Faizsiz ekonomi politikası önerisi -3: Faiz yerine maliye politikası
Dr. İlhan Döğüş
Faiz bir bölüşüm aracı ise, o halde faizi bir yere park etmek ve faizle çok oynamamak, faizle oynama gereği duymayacak bir ekonomi politikası tasarımı gerek. Daha açık bir ifadeyle istihdamı da enflasyonu da hatta cari dengeyi de maliye politikasıyla dönüştürmek ve kontrol etmek çok daha efektif ve mümkün.
Yukarıda kabaca özetlediğimiz üzere aslında ana akımın bize söylediği gibi işsizlik ve enflasyon arasında bir tercih yapmak durumunda değiliz. Tam tersine işsizlik oranındaki artışın enflasyonu yukarı yönde itmek gibi bir etkisi var. Kamu yatırımları aracılığıyla hem istihdam hem de özel yatırım tetiklendiği ölçüde ölçek ekonomisinin avantajları sayesinde birim maliyet düşürülerek enflasyon baskılanırken, işsizlik de pekala indirilebilir.
Maaş artışları kendisinden daha büyük verimlilik artışını tetiklediği ölçüde enflasyon yaratmazlar. Böyle bir verimlilik artışı ise sermaye-yoğun üretimde daha mümkün. Ayrıca maaşlar örneğin Türkiye'de maliyetlerin yaklaşık %23’üne denk geliyorken tüketim harcamalarının %58’i kadar. Keza bir firmanın işçisine ödediği maaş, başka bir firmaya hasılattır. Dolayısıyla maaş, maliyetten çok bir talep kaynağıdır ve maaşlar arttığı ölçüde tüketim harcamalarının da gıda, barınma gibi enflasyonist ürünlerden talebi arttığında üretimi arttırılan dezenflasyonist dayanıklı tüketim mallarına doğru kaymasını sağlar. Öte yandan maaşlar firmaların maliyetlerinin %25’ine denk geldiği için ‘maaş artışı kadar fiyat artışı olacağı’ iddiası da gerçekçi bir argüman değildir. Örneğin maaşlar %20 artırılırsa ve maaş artışı olduğu gibi fiyatlara yansıtılacak olursa, 0.25x0.20, fiyatlar %5 kadar artar.
Maliye politikası sayesinde enflasyonu düşürmenin bir diğer yolu da ulaşım, sağlık, eğitim gibi aslında temel hak olan ve talebi esnek olmayan bu hizmetlerin kamu tarafından ücretsiz veya çok ucuz ama kaliteli sağlandığı takdirde yine tüketim harcamalarının kompozisyonunu dezenflasyonist dayanıklı tüketim mallarına doğru kaydırarak işsizliği azaltmak ve enflasyonu da bastırmak mümkün. Ayrıca vergi gelirleri içerisinde dolaylı vergilerin payı düşürülerek KDV ve ÖTV'nin tetiklediği enflasyon bertaraf edilebilir. Zaten Türkiye'de bütçe açığının enflasyona katkı sunması, bizatihi bütçe açığının kendisinden dolayı değil, ana akımın dayattığı denk bütçe hedefi ve dolaylı vergilerin payının yüksek olmasından dolayıdır. Zira başta ABD ve Japonya olmak üzere birçok ülkede bütçe açığı enflasyonu katkı sunmamıştır. Kamu yatırımları aracılığıyla ihracatın sermaye ve teknoloji yoğun sektörlere yönlendirilmesi sayesinde cari açığın yapısal problemlerin üstesinden de gelinebilir. Bu konuyu geçen sene Aralık ayında yazmıştım.
Faizin kur üzerinde kur korumalı mevduat (KKM) uygulamasının devreye girdiği 2021’in Aralık ayına kadar Türkiye’de bir etkisi vardı, fakat bu etkinin yabancı sermayenin çıkışını tetikleyen asıl faktörler olan politik ve ekonomik yapısal belirsizlikler devam ettiği sürece geçici olduğunu da vurgulamak gerek. Keza Arjantin ve benzeri birçok ülke, faiz artışı sarmalına girmiş durumda. Ocak 2022’de %38 olan politika faizini Arjantin merkez bankası bugün %75’e çıkarmış durumda fakat ne kur ne de enflasyon baskılanmış durumda. Türkiye'nin Avrupa Birliği’ne üyelik hedefi çerçevesinde demokratikleşme yönünde yaptığı reformlar sayesinde kazandığı istikrar ve güvenirlik, ABD ile olan faiz farkının o dönem %5 olmasına rağmen Dolar-TL kurunun baskılanmasını başarmıştır. Fakat yakın zamana kadar ABD ile faiz farkı %20 civarında olmasına rağmen kur baskılanmış değil ve o eski yılların çok çok üzerinde bir kur düzeyi mevcut bugün.
Zaten Arjantin ve benzeri ülkelerin girdiği faiz sarmalına ana akımcı iktisatçıların çok övdüğü Naci Ağbal'ın merkez bankası başkanlığı döneminde de girilmişti. Türk merkez bankası faiz artırdıkça evet Dolar-TL kuru düştü fakat sonra tekrar yükseldi ve tekrar faiz artırmak durumunda kalındı. Yani açıkça faiz artışının kur üzerindeki etkisi geçici ve her seferinde daha fazla faiz artışının sürekli talep edildiği bir noktaya giriliyor.
1980 sonrasında özelleştirmelerle bütçe açığını azaltmak için kamu harcamalarını kıstılar fakat tam tersi oldu bütçe açığı arttı. Çünkü özellikle mali çarpan etkisi daha yüksek olan kamu istihdamı ve kamu yatırımının kamu harcamaları içindeki payı düştüğü ölçüde vergilendirilecek gelir de azaldığı için bütçe açığı azalmak yerine arttı. Nihayetinde kamunun harcadığı her bir para, tüm ekonomik sirkülasyon içinde dolaylı ve direk vergi olarak vergilendirilir.
BÜTÇE AÇIĞI FAİZ ARTIRIR MI?
Yine de ‘bütçe açığı faiz artırır mı?’ ve ‘açık nasıl finanse edilecek?’ sorularına gelelim. Öncelikle burada bütçe açığına faiz artıracağı için karşı çıkanların merkez bankasından faiz artırmasını talep etmelerindeki çelişkilerini vurgulayalım. ‘Faiz piyasada mevduat arzı ve kredi talebi tarafından içsel olarak belirlenir ve merkez bankası faizi değil para miktarını belirler’ deyip merkez bankasından para miktarını kısmalarını değil faizi artırmalarını talep etmeleri de bir tuhaf diğer çelişkileri. Bütçe açığı faiz artırmaz çünkü bütçe açığı hükümetin vergi olarak toplandığından daha fazla piyasaya para sürmesi demek. Yani aslında özel sektörün tasarrufunu artırır, azaltmaz. Çünkü Hazine harcadığı anda para yaratır, tıpkı bankaların kredi verdiğinde mevduat yaratmaları gibi. Yani Hazine’nin harcaması için önceden piyasadan vergi veya tahvil yoluyla para toplamasına gerek yok.
Kamu harcaması için kısıntı, finansman kısıntısı değildir. “Bunu nasıl finanse edeceğiz?”, “Parayı nereden bulacağız?” gibi sorular gerçekle örtüşmüyor. Kamu harcamaları için asıl kısıt, erişilebilir sermaye, emek ve doğal kaynak gibi kaynaklardır. Zaten rakamlar da gösteriyor ki, bütçe açığının çoğu zaman üzerinde bir kamu borçlanması söz konusu. Hatta bütçe fazlası verildiğinde bile kamu borçlanması yapılmakta.
Yani ne vergiler ne de kamu borçlanması, kamu harcamalarını finanse etmek içindir; tahvil faizlerinin kontrol edilmesi amaçlıdır. Eğer uzun vadeli tahvil faizlerini olması gerekenden düşük olduğunu düşünüyorsa Hazine, uzun vadeli tahvil ihraç ederek bu tahvillerin miktarını arttırıp fiyatını düşürme suretiyle faizlerini artırır. Fakat kısa vadeli faizlerin olmasını istediğinden düşük olduğunu düşünüyorsa kısa vadeli tahvil ihraç ederek kısa vadeli tahvillerin faizini artırır. Eğer uzun vadeli tahvillerin faizini düşürmek istiyorsa da, Amerika, Avrupa ve Japonya'da olduğu gibi Miktarsal Genişleme (quantitative easing) çerçevesinde, merkez bankaları piyasadan tahvil satın alarak tahvil fiyatını artırıp tahvil faizlerini düşürür. Ya da Türkiye'de olduğu gibi merkez bankası bankaları tahvil almaya zorlar ve tahvil faizlerini düşürür.
YARIN: Politika ve kredi faizlerini artırmadan tahvil faizlerini artırmak