Heterodoks iktisat nedir? -2

Heterodoks iktisat nedir? -2
Anaakım ekonomistlerin yaklaşımın birçok konudaki yanılgılarının sebebi, kapitalist ekonomiyi bir ‘takas ekonomisi’ sanması ve yatırımın özünde bir finansal karar olduğunu kavrayamamış olmasıdır.

Dr. İlhan Döğüş


Ekonomik krizin talep eksikliğinden veya arz fazlasından kaynaklandığını söylemek, aynı şeyi söylüyor gibi görünebilir. Nihayetinde talep arzdan azdır. Fakat bu, krize verilecek cevabın da belirleyicisidir. Eğer talep eksikliği derseniz, talebi artırmaya yönelik politikalar önerirsiniz; eğer arz fazlası derseniz, arzı kısmaya dönük politikalar uygularsınız. Anaakım yaklaşım, maliyetleri ve vergileri düşürmenin kârları arttıracağından yatırımları ve dolayısıyla büyümeyi tetikleyeceğini iddia edegelmiştir. Bu çerçevede özellikle 1980 sonrasında kurumlar vergisi düşürülmüş, maaşlar baskılanmıştır.

Ancak gerçekleşenler tam tersine yatırımların artmadığına hatta azaldığına işaret etmektedir. Öyle olmadı çünkü yatırımların temel belirleyicisi, satış beklentisi yani talep düzeyidir. Firmalar, mevcut üretim kapasitelerinin artan siparişlerini karşılayamayacak olduğunu düşündükleri zaman kapasite artışına yani yatırıma yönelirler.

İÇSEL PARA

Anaakım yaklaşımın buradaki ve daha başka birçok konudaki yanılgılarının sebebi, kapitalist ekonomiyi bir ‘takas ekonomisi’ sanması ve yatırımın özünde bir finansal karar olduğunu kavrayamamış olmasıdır. Keynes’in vurguladığı üzere, kapitalizm bir ‘parasal üretim ekonomisi’ olduğu için kapitalist girişimci, ürettiği malı biriktirmek üzere değil, o malı satarak elde edeceği parasal kârı biriktirme motivasyonuyla yatırıma girişir. Dolayısıyla kapitalist ekonomide paranın insanların ürettiği fazlayı birbiriyle takas etmesine olanak sağlayan takas fonksiyonundan daha önemlisi geleceğin belirsizliği karşısında ‘değer saklama’ fonksiyonudur. Bundan dolayı para miktarı üretime nötr yani dışsal değil, içseldir. Daha da açmak gerekirse, üretim miktarının artması için para miktarının da artması gerekir.

Para miktarının içselliğinden kastedilen, paranın bankalarca üretim ve tüketim talebi doğrultusunda yoktan yaratılarak ekonomik sirkülasyona dahil edildiğidir. Para arzının dışsallığından kasıt ise, para miktarının merkez bankası tarafından kontrol edildiği ve bankaların krediyi tasarruf sahiplerinin bankaya koyduğu mevduatlardan verdiğidir. Bu anlayışa göre merkez bankası piyasadaki mal ve hizmet miktarına nazaran daha fazla para basarsa enflasyon dolayısıyla mal ve hizmet miktarının reel değeri değişmeyeceğinden para arzı nötr olarak görülür.

Paranın Miktar Teorisi olarak adlandırılan bu yaklaşımda birçok sorun var. Birincisi para karşılıksız olarak merkez bankası tarafından basılsa bile enflasyon yaratması için, o paranın talebi arttığında üretimi değil fiyatı arttırılan gıda gibi yeniden üretilemeyen ve stoklanamayan ürünlere akması lazım. Bu istisnai bir durumdur fakat bu teoride genelleştirilmektedir. Oysa o talep, stoklanabilen ve yeniden üretilebilen dayanıklı tüketim mallarına akarsa fiyattan ziyade üretim artar.

İkincisi, o parayı alanlar kredi borçlarını öderlerse toplam para miktarı değişmez çünkü kredi borcu ödendiğinde para yok olur. Yani yaratılan para kadar para yok olmuş olur. Ya da 2007 finans krizi sonrasında Avrupa, Amerika ve Japonya’da olduğu üzere Miktarsal Genişleme (Quantitative Easing) programı çerçevesinde merkez bankalarının bastığı para tasarruf eğilimi yüksek olan üst gelir grubuna aktarıldığından finansal ürünlere akarak finansal varlıkların fiyatını şişirmiş, finans piyasalarında enflasyon yaratmıştır.

Üçüncüsü, Paranın Miktar Teorisi formülüne göre, para miktarı (M) ile paranın dolaşım hızının (V) çarpımı malların ortalama fiyatı (P) ile satılan mal miktarının (T) çarpımına eşittir (M*V=P*T). Yani paranın dolaşım hızı, nominal gayri safi milli hasılanın (P*T) para miktarına bölümü olarak tariflenir. Tarifi gereği paranın dolaşım hızının (V) yerine P*T/M yazdığımızda, P*T=P*T çıkmaktadır. Bu açıkça bir totolojidir.

Örnek verilecek olursa, yolda eczanenin nerede olduğunu soran birisine “bakkalın sağında” cevabını veren birisinin, “bakkal nerede?” sorusuna “eczanenin solunda” demesi gibi bir durum söz konusu. Berraklaştırmak için şunu söylemeli: Bu formüldeki diğer faktörler üzerinden tanımlanmayan paranın miktarı, fiyat düzeyi ve mal miktarı için böyle bir totoloji söz konusu değil. Yani totolojik sorun, paranın dolaşım hızının bizatihi formüldeki diğer faktörler üzerinden tanımlanıyor olmasıdır.

Bu yaklaşımın yanlış olduğunun en büyük kanıtı, Avrupa Birliği ve Japonya’da baş gösteren deflasyon döneminde para arzının azalmamış aksine artmış olmasıdır. Daha önemlisi, ilişkinin yönü para arzından enflasyona doğru değil, enflasyondan para arzına doğrudur çünkü enflasyon arttıkça firmaların ödemeleri gereken hammadde fiyatlarındaki ve ücretlerdeki artış, firmaları işletme sermayesi ihtiyaçlarını karşılamak üzere kredi çekmeye yönlendirir ve her yeni çekilen kredi yeni bir para arzıdır. Ayrıca hane halkları da enflasyonist ortamda fiyatlarının artacağını bekledikleri ürünler için taleplerini öne çekebilirler ve bu sebeple kredi talebinde bulunabilirler.

DIŞSAL FAİZ

Dünyadaki para miktarının %90’ına yakını bankalar tarafından kredi verilerek yaratılan paradır. Bankaların krediyi yoktan verdiğine en güçlü kanıt, bankaların kredi verdiği anda bilançolarını büyütüyor olmalarıdır. Eğer banka krediyi mevduattan yani tasarruflardan veriyor olsaydı, kredi verdiği anda toplam para arzı değişmez bilançosu da büyümezdi. Oysa banka kredi verdiği anda krediyi verdiği kişiye mevduat yazar, yani kredi mevduatı yaratır. Kredi, ekmek ya da gömlek gibi satılacağı umuduyla önceden üretilip paketlenip rafa konulan bir ürün değildir; talep edildiği anda arz edilir.

Bankaların krediyi yoktan yarattığına ikinci önemli diğer kanıt ise, merkez bankalarının faizleri indirdiği anda bankaların da faizlerini indirmesi, arttırdığı anda da faizlerini arttırmasıdır. Eğer kredi mevduattan veriliyor olsaydı, merkez bankası faizleri indirdiğinde bankalar faiz indirmezlerdi ya da indirdiklerinde zarar yaparlardı çünkü daha önce daha yüksek faizle topladığı mevduatı bugün daha düşük faizle kredi olarak verecektir. Fakat aksine kâr yaptıkları gibi kârları içerisinde faiz gelirinin de pay artmaktadır. Amerika’da ise bankaların elinde kredi miktarının çok üzerinde mevduat olmasına rağmen Fed faiz artırdığında bankaların faizleri artırmaması gerekiyordu çünkü anaakımın yaklaşımına göre faiz, kredi talebi ile mevduat arzı tarafından içsel olarak belirlenir ama Mart 2022’den beri Fed faiz artırdıkça bankalar da faizleri artırmakta.

Para arzını dışsal, faizi de içsel gören anaakım yaklaşımın bir diğer çelişkisi ise, anaakımcıların merkez bankalarından para arzını kısıp piyasada belirlenen faizlerin artmasına sebep olmasını talep etmeleri değil, faizleri arttırması yönünde merkez bankalarına baskı yapmalarıdır. Öyle ya, faiz dışsal değil içsel ise, merkez bankalarının da faizi artırmaları değil para arzını azaltmaları gerekirdi. Oysa faizler, kredi yoktan yaratıldığı için piyasada kredi talebi ve mevduat arzı tarafından içsel olarak belirlenmez; merkez bankası tarafından dışsal olarak belirlenir çünkü yoktan yaratılan bir şeyin maliyeti olmaz, maliyeti olmayan şeyin arz eğrisi olmaz.

Para arzının içsel, faizin dışsal olduğunu netleştirdiğimize göre, bir sonraki bölümde enflasyon, işsizlik ve kamu bütçesini tartışabiliriz.

Öne Çıkanlar