Depremin 1. Yılı: Hatay’da kötülüğün itirafı, Türkiye’de karanlığın hesabı

Depremin 1. Yılı:  Hatay’da kötülüğün itirafı, Türkiye’de karanlığın hesabı
Erdoğan’ın, Hatay'da yaptığı konuşma, tarihin gördüğü ve göreceği en çarpıcı itiraftır. Sadece yapılmayanın itirafı değil, ayrımcılığa övgüdür. Sadece o da değil, yerel seçimlerde AKP adayının desteklenmesi için bir tehdit, bir tür siyasi şantajdır.

Ender İMREK


Depremin 1. Yılındayız. Tarihin en büyük yıkımını yaşadık.

Ancak 6 Şubat 2023’ün üzerinden 365 gün geçmiş olsa da acılar dinmedi, çoğaldı.

Özellikle Hatay…

Hatay acının yatağı oldu. Asi nehriyle, farklı kimliklerden, farklı inançlardan halkın ortak kadim tarihsel kültürel zenginliğiyle ünlü şehirde depremin yaralarının sarılması bir yana, depremden kurtulanlar için, ölenlerden geride kalanlar için iktidarın zulümle eş anlamlı kayıtsızlığıyla, ayrımcılığı ve adaletsizliğiyle acılar katmerlendi.

KISA BİR HATIRLATMA YAPALIM

6 Şubat 2023’te art arda iki deprem yaşandı. 11 ili kasıp kavuran deprem, büyük yıkım ve acı yarattı. Resmi rakamlara göre 50 bin 783 kişi yaşamını kaybetti. 2018’den 2023 Mayıs seçimlerine kadar Çevre, Şehircilik ve İklim Bakanlığı da yapmış olan Murat Kurum birkaç gün önce “130 bin canımızı kaybettik” dedi. Sonraki günlerde, bu rakamın tüm Cumhuriyet tarihi boyunca yaşanmış depremlerdeki kayıpların sayısı diye izah etti. Bilmiyoruz! TÜİK enflasyon rakamları gibi, Covid dönemi kayıpları gibi, 2023 depremi kayıpları da şüpheli kaldı.

Resmi verilerin denetlenemediği bir iktidar bu. Canlı kurtarma için ilk saatler, ilk 3 gün hayati idi, bu ilk 3 gün hiç bir arama-kurtarma yapılmayan yerler oldu. Yollar kapalı kaldı, Hatay havaalanı kullanılamaz hale geldi. Valiler, AFAD, Kızılay saatlerce değil, günlerce hareketsiz kaldı. Ama OHAL ilan edip, halkın sesini kısmakta çok hızlı davrandılar. Hatta karda kışta, canını dişine takıp yollara düşüp enkaz altındakilere yardıma koşan yakınlarını, gönüllüleri, sağlıkçıları şehir dışında bekletip, interneti bile yavaşlatıp en acil yardımı engelleyebildiler. 99 depreminde kurtarma çalışmalarına katılan asker, bu kez sahada hemen hemen hiç yoktu. Deprem bölgesindeki halk perişandı, feveran ediyordu. Açlık çekti, elektriksiz, susuz kaldı, günlerce açıkta kaldı. Hatta Kızılay yetkilileri görevleri gereği temin etmek zorunda oldukları çadırları parayla satıp, bunu normalleştirebildiler. Halkın gönüllü yardımlarına dahi el konuldu, engellendi.

İKTİDAR VE MEDYASI EL ELE VERDİ

İktidar ve onun güdümündeki medya gerçekleri tersyüz etmek için çok çaba sarf etti. Onlara göre ne ihmal, ne perişanlık, ne açıkta kalma vardı. İktidarın yaşanan yıkımda hiç bir sorumluluğu yoktu, tek suçlu depremdi. "Asrın felaketi" yaşanmıştı, "kader"di başa gelen. Adıyaman İsias otelinde saatlerce kurtarılmayı bekleyip dakika dakika ölüme sürüklenen, "kimse yok mu?" soruları karşılıksız kalan acılı babaların, kardeşlerin, annelerin, komşuların enkaz kaldırmaya yetmeyen çırpınışları, yardım çığlıkları havada asılı kaldı. 10. gününde dahi sağ kurtarılanlar oldu. Organize ve etkili bir kurtarma çalışmasının yokluğunun, ölümlerin artmasına neden olduğu; bu sorumluluğun da devleti, kurumları yönetenlere ait olduğu açık. Ama, Çorlu'da, Hendek'te, Soma'da sorumluların yargılanıp cezalandırılmadığı gibi, bu depremdeki kayıpların sorumluları da yargılanmayacak biliyoruz. Zaten Baroların, hukukçuların yetkililer hakkındaki suç duyurularının işleme bile konulmadığının haberleri düşüyor haber bültenlerine.

Depremden sonra geçen 1 yıl içinde yaraları sarmak bir yana acıları, yokluğu, yoksulluğu yöneterek AKP'nin seçimlerden güçlü çıkmasını koordine etmekle uğraştılar. Gazeteciler hedefe konuldu, gerçeği yazan, çizen, gösteren, belgesel yapan, iniltilerin duyulmasını sağlayanları düşman ilan ettiler, gözaltına aldılar, davalar açtılar, yargılamalar sürüyor.

Depremin kayıp ve yıkım tablosunu tam olarak bilemiyoruz. Kayıplarla ilgili erişilebilir bilgiler yok, şüpheli. Ancak, depremin yıldönümü yaklaşırken Erdoğan, bir gerçeği hiç bir şüpheye yer vermeyecek biçimde itiraf etmiş oldu. Depremde en büyük yıkımın yaşandığı Hatay’a devlet yardımı gitmemişti. Diğer 10 İlde nelerin yapılıp yapılmadığı da tartışılır ancak Hatay için hiçbir şeyin yapılmadığı en yüksek mevkiden itiraf edildi. Erdoğan, 31 Mart’ta iktidarın adayı desteklenmezse hiçbir şeyin yapılmayacağını da ima ederek bir siyasi tehdit savurmuş oldu.

HATAY’A AYRIMCILIK İTİRAF EDİLDİ

Hataylılar yaşıyordu, her yerde konuşuluyordu; özgün kültürel ve inançsal yapısı nedeniyle özel bir ayrımcılık yaşadığını düşünüyordu Antakya ahalisi. Ancak iktidarın en tepesindeki Erdoğan olup biteni açık ve net olarak ifşa etti.

“Merkezi yönetimle yerel yönetim el ele vermezse…”

Bir itiraf ki acı dolu.

Bir itiraf ki kan dondurucu.

O itiraf ki, Hatay halkına yaşatılan acıyla, zulümle övünen iktidarın gerçek yüzünü orta yere serdi.

O sözler ki hem itiraf, hem tehdit ve siyasi şantaj yüklü.

KÖTÜLÜK NASIL BU KADAR CESARETLE SAVUNULABİLİR

99 Gölcük depremi, iktidarların depreme hazırlık konusunda dersler çıkarmasını gerektiriyordu. 17 Ağustos 99'da devlet de depremin yıkıntısı altında kalmıştı. Halk büyük bir dayanışma örgütleyerek kendi yaralarını kendisi sarmıştı.

99 depreminden sonra deprem vergileri konuldu, yapı yönetmeliği değişti, AFAD kuruldu. Sözde hiç bir şey eskisi gibi olmayacaktı. Yapıların doğru zeminde, depreme dayanıklı yapılmamasından; deprem sonrası acil arama-kurtarma, barınma, beslenme ihtiyaçlarının karşılanmamasından iktidar ve belediyeler birlikte sorumlu. Bunların yapılmaması halka karşı işlenmiş suç.

2002 yılından bu yana kesintisiz AKP iktidarı var. Bu sürede Belediyelerin bir çok yetkisi merkezi iktidara verildi, depremin yıktığı 11 ilin çoğunda Belediye yönetimleri de aynı partiden. Ama 6 Şubat 2023 depreminde görüldü ki, imar rantını devşirmekle meşgul olan AKP, depremle ilgili denetimleri yapmadığı gibi, imar aflarıyla övünmüştür. Deprem yardımlarının, deprem vergilerinin amaç dışı harcanması da cabası. Bilim insanlarının, mühendis odalarının yıllardır "geliyor" dediği büyük depremler için hiçbir hazırlık yapılmadığı on binlerce insanın canı pahasına görüldü. Ama hiç bir yetkilinin hesap vermediğine, dahası bu yıkımlardan, imar aflarından sorumlu olanların tekrar tekrar yetkilendirilmesine, aday gösterilip oy istenmesine tanık oluyoruz.

Normal olarak, 22 yıllık AKP iktidarı adına konuşan birinin, depremle ilgili eksikliklerden, sarılmayan, kanayan yaralardan dolayı halktan özür dilemesi beklenir. Ancak öyle olmadı.

AKP iktidarının başı Erdoğan'ın sözlerini aynen buraya alalım:

"Merkezi yönetimle yerel yönetim el ele vermezse, dayanışma halinde olmazsa o şehre herhangi bir şey gelmez. Hatay'a geldi mi? Şu anda Hatay garip kaldı, mahzun kaldı."

Erdoğan’ın sözlerinin önü de bu arkası da bu!

Erdoğan bu sözleriyle; “Depremden sonra sizi yüzüstü bıraktık” demek değil mi? Depremden sonra üç gün uğramadıkları Hatay’da söylenen bu sözlerle "bu yerel seçimde gösterdiğimiz adaya oy vermezseniz, sizi cezalandırmaya devam edeceğiz” demiş olmuyor mu?

Bir Cumhurbaşkanı, depremde yerle bir olmuş bir kentte, bir yıl boyunca acılar içinde kavrulup yanmış bir halka bunları nasıl söyleyebilir! Üstelik Anayasanın 10. maddesine göre siyasi-sosyal-etnik-dinsel ayrımcılık yasak. Üstelik, kamu bütçesi de keyfe keder değil, kanuna uygun olarak harcanmak zorunda.

KÖTÜLÜĞÜN CESARETİ

Bu nasıl politika, bu nasıl bir kötülük, bu nasıl cürettir? İnsanın kanını donduran bu sözler, bir ülkenin Cumhurbaşkanı tarafından nasıl söylenebilir! “Benim adayıma oy vermezseniz daha çok acı çekersiniz. İktidarıma biat yoksa hizmet yok, hak yok, hukuk yok” demek değilse nedir bu sözlerin anlamı. “Bizi desteklemezseniz evsiz kalırsınız. Çadırda, konteynırda yaşamaya devam edersiniz. Susuzluk çekersiniz, açıkta kalırsınız, yokluk çekersiniz. Ne eğitim, ne sağlık, ne konut, ne ulaşım…” Ve bu sözler aynı zamanda başta İstanbul olmak üzere deprem bölgesindeki tüm belediyeler için söylenmiş oluyor.

YA İKTİDARIMIZA TESLİM OLUN YA DA ACILARINIZLA BAŞ BAŞA KALIN

Deprem vurmuş, yetmemiş, üç gün boyunca iktidar kılını kıpırdatmamış; yıkıntılar altında can çekişen, inleyen insanları kurtarmak için hiç bir şey yapmamış, ardından bir anda ortalığı kaplayan kepçeleri, dozerleri iş makineleriyle yıkım yapmış, halkı soğuk, yağmur, fırtına altında açıkta bırakmış, çadırlarda, konteynırlarda perişan etmiş; sele, yangına kurban vermiş, yetmemiş bir yıl sonra karşısına dikilmiş, bir kürsüden “ben size hizmet etmedim, etmeyeceğim, etmemi istiyorsanız benim gösterdiğim belediye başkanına oy vereceksiniz, AKP’nin adayını seçeceksiniz” demek nasıl bir vicdandır.

Bu “ya iktidarımıza teslim olun ya da acılarınızla yaşamaya devam edin” demek değişe nedir!

HAZIRLIK YAPILMADI, TEDBİR ALINMADI, RANTÇI POLİTİKALAR SÜRDÜ

AKP'li Belediyelerin çoğunlukta olduğu 11 ilde denetimsiz yapılarda insanlar öldü, yaşadığı evini-işyerini kaybetti, günlerce aç-susuz-çadırsız kaldı. Gelecek için de bir ışık yok, deprem vergileri, deprem yardımları nasıl kullanıldı ve kullanılacak? Depremzedelere konutları ne zaman teslim edilecek belli değil. Şimdi 31 Mart seçimleri için halka bir Deli Dumrul seçimi dayatılıyor. AKP'li adayları seçersen rantçı belediyecilik, yeni depremlerde yine yıkımlar, yine ölümler! AKP adaylarını seçmezsen deprem sonrası yalnızsın, devlet kaynak aktarmayacak, yaralarını kendin saracaksın.

Tarihte acımasızlığıyla anılan çok sayıda kral, padişah, şah vardır. Zulmün, haksızlığın bir iktidar yöntemi haline getirilmesine de tanık olundu, olunuyor. Ancak kötülüğün alkışlatılması da bu iktidara nasip oldu.

Erdoğan’ın, AKP Hatay İlçe Belediye Başkan Adayları Tanıtım Toplantısında yaptığı konuşma, tarihin gördüğü ve göreceği en çarpıcı itiraftır. Sadece yapılmayanın itirafı değil, ayrımcılığa övgüdür. Sadece o da değil, yerel seçimlerde AKP adayının desteklenmesi için bir tehdit, bir tür siyasi şantajdır.

Kürsüde Erdoğan var, kulaklarımız dolusu o sözler:

"Merkezi yönetimle yerel yönetim el ele vermezse, dayanışma halinde olmazsa o şehre herhangi bir şey gelmez. Hatay'a geldi mi? Şu anda Hatay garip kaldı, mahzun kaldı."

Ve

Olması gereken, bu ayrımcılık ve görevini yapmama itirafı karşısında protesto edilmesidir.

Ama olan şu, oraya nasıl taşındılar, kimleri topladılar bilinmese de bu söylem alkışlanamaz. Ne yazık ki izleyici kalabalığın, bu kamusal suç itirafını alkışlarıyla cesaretlendirmesine tanıklık ettik.

Ve Nazım'ın dizeleri dökülüveriyor;

"bu dünyada, bu zulüm senin sayende.

Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer,

... kabahat senin, - demeğe de dilim varmıyor ama -

kabahatın çoğu senin, canım kardeşim! "..

Öne Çıkanlar