Maraş Katliamı’ndan bize kalanlar

Maraş Katliamı’ndan bize kalanlar
Nasıl unutabiliriz; Fadime Boz’un 6 aylık bebeğiyle birlikte öldürülüşünü, Hatice Yılmaz’ın inşaat tuğlalarıyla katledilişini ve diğerlerini...

Medet KAYA


Mekan ve zamanın birbirini tüketmeye çalıştığı bir çağda, genede insan belleğini besleyip harekete geçirme özelliği var.Olan biten her neyse, zihnimize zaman ve mekanı bünyesinde tutarak hatırlanabilir hale gelir. Bazen de olayın kendisi zaman ve mekandan bağımsızlaşarak travmatik belleğin ana unsuru olur. Tıpkı Maraş Katliamı gibi.

Maraş Katliamı, bundan 42 yıl önce 19-26 Aralık tarihleri arasında yaşanır. Katliamın başlangıç tarihini 19 Aralık olarak kabul etsek de bunun öncesi var. Nisan ayında bir kıraathanenin bombalanması sonucu Alevi dedesi Sabri Özkan öldürülür. Katliamdan bir iki ay önce nüfus sayımı, evlerin numaralandırılması gibi gerekçelerle buralarda yaşayan insanların sayısı, politik görüşleri ve  mezhepleri tespit edilmeye çalışılır. Alevilere ait ev ve işyerleri işaretlenir. Bütün bunlar katliamın spontane gelişmediği  ve bir hazırlık aşamasının olduğunun göstergeleri.

19 Aralık günü, Çiçek Sineması’nda daha çok milliyetçi çevrelerce izlenen Güneş Ne Zaman Doğacak filminin gösterimi sırasında bir bomba patlar. Dokuz kişi yaralanır. Bir gün sonra Alevilerin gittiği bir kahvehane bombalanır, iki kişi ağır yaralanır. 21 Aralık'ta sol görüşlü iki öğretmen, Hacı Çolak ve Mustafa Yüzbaşıoğlu öldürülür. Bir gün sonra öğretmenlerin cenazeleri gereksiz bir şekilde hastane yönetimi tarafından bekletilip, cuma namazı çıkışına denk getirilir. Cenaze korteji Ulu Cami'ye yöneldiğinde burada toplanan guruplar cenazelerin camiye gelmesine izin vermez. Taşlarla, sopalarla ve silahlarla cenaze kortejine saldırır. Alevilere ait dükkan ve işyerleri yağmalanıp yakılır. Üç kişinin öldürüldüğü 22 Aralık günü, daha büyük can kayıplarının yaşanacağının önceden habercisi olur.

23 Aralık sabahı, kentte sokağa çıkma yasağı ilan edilir. Bu yasak, ilgili kurumlar tarafında halka zamanında duyurulmaz. Sabahın erken saatlerinden itibaren binlerce insan daha önceden işaretlenen evlere, dükkanlara saldırır. Aralıksız iki gün boyunca saldırı sürer. Bir ‘katliamcı sürüsüne’ dönüşen kitle; yakma, yıkma ve en vahşi öldürme biçimlerine başvurarak bir katliamı gerçekleştirir. Resmi rakamlara göre 111 ölü ve yüzlerce yaralı vardır. 500’e yakın ev, işyeri ve dükkan yağmalanıp yakılmıştır.

Katliamın Buhar Hali

Katliamın, kimler tarafından planlanıp, organize edildiği açığa çıkmaz/çıkartılmaz. Katliamın tüm sorumluluğu saldırganlara ( bir süreliğine) ve kendini savunmak zorunda kalan mağdurlara yüklenmeye çalışılır. Özel Harp Dairesi ( Devletin yeraltı örgütlenmesi) paramiliter örgütlenmeler, siyasi partiler yerelde ihmali bulunan kurum ve kuruluşlar hiç bir zaman sorgulanmaz. Yargılanan sanıkların salıverilmesi zamana yayılır. Mahkeme süreci, saldırganların korunup kollandığı ve mağdurların suçlandığı bir işleyişe dönüşür. Bir bakıma saldırganlara, Tanıl Bora’nın ifadesiyle ‘tahrik olma hakkının bahşedildiği' bir süreç olur. 1991 yılında Yargıtay tarafından mahkemenin kararı bozulur, tutuklu kimse kalmaz.1996 yılında Maraş Katliam davası zaman aşımına uğrar.

Bu kısa kronolojik özetten sonra katliama dair neyi hatırlıyoruz ya da ne hatırlatılıyor bize sorusunu sorabiliriz. Başka bir ifadeyle Maraş Katliamı’nın kolektif belleğinde ne var? Mağdurların, tanıkların anlatımları, belgeseller, filmler, kitaplar, fotoğraflar, mahkeme tutanakları ile kolektif bir bellek inşa edilir. Tarihin, belleği yok etmişliğini göz önüne alırsak 42 yılda bir çok şeyin unutulduğu, en baştan tanıkların çoğunun hayatta olmayışında eklersek katliama dair hatırlama sürecinin çerçevesi daralmıştır. Ama yok olmamıştır. Çünkü kolektif belleklerinin bir kenarında devlet var. Her ne kadar kendi varlık nedenini, sorumluluğunu belirsizleştirmeye çalışsa da ve soyut bir varlık niteliğine bürünse de görmek isteyen görebiliyor.

 Bunda; dava süreci, zaman aşımı, saldırganların korunmaya çalışılması, bir bütün olarak devletin katliamla yüzleşmek istemeyişi. Kıbrıs’a iki saate girebildiğiyle övünen bir devletin bir hafta boyunca Maraş’ta olmayışı. Alevilerin, tarihsel köklerinden bu yana devletin/devletlerin baskıcı ve yok edici yüzüyle sık sık karşılaşmaları gibi sebepler dizisi unutulmaya karşı bir direnci oluşturur. Bütün bunların yanı sıra en çok da Maraş Katliamı’nın adeta bir hatırlatılması olan, Madımak Katliamı’nın yaşanması. Aleviler Maraş’ta neyi gördüyse, Sivas’ta da aynı şeyleri gördü. Devlet aynı devlet; güvenlik güçleriyle, yargısıyla, kurumlarıyla, saldırganlara toleranslı davranma haliyle ve makbul saymadığı kimliklere olan negatif refleksiyle hep aynı. Kendi sorumluluğunu, kendince ürettiği tahrik unsuruna yükleyerek soyutlaşan bir devlet. Saldırganların ‘güruhlaşmaşına’ zemin hazırlayan ideolojik ve dinsel formun üreticisi olarak devlet aynı devlet. Madımak Katliamı bir bakıma Maraş Katliamı’nın kolektif belleğine eklemlendiğini onu yeniden inşa etiği düşünülebilir. Maraş Katliamı’nın mağdurlarda oluşturduğu travmatik belleğin, Madımak’la daha da derinleşip en azından tüm Alevi kamuoyunu kapsayabildiğini söylemek de mümkün. Devlet, Alevilerin Maraş ‘la ilgili bildiği her neyse onun bilinçaltına itilmesine pek müsaade etmez. Yani Alevilerin unutma ve hatırlama pratiklerinin belirleyici unsurlarından. Kolektif belleğin bastırma ve hatırlama diyalektiğin dengesiyle oynayan taraf.Tabii isteyerek ve planlayarak.

Katliamın Katı Hali

Katliamın arkasında; Özel Harp Dairesi, CIA yada par amiliter unsurları kabul etsek bile neticede bu toplu cinayeti işleyen sivillerdir. Üstelik bu toplumsal unsur, katliamın devlet unsuru gibi kendini soyutlama niteliği yok. Tüm kötücül haliyle apaçık ortada. Atıkları sloganları, sahip oldukları önyargıları, taşıdıkları hurafeleri ‘kitle ruhuna’ kanalize edip işledikleri toplu bir cinayet. Atılan sloganlar bile tek başına tarihsel köklerden gelen bir önyargının varlığını gösterir: Kızılbaşların Son Gecesi! Maraş Ovası, Müslüman Yuvası! Alevilere Ölüm! Bırakın Yansınlar! Komünistler, Kızılbaşlar Moskova’ya! Kızılbaşları Toprak Bile Kabul Etmez! gibi zengin slogan havuzu kitlenin eyleme geçmesinde etkili olur. Yalnızca sloganlar değil. Cennetin anahtarı Alevilerin derisinin altında gibi hurafelerde şehirde dolaşımdadır. Özellikle katliam süresince bazı imamların "Bir Alevi öldürene beş hac sevabı yazılır" şeklindeki sözlerde bir nevi yarı fetva sayılır ve bir etki yaratır.

Bu dinsel formasyonun yanında birde Türkçü/İslamcı ideolojik anlayış eklenince kitlelerin Alevilere yönelik tahriki şiddetlenir. Alevilerin sol düşünceyle olan bağı, kitleleri harekete geçirmede elverişli bir malzemeye dönüşür. Yalnızca sol görüşlü olmak öldürülmenin bir gerekçesi olur. ( Öğretmen Ali Rıza İşbilir'in öldürülmesinde olduğu gibi ).

Önyargılar, hurafeler milli ve dini değerler kitleleri harekete geçirmede bereketli bir alan. Sınıfsal, kültürel tüm farklılıkların üstünü örterek topluluğa bir ‘kitle ruhu’ verir. Onun içindir ki bu bereketli alan; avukatı öğretmeni, köylüyü, işadamını, esnafı, imamı, pavyon işletmecisini bir araya getirip kolektif bir cinayete ortak edebiliyor. Günahı günah olmaktan, suçu suç olmaktan çıkarabiliyor. Bireysel sorumluluğu ortadan kaldırarak bir ‘kötülüğü anonim’ hale gelmesini sağlayabiliyor. Bir katliamın şiddetini belirleyebiliyor. Bir ‘ahlaki körlüğü' muteber kılabiliyor.

Oysa saldırdıkları insanlar savunmasızdır. Canlarını kurtarmak için valilik binasına, askeri kışlaya sığınanlar olur. Bazılarına da vicdan sahibi Maraşlılar sahip çıkar. Geri kalanlar çaresizdir. Kimi ruhsata tabii silahıyla kendini savunmak zorunda kalır. Kimisi de  kızgın yağla, kaynatığı sıcak suyla ölüme direnmeye çalışır. Canları tehlikeye girdiklerinde kaçıp kurtuldukları dağlarda bu defa düşman kesilmiştir, Maraşlı Alevilere. Ahır Dağları'nın diğer yamaçlarında ki Bertiz köylüleri de ‘kitle ruhunun' büyüsüne kapılır. Gözyaşlarını dökebilecekleri Erkenez Çayı’da saldırganlarca tutulur. Yüz sürebilecekleri ne bir dağ kalmıştır, nede niyazda bulunacakları bir su.

Maraşlı Alevilerin dara düştüklerinde yardıma çağırdıkları; Ali Baba'ya, Elif Ana’ya, Hemo Baba’ya bu defa seslerini duyuramazlar. Maraşlı Aleviler, Ali Baba'nın; yaprak kesmeyi, ot biçmeyi bile doğru bulmayacak kadar yaşamı kutsadığını, kurban kesmeyi, Allah’a verilecek bir rüşvet gibi değerlendirdiğini, "Madem kan dökmek sevapsa o zaman parmağınızı, elinizi kesin." dediğini kültürel belleklerinde yer etmişlerdi. Onlar, Hemo Baba’nın keçilerle kurtları nasıl arkadaş kıldığını da çok iyi biliyorlardı.

Böyle bir kültürel belleğe, insanı merkeze alan inanışlara sahip olmalarına ve en önemlisi suçsuz olmalarına rağmen en dehşet verici ölümlere maruz kalırlar. Yazılması bile kahredici olsa da şu yapılanlar travmatik belleğin unutulmaya karşı en dirençli kanlı örnekleridir.

80 yaşındaki Cennet Çimen, gözleri tornavida ile oyulduktan sonra öldürülür. Cesedi bir lağım çukuruna atılır.

Esma Suna, saldırganlara, "Kocamı, kardeşlerimi öldürdünüz, barı beni öldürmeyin." der. Saldırganlar dinlemez, ilk önce sopa ve baltayla Esma Suna’ya saldırırlar, sonrada kurşunlarlar. Esma Suna karnında taşıdığı bebeğiyle birlikte ölür.

Oğlu ve kızı öldürülmüş olan Döndü Ünver, öldürülmek üzere olan kocasına sarılıp, saldırganlara "Beni de öldürün." deyip, tüm sevdikleriyle ölümü paylaşır.

Öğretmen Ali Rıza İşbilir, kafasına aldığı keser darbeleriyle ölür.

İlköğretim müfettişi Süleyman Metin öldürülüp, cesedi ailesinin gözü önünde yakılmak istenir.

10 yaşındaki Hatice Görür silahla öldürülür.

Fatma Bil ve oğlu Bayram canlarını kurtarmak için Erkenez Çayı’na doğru kaçarken üzerlerine ateş açılır. Bayram Bil ölür. Annesi sabaha kadar oğlunun cesedinin başında bekler.

Olayın kendisi bir katliam ve olabilecek olanların en kötüsü ise bastırılması güç olur. Unutmayı en çok zorlaştıran husus öldürülme biçimleri ve öldürüldükten sonra bedenlere yapılanlardır. Burası travmatik belleğin en kuvvetli kısmını oluşturur.

Bu yüzden nasıl belleğimizden kovabiliriz ki; kafası, kolları kesilmiş, kazanda kaynatılmış insan fotoğraflarını. Yakılmış, şişlenmiş, duvarlara çivilenmiş insan görüntülerini. Nasıl unutabiliriz; saldırganlar kapıyı çalınca Ümmühan Duman’ın, kocasına "Beni sen öldür, onlara bırakma." deyişini. Nasıl unutabiliriz; Fadime Boz’un 6 aylık bebeğiyle birlikte öldürülüşünü, Hatice Yılmaz’ın inşaat tuğlalarıyla katledilişini ve diğerlerini...

Öne Çıkanlar