla yeniden yaratıyor. Yeşilçam nostaljisi ve star kültürü altında ezilen sayısız ‘küçük hayatlar ve insanlar’ var.

Hüseyin KAYA*


Sinema alanındaki akademik çalışmalarda yazarın nesnel olması gerektiği özellikle vurgulanmaktadır. Çünkü film izleme etkinliği içinde olan araştırmacı aynı zaman da bir izleyicidir. Dolayısıyla kendisini duygulara kaptırmamalı ve hatta filmin sağladığı katarsisten özellikle kaçınmalıdır.

Bu konuda sıklıkla dile getirilen eleştirilerden biri de film çalışmasının, gazete yazısından farklı olması gerektiğidir. Bu çalışmalarda öznel ifadelere yer verilmez ve gereksiz bilgi aktarımı istenmez. Bilimsel üslubun ve yöntemin dışında, kişisel gözlem ve deneyim sadece bir deneme olarak nitelendirilebilir. Bu yazıda bu yapılmaya çalışılacaktır.

Sosyal medyanın getirdiği olanaklarla birlikte, 1970’lerde ivme kazanan ‘kamusal alan’ tartışmalarına geri döndük. Negt ve Kluge, "Kamusallık ve Tecrübe" isimli kitaplarında ‘yeni medya’ kavramını kullanan ilk araştırmacılardan oldular. Erving Goffman ise günlük hayat içinde insan ilişkilerini, katılımcı gözlemci olarak "Etkileşim Ritüelleri" isimli kitabında topladı. Bilim ve felsefenin neredeyse hiç değişmeyen en önemli teması hâlâ insan ve onun karmaşık ilişkileri. İçinde bulunduğumuz dijitalleşme sürecinde ne kadar insan olarak kalabileceğimiz ise bir soru işareti.

2007 yılında halka arz edilen Facebook, sonrasında Twitter, Instagram, Tiktok gibi uygulamalarla her geçen gün dijitalleşiyoruz¹. Artık her kavramın başına dijital konularak, tekrar tartışmaya açıldığı görülüyor. Dijital emek, dijtal etnografı (netnografi), dijital yurttaşlık, dijital etik (netik)…

Derin öğrenme ve yapay zekâ arasında kendimizi dijital olarak gerçekleştirebilmek için çırpınıyoruz. Alman filozof Kracauer’in 1960 yılında yayınlanan "Film Teorisi" isimli kitabı, "Fiziksel Gerçekliğin Kurtuluşu" alt başlığını taşıyordu. Sanırım bu kaybettiğimiz bir savaş oldu. 

Bu yazı Cüneyt Arkın’ın ölümü üzerine hissedilen duygu karmaşasıyla kaleme alınıyor. Fakat dijital çağın getirisi olan yanlış anlaşılma endişesinden dolayı çeşitli tartışmalara değinildi. Sürekli olarak her konuyla ilgili fikir belirtme ihtiyacı içindeyiz. Twitter’ın yarattığı şok etkisiyle, kendimizi her gün bir tartışmanın içinde buluyoruz. Sürekli haklı olmak istiyoruz ve kimseyi dinlemek için zamanımız yok. Alternatif bir medya olarak, bilgiye ulaşmak için kullandığımız bu mecralar aynı zamanda ticari kuruluşlar. 

Hatta Zuboff’un "Gözetleme Kapitalizmi Çağı" kitabına bakılırsa artık kapitalizm denilen şey (ikinci modernite), GAFAM (Google, Amazon, Facebook, Apple, Microsoft) olarak adlandırılan bu beş büyük kuruluş. Ne derece bilinçliyiz? Ne derece sorgulayıcıyız? Aslında tartışmaya bu noktadan başlamak lazım. Dijital medya okur yazarlığının bize kazandıracağı en önemli özellik bilinçli kullanım olmalı. 

Cüneyt Arkın’ın ölümünden hemen sonra binlerce kişi üzüntüsünü dile getiren paylaşımlar yaparken, diğer binlercesi de onun politik tutumu ve özel hayatını eleştiren twitler attılar. Özellikle T24’te yer alan Türker İnanoğlu röportajı hemen gündeme geldi. "Cüneyt Arkın içtiği zaman agresif ve tecavüzkâr olurdu, karakollardan toplardık" isimli röportaj 2018 yılına ait. Ölümün hemen ardından bu röportajın gündeme gelmesi gecikmiş bir yüzleşmeye işaret. Toplumsal hafıza ve bellek eril tahakküm örnekleriyle dolu. Kadın hakları mücadelesi veren kullanıcıların inisiyatifiyle şekillenen bu yüzleşme hali, ne yazık ki tüm kullanıcılar tarafından benimsenmiyor.  

Sosyal medya kullanıcı davranışları bir tarafıyla etkileşim bağımlılığı, bir tarafıyla da istenmeyen karşılaşmaların yaşandığı bir alanda gerçekleşiyor. Hayran kültürü, popüler kültür ve kitle kendisini sosyal medya aracılığıyla yeniden yaratıyor. Yeşilçam nostaljisi ve star kültürü altında ezilen sayısız ‘küçük hayatlar ve küçük insanlar’ var.

Oyuncu performansının ve özel hayatın ayrı tutulması gerektiği ise ayrı bir konu. Yılmaz Güney hakkında tartışma literatürü buna en güzel örnek. Sanatçı ve onun eseri hakkındaki düşüncelerimiz farklı olabilir. 1964 yılında Halit Refiğ’in yönettiği, Gurbet Kuşları’yla aktörlüğe başlayan Cüneyt Arkın’ın Yavuz Özkan imzalı Maden (1978) filmi bu süreçte sıklıkla anıldı. 


¹ Günümüzün en yeni teknolojilerinden olan mobil işletim sistemi adını 18. yy.da Aydınlanma düşünürü d'Alembert’in Ansiklopedi’deki android (makine insan) maddesinden almaktadır (Kang 2015: 153). Eski Yunanca automaton kavramı kendi kendine hareket eden anlamına gelmektedir (Kang 2015: 17). Kavram buradan Latinceye automat olarak geçmiştir (Alova, 2013: 54). Marx kendiliğinden hareket eden ütopik makine perpetuum mobile (devri daim) (2004a: 387), (2004b: 434) ve dei ex machina (Makine ile gelen tanrı) (2004b: 406) kavramlarını kullanarak ilk çağlardan beri insanın makine ile olan ilişkisini örnekler.Teknolojinin son derece geri olduğu bu dönemlerde makine ile ilgili bu tasvirler Hephaestus, Daedalus(2004a:392) mitolojisinden kaynaklanır.


*Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Doktora Öğrencisi

Öne Çıkanlar