Dersim’in teslimi seçen çocukları

Dersim’in teslimi seçen çocukları
Munzur, kelime kökeni olarak bölgenin daha eski uygarlığı olan Ermenice bir terim olarak kabul edilir. Mendzooor teriminden geldiği iddia edilir; ulu, büyük su anlamına gelir.

Hasan HARMANCI*


Toplumların yaşam kaynakları ile kutsalları bir ve aynı olabiliyor. Bu aynı zamanda bereket kaynakları olarak da ele alınabilir. Dersim’in çevre dağlarının ayrı ayrı kutsallaştırılmış tepelerinden, koyaklarından beslenerek bir’lenen Munzur suyu, Peri ve Pülümür çayı gibi nice vadiden akan çaylarla güçlenerek Dersim için olduğu kadar, devamı olan Fırat’a katılarak mitolojisinde ve yaşam kaynaklarında değişime uğrayarak verimli ve bereketli ovaların devamlılığını sağlıyor.

Munzur suyunun yaşam kaynağı olması Munzur Baba üzerinden mitolojik anlatımlarıyla bölgenin inanca ve kutsala dair amacını ve sırlarını da ele vermektedir. Munzur, kelime kökeni olarak bölgenin daha eski uygarlığı olan Ermenice bir terim olarak kabul edilir. Mendzooor teriminden geldiği iddia edilir; ulu, büyük su anlamına gelir. Etimolojik olarak terimin daha eski bir anlamı yoksa, kökeninden de anlaşılacağı üzere, insanlık Munzur’un doğasal enerjisiyle buluştuğunda, onu yüce ve kutsal saymıştır. 

Munzur suyu birçok gözeyle daha çıkış noktasından birleşip hızla bir nehir havasına bürünür. Gözeler dağın içindeki denizden, bir yerden değil de çok yerden faş ederek alenileşir. Dört Kapı Kırk Makam, Munzur gözelerinin aynı kaynaktan ayrı ayrı doğumu ve yine bir olup kâmilleşmesiyle örtüşür. Gözelerin başladığı nokta kutsallığın da merkezidir. Adakların sunulduğu, kurbanların tığlandığı ana nokta gözeler ve çevresidir. Fırat nehrine kavuşuncaya kadar da bu kutsallık noktalarını yitirmez. Munzur dağının zirvelerinde ve eteklerinde Munzur’la ilişkilendirilen birçok nokta itikadın devamı olarak taçlanır. Alevi itikadının merkezi konumunda olan Ana Fatma’nın ve Hızır’ın makamları da Munzur yakınında, vadi çevresinde bulunmaktadır.  Munzur’un suyu da taşı da her noktasında şifa ve bereket kaynağıdır.

Munzur suyuna taş atılması ikrar vermekle bir ve aynıdır. Munzur’a atılan taşlar ikrardır, verilen sözden, adanan adaktan dönmemektir. Munzur Yol’u, Hakk’ı, Hızır’ı temsil eder. Dersim Katliamı öncesinde birlikte ve ortak hareket etmenin, dayanışmanın, ihanet etmemenin, direnişin simgesi Munzur’a atılan çakıl taşlarıyla kararlaştırılmıştır. Munzur’un kerameti ikrarları mühürlemesindedir.

Düzgün Baba’nın kerametiyse, kışın dahi hayvanları besleyecek yeşillikler barındırmanın, Hıdır/Hızır olmanın yarenliğidir.  Haksızlığa uğramış insanın "davamı Düzgün Baba’ya bıraktım" demesi, onun koruyuculuğuna sığınılması, adaletiyle zorda olanın yareni görülen Hızır’ın kapısı, rahmi ve rahmanı olmasıdır. Düzgün Baba zirvelerine evlatlar versin diye ziyarete çıkılır. Dersim’de Düzgün, Hıdır adının çokluğu bundandır. Onlar Düzgün Baba’ya, Ana Fatma’ya, Munzur Baba’ya ya da tümüyle Hızır’a; ab-ı hayata adanmış evlatlarıdır. Evlat, ocağın sönmeyen ateşi misali Dersimli’nin ikrarı, nişanı, "teberik"i, doğaya sığınmanın belleği, bereketidir.

Munzur Baba’da, Düzgün Baba’da çobandır. Keçileri, koyunlarıyla yaşayan halk bilgeleridir. İkisinin hikayelerinde de benzerlikler söz konusudur. Ortak erdemler işlenir. Munzur Baba oluşturduğu heybetli gözelerinde sırra kadem basar. Baba Düzgün’ün ise ihtişamlı tûjikleri/tepeleri, kayalıkları vardır. Düzgün Baba’da, Munzur gibi dağın içine doğru sırra kadem basar. 

Alevilerin Kaybı, Kayıp Sırrı

Alevilerin gözünde Munzur suyunun, Baba Düzgün’ün bereketli yaratıcılığının döngüsü gittikçe değişmiştir. İslami literatüre doğru çekilmeye başlanan mitolojisi, Hızır’ı, ritüelleri, söz dağarcığı toplumsal bir yanılmadan öte, Aleviliğin İslami ilamlarla hükümlenmeye başlamasıdır. Bu nedenle belleği olan mitolojisinde de değişiklikler gittikçe artmaktadır. Bu aynı zamanda Düzgün Baba makamları yakınlarına kurulmuş olan ziyaret noktalarında, Cemevlerinde de örgütlenen bir durumdur. Dersim’in toplumsal aidiyetlerinin Düzgün Baba ve Munzur Baba kerametlerine bağlı olarak yapılanan gelenekleri üzerinden yürütülen itikatların hızla İslami simge ve ritüellere bulandırılıyor.  Munzur mitolojisindeki "hac" motifi bu sürecin toplumsal olarak kabulü yanında, arketipinin/ilk halinin ne olduğunun kaybıyla da sonuçlanmıştır. Ritüel ve adak geleneği içinde su tapınımlarının nasıl sürdürüldüğünün belli olmasına karşın, çocuklara Munzur ve Düzgün, Hıdır vb. adlar verilmesiyle de simgesel boyutu anlaşılmaktadır. Ancak inançsal olarak toplumsal kopuşun hızlanması gönüllerdeki dilin susmasına ve egemen İslami kaidelere göre üretilmesine neden oluyor. Osmanlı’nın, Cumhuriyet’in katliamla başaramadığını Dersimli kendi eliyle, diliyle gerçekleştiriyor.

Munzur suyunun üzerinde kurulan ticari rekabet gelecekte pazar açısından daha da değerli olacağını gösteriyor. Dersim’in neredeyse her tepesine kurulmuş olan kalekollarla Düzgün Baba’nın nefessiz bırakılması birleştirildiğinde ise ritüellerin neden terk edilmeye başlandığını hikâyesini belirliyor. Sadece ziyarete giden patika güzergâhları ile gittikçe sınırlanan Düzgün Baba kendiliğinden bir sinmişliğin içine çekilirken, Munzur suyu da nice yerinden sondajlanarak bir yandan yaralanıyor bir yandan da doğası değişiyor.

Dersim Düşerken

Alevi geleneğinde önemli iki unsur olan yüksek tepelerin ve su kaynaklarının kutsallaştırılması doğa takvimine bağlıdır ve bu tapımlar Hızır ile birleşerek yaşama taşınır. Ancak doğa takviminin takip edilmesi neredeyse tükenmek üzere. Dersim, Alevi yaşam alanının güçlü simgeciliği ve simgelerin mitolojiyle ilişkilenmiş sırrı, kerametlere yüklenilmiş olan inançsal varlıkları zamanımız insanının insafsız sömürü araçlarına teslim olmuş.

Bölge mezarlarında inançsal kirlenmenin bilinçli-bilinçsiz arttığını, arttırıldığını görebiliyoruz. Üstelik bu mezarların kadim mezarların terk edilerek hemen yeni İslami mezar geleneği şeklinde oluşturulmasıysa ayrı inancını terk etme örneğidir. Geçmişin tüm izlerinin, simge ve anlatımlarının hızla silinmesi için görünür-görünmez bir karşı duruşun özendirildiği, örgütlendiği, hizip bir İslamcılık kalıbı temellendiriliyor. Taş işçiliğin yegâne örnek ve simgelerinin mezar taşlarından fışkırdığı Dersim, şimdi bilinçli bir İslami "el fatiha"yla donanıyor. Düzgün Baba adına kurulmuş olan Cemevi kütüphane rafları Düzgün Baba adının geçtiği gülbankler, ritüeller silinerek İslami ilmihaller, Yasin vs kitapçıklarıyla doldurularak dini İslam’a ve şeriatçı misyonerlerine mahkûm edilmiş durumdadır.

Dersim’in niyaz makamları Alevi bilincinin, düşünme duygusunun tümüyle ranta tevdi edildiği, ikram, adak, kurban gibi öznelerin bağışa, bahşişe çevrilip iç edildiği hanelere, hanlara çevrilmiş. Alevi inancının bariz sömürü ağının anlaşıldığı mekânlar durumundaki Cemevlerinin toplumsal hizmet adı altında amaçsız kalışı, inançsal tersyüz oluşla bozulmaya uğradığı günübirlik turistik ziyaret ve gezginlere yönelik tutumlardan da anlaşılıyor.

Alevi itikadının, ikrarının en yüksek yabancılaşmasının Munzur’a, Düzgün Baba’ya ulaşması, Aleviler için gidilecek mekânın, sığınılacak yerin kalmadığını gösteriyor. Mihmanın duygudaşlık üzerinden maddi ve manevi sömürüye tabi tutulduğu bu yeni tip "gösterici" Alevicilik, Hızır’ını bu diyarlarda yitirerek çıkarlarla örülü minnet etmeye esir oldu. Alevi dilinin, adak ve ritüellerinin unutulduğu bu arınma merkezleri kapitalin dilini, soygununu kullanarak kendini yeniden üretiyor. Düzgün Baba’nın evcilleştirilemeyen çengel boynuzlu dağ keçileri gibi yorgun ve kendi özüne dönmek için ziyaretlerine niyaza gelen insanları umarsızların, paragözlerin eline düşüyor. Munzur gözeleri pazara dönüşmüş çevresindeki çöpe, kirliliğe direnemeyince dipten çekilmeyi, susmayı seçiyor.

Yıkananın arındığı gözelerin, yalınayak çıkanın ikrar tazelendiği tepelerin dili olsa Hızır’ın, Ana Fatma’nın, Sarı Saltuk’un, Derviş Cemal’in, Cemal Abdal’ın, Baba Kureyş’in, Baba Mansur’un çığlığını dünyanın her yerine yayılmış inananına, musahip evlatlarına, adı Munzur, Hıdır, Fatma, Düzgün ve daha nicesi olmuş evlatlarına duyabilseydi. Her gözesi, zirvesi birer hac merkeziyken şimdi gezi yerine, piknik yerine, bağış ve bahşiş kutusuna dönüşmesi Alevilerin gönül yolculuğunun da sonuna işaret ediyor. İnsansız ve amaçsız gezilere dönüşen yeni bir itikat doğuyor. Taşa niyaz yerine dokunma, suya niyaz yerine suyla oynaşma, çerağı gülbankle uyarma yerine, gülbanksız mum yakma bütünlüğü içerisinde bir toplum çoraklaşıyor. Ne muhabbetsiz, tarıksız, asasız kalan Düzgün Baba dağlarında ne de Munzur Baba gözelerinde Mansur’un darına kalkacak ne cesaret ne de güç bırakıyor. "Önü yar, ardı Zülfikar" olan dağlar, "ne işittiysen, duyduysan onunla dile gel", "Darda zorda kalanın yareni, koruyup, kollayanı Baba Düzgün olsun" diyen meydanlar bir bir kapanıyor.

Yaşla-kuruyu, iyiyle-kötüyü, ikrarlıyla-ikrarsızı Munzur Baba gözelerinde, Düzgün Baba tûjiklerinde bir arada yaşatabilmek mümkün olur mu? İki inancı değil onlarca inancı koynunda saklayan dağlar, taşlar teslim olmuşçasına İslam’ın sancağını açıyor. Dersim’in yeşil çuhalara sarılı tarıkları, asaları bir bir sırlarını yitirirken, yeşil çuhalı takkeleri, kitapları Meydanlarına doluşmakta.

Dersim’in Yol ve ikrarını, kadim mirasını kim terkeyledi bir bilen var mı? Dersim’in çocukları neye teslim olduklarını görebiliyor mu?

Aşk ile.

 

* Sosyal Antropolog

Öne Çıkanlar