TROYKA
Mehmet Nuri ÖZDEMİR
Yakın geçmişin siyasal kritiğini yaptığımızda 2015’ten sonra gelişen ve zaman zaman insanın kanını donduran olağanüstü olaylar karşısında oluşan sessizliğin toplumsal değerlerde bir kriz doğurduğunu ve bu krizin genel itibariyle siyasal krizi de tetiklediğini söylemek mümkün. Bu meseleyi irdelerken 2002’den beri bizi yöneten AKP ve CHP’nin bundan sonraki hayatımızla ilgili ne gibi fantezilere sahip olduklarına bakmamak olamaz. Çünkü yüz yıllık cumhuriyet tarihinde hangi tuğlayı kaldırsanız bu iki bloktan birinin izlerine rastlarsınız. Haliyle yaşadığımız güncel tıkanmaların birçoğu iki bloğun pratikleri ile ilgilidir. Baştan söylemek gerekirse bu iki blok isterse Türkiye’nin tüm sorunlarını çok kısa bir zaman diliminde çözebilir.
Bir can sıkıntısı: Demokratikleşemeyen CHP
Yaşadığımız olayları 2015’ten 2002’lere geri götürünce (hatta biraz daha geriye götürdüğümüzde daha çok canımız sıkılabilir) bir an nasıl ki AKP’yi 18 yıldır görmenin can sıkıntısını yaşıyorsak CHP’den de bir o kadar sıkıldığımızı hissedebiliyoruz. (şahsım adına söylüyorum tabi ki!) Hayatımızın her aşamasını işgal eden kötü bir şeye bir süre sonra alışıldığını biliyordum (AKP); ama kendini kamufle eden bir iyilik şemasının (CHP) kötü olduğunu keşfettiğiniz zaman aynı nesnel ortam sizi yeni hakikatlerle buluşturabiliyor. Bu iki tarihsel ve hegemon bloklar bugüne kadar Türkiye’nin hiçbir sorununu kalıcı olarak çözemediler. Gelinen noktada demokratik ve çağdaş bir Cumhuriyet'in özgür yurttaşları ile yaşamayı umut ederken Ayşe Düzkan’ın "Okundu mu?" adlı yazısında belirttiği gibi devasa sorunlar ortada dururken hala cami, bayrak, türban gibi semboller üzerinden yürütülen yapay gerilimlerle uğraşıyoruz.
Siyasal anlayış olarak hem Kürt hem Türk toplumunda bıraktıkları hasarların ve darbelerin ortak failleri olan AKP ve CHP’nin nöbetleşerek kurdukları iyilik ve kötülük şebekesini, bir yurttaş olarak bizden kesip atamadıkları toplumsal kimliğin ve tarihin, bedelin ve hafızanın bilinci sayesinde teşhir etmek ve hakikatin çarpıtılmasına engel olmak gerekiyor.
CHP ve Kürtler
CHP' nin kısa bir süre önce ABD’ nin Suriye Kürtlerine yapılan salgın odaklı yaptığı yardımı ile ilgili yorumlarına bakınca Kürt meselesine dair içinde tutamadığı ulusalcı damarın nasıl şahlandığını gördük. CHP, Kürt meselesinin kalıcı çözümünün ötesinde AKP gibi Kürt oylarına göz dikmiş ve Kürtlerin bir gün ona lazım olacağını iyi çözmüş. Onun için ABD’nin Suriye Kürtlerine yaptığı yardımla ilgili açıklamaya benzer kimi açıklamaları olsa da olabildiğince "ne şiş yansın ne kebap siyaseti" güdüyor. Tıpkı 2000’li yılların başındaki AKP gibi.
CHP’nin elinde Kürtlere dair şeffaf bir programı yok. Toplum yararına olmayan konjonktürel ve pragmatik bir bakış açısı hakim. Suriye Kürtleri ile ilgili politika başından beri "Esat ile anlaşalım, Esat vursun, biz niye elimizi kana bulayalım" dercesine AKP’ye temiz bir iş öneriyordu. Baas rejimini yeniden diriltip Kürtlerin üzerine salma stratejisini güden bu politikanın pratik ayağı, Baas rejiminin yeniden ayağa kalkması için Kürtlerin davet edilmediği uluslarası sempozyumdu. Akp’de Sünni Araplar için yapmıştı.
CHP’nin bütün derdi politikayı laik- anti laik gerilimi ile AKP ile birlikte kurdukları oyunu sürdürmek. AKP’nin Kürtlere uyguladığı faşizm ile ilgili seçme-seçilme gibi evrensel ve demokratik hakların ayaklar altına alınması bile CHP’de pek gündem olmadı. Yerel seçimlerde İstanbul, Ankara, Adana gibi illerin CHP’ye geçmesi Kürt halkının kadim sorunlarına çözüm olamadı. Kürtler de İmamoğlu ve CHP’ye kendilerine hakaret etsinler, yeniden kendilerine "terörist" desinler diye oy vermediler. Demek ki mesele Kürtler açısından laik-antilaik meselesinin ötesinde, Türk- Kürt ilişkileri, Savaş-Barış durumu ve Demokrasi-Faşizm meselesiymiş. Diğerinden Kürtlere bir şey çıkmaz.
Chp ile ilgili cumhuriyetin ilk yıllarını, İskan Kanunu, Umumi Müfettişlik ve Dersim gibi insanlık dışı toplum kırım ve asimilasyon modellerini hatırlatarak hesaplaşma ya da arşivleri açmak elbette mümkün. Fakat birkaç soru ile sınırlı tutarak devam edelim. Onun için CHP’ye soralım. CHP devletten ve darbelerden medet ummaya devam mı edecek yoksa yarım bırakılan cumhuriyeti Türkiye’nin en demokratik ve seküler gücü olan Kürtlerle birlikte demokratikleştirmek için topluma ve çağdaş dünyaya mı yüzünü dönecek? Kürt halkına tarihsel olarak yapılan kötülükler karşısında sessiz mi kalacak, yoksa paradigmasal bir değişim olacak mı? Akp’nin şahsında köpürtülen geleneksel, yerli ve milli şenliğin bir öznesi mi olacak yoksa adalet ve hukukun yeniden tesis edilmesi için bir yol mu bulacak?
Bir Bulantı Olarak AKP
Tüm pratiklerine tamamen şüpheyle bakmaya başladığım AKP’yi her hatırladığımda Türkiye'deki birçok muhalif gibi benim de mideme kramplar giriyor ve Sartre' nin varoluşçu bulantıları kadar sarsıcı olmasa da yine de bu korona günlerinde kendine has yerel ve Kürdi bir bulantı hali ile baş başa kalma bahtiyarlığını doya doya yaşadığımı belirtmeliyim. Hayır bir fanatizm, milliyetçilik ya da radikallikten falan değil. Akp’den nefret etmiyorum. Çünkü nefret kavramsal olarak farklı, basit ve aşılabilen bir duygu. Sadece bir insan olarak AKP ismini duyunca bulantı hissettiğimi söylüyorum. Özellikle parti ismine bakınca adalet ve kalkınmanın, özellikle adaletin ne hale düşürüldüğüne üzülmemek elde değil. Fakat yine mesele benim ya da sizin bulantılarınızın çok ötesinde. Hele hele Kürdün rasyonel geleceği üzerine bir perspektif ile bakmak bu bulantıya hiç fırsat vermiyor ve öfkeyi bilincin sınırlarında frenlemeyi zorunlu kılıyor. Buradan sanırım Kürt meselesinin aktörel dönüşümünden çok zihinsel dönüşümle ilgili olduğunu işaret etmeyi başardım.
Kürd’ün Türk ile Malazgirt’te başlayan kardeşliğine göz diken AKP uzun süreden beri illaki Kürd’e Türk’ün gücünü gösterecek diye boğazına kadar kötülüklere bulaştı. Ahlat’taki sarayın açılışını büyük Kürt barışıyla yapmayı isteyen AKP’lilerin kursağında kaldı her şey. Eskiden AKP'den birkaç kişiye eleştiri yapılırdı. Şimdi ise AKP tek parça ve bu değersizlik krizinin ve kötülüklerin arka planında sıraya dizilmiş bir teşkilat var. O da her şeyiyle kötülüğe bulaşmış olan monolitik AKP.
Yeni Nesil AKP’liler: Ne Davası Abicim?
AKP, teorik olarak marjinalleşen ve daralan bir davanın (şimdi yeni nesil AKP’lilere sorsan ne davası abicim? diyecekler) kendisine bağımlı hale getirdiği bir sayısallığı ya da nüfuzu ekonomik olarak besleyerek ayakta kalabiliyor. Artık bir siyasi parti olmaktan öte, İslamcı ve muhafazakarlardan oluşan bir bloğun, toplumu 18 yıllık oyalama ve yandaşları zenginleştirme aygıtıdır.
İnanç bazında istediğini (beklenileni) yapamadı, belki de yapmak istemedi. Diyebiliriz ki yapmasına gerek kalmadı. İslamileşme meselesinde Milli görüşçülerden ayrıldıklarında aslında kopuş yaşanmıştı. Fakat İslami imiş gibi kendini gösteren bir siyasi rakibin varlığı laiklerin hoşuna gidiyordu. Meselenin bu kısmını kaşımak daha kolaydı. Maazallah demokratik bir rejim mücadelesini veren her hangi bir siyasi rakip karşısında Demokrasiyi savunmak daha zor olabilirdi. Laiklerin yüz yıllık bunalımları. Demokratikleşememek. Ya da demokratik olunursa Kürtlerin barışını falan savunmak zorunda kalabilirlerdi. Ne gerek vardı böylesi sıkıntılı mevzulara.
Bu nedenle Cumhuriyetin İslamlaşması tehlikesi daha risksiz bir meseleydi. İslamcılık her yere cami inşaatı yapmak falan değildir, başörtüsü zaten bir özgürlüktü, bazı tutucu laikler bunu abartıp AKP’ye muazzam bir mağduriyet alanı yarattılar. Kimi Kürtler de bu mağduriyetten etkilenmişti. Herkesin üzerinde hakimiyet kurmak, ezikliğin verdiği patolojiyle misilleme yapmak, zengin olmak ve uzmanlık alanlarını aşağılamak AKP’nin politikasına ruh veren temel motivasyonlardı .
Bunların dışında toplumu batının çağdaş demokratik yapılarıyla buluşturup muasır medeniyet seviyesine taşıma yerine Ortadoğu toplumu yapmayı başardı. Sosyolojik olarak bir Ortadoğu toplumu yarattı. Bunun sonuçlarını yaşadığımız onlarca olağanüstü olay karşısında verilmesi gereken toplumsal reflekslerin yokluğundan anlaşılabiliyor. İtaatkâr bir toplum.
Yaşadığımız kötülükler karşısındaki derin suskunluğun sadece korku ile açıklanması çok basit kalıyor. Her iki taraf da (Laikler ve İslamcılar) kendi konformistlerini yarattı. Konforun bir tarafını cumhuriyetçiler diğerini de İslamcılar tamamladı. Pay ederek eşitlendiler diyebiliriz. Özgürlüğü itaate feda ederek elde edilen rahatlık, huzur ve keyfine düşkünlük tüm değerlerin ve politikanın krize girmesinin en büyük nedeni olsa gerek. Ortadoğulaşma tam da budur. Fakat gelinen aşamada her iki Parti'nin de sürdürülebilir politikaları kalmadı. Normalleşme denilen olgu ise anormalleştirilmiş sorunlara çözüm getirilerek olabilir.
TROYKA: Kürt meselesini CHP, AKP ve HDP çözebilir mi?
Çok zor bir soru sorduğumun farkındayım ama başka bir fikri olan varsa buyursun. Bu kadar eleştirdikten sonra çözüm beklenir mi? Evet efendim beklenir. Yeni Gineliler mi çözecek bu sorunu?
Kürt meselesinin çözümüne olan direnç, Türkiye’deki normalleşmenin önünde duran en büyük engel. Onun için normalleşme tartışması çözümle birlikte düşünüldüğünde gerçekçi olabilir. Meclisin 3 büyük partisinin önünde duran temel mesele de Kürt Meselesidir.
90’larda PKK’nin ilk ateşkesinden sonra oluşan normal hava kimi kritik olaylardan sonra kontrolden çıkmıştı. Ateşkesten sonra herhangi bir çözüm gelişemeyince savaş derinleştirilmiş, binlerce faili meçhul cinayet işlenmiş, 4000 köy boşaltılmıştı. Türkiye hâlâ o yılların kaybını karşılayamadı. 2015’ten sonra yine aynı senaryo devreye girdi. Habur süreci ve 2013’teki çözüm süreçlerinin bitmesi ile Türkiye’nin tamamen raydan çıktığı bir dönemeç oldu. Çözüme en yakın olunan dönemde bu sefer kentler yerle bir edildi, 400 bine yakın insan göç etti, etik olarak kabul edilemeyecek trajik kesitler ortaya çıktı.
Genel olarak CHP, Kürt meselesinde iktidarı çözüme zorlayan bir politikaya yanaşmadı. 2009 Habur sürecinde ve 2013-2015 çözüm sürecinde CHP çözüm adına hiçbir şey yapmadığı gibi iktidarın istemeye istemeye yaptıklarını da sürekli zorlaştırdı.
Çözüm süreçlerinde de gördük ki Kürtlere yanaşan vatan haini, uzaklaşan devlet sahibi oluyor. Yanılmıyorsam İsmet özel demişti "Türklerin sağı solu belli olmaz" diye. Bunu Akp çözüme yanaştığı zamanlarda sosyal demokratların hızlı bir şekilde millileşmesi ve kimi solcuların ulusollaşmaya başlamasıyla görmüştük. CHP’nin burada kritik bir rol oyanayabilirdi. Lakin oynamadı rolünü.
Bölgesel ve küresel bir sorun haline gelen Kürt meselesine güvenlikçi paradigmalardan bakınca Kürde karşı yapılan ittifaklarla sistemin içi boşalıyor, öfke ve nefret artıyor, ekonomi kötüye gidiyor, hukuk askıya alınıyor ve kazanılmış tüm demokratik değerler ayaklar altına alınıyor. Siyaset 2015’ten beri bu şekilde sürdürülüyor. İktidar da muhalefet de halinden memnun gibi. Ama toplum kaynıyor. İnsanlar sorunlarına çözüm bekliyor. Kürt halkı çözüm bekliyor, işsizler iş-aş bekliyor, basın ve gazeteciler özgülük, sendikalar ve sivil toplum demokratik ve evrensel koşulları istiyor. Peki bunların muhatabı kim olacak?
Olası bir seçimde Erdoğan’ın ikinci kez başkanlığı mevcut koşullarda mümkün görünmüyor. İktidar panik, kaygı halini gerilimler şeklinde topluma da yansıtıyor. Türkiye’de sağ kanadın güçlendirilmesi ile bir çıkış yakalanamayacağı açık. Peki bu durumda ne olacak?
Türkiye’de kurulan yeni partiler de (İyi Parti, Deva Partisi ve Gelecek Partisi) tarihsel bloğun (CHP-AKP) habitatında emekleyen, dahası iki bloğun yan ürünleri olabilir. Yeni partilerin bunların içinde erimesi olasıdır. Çünkü bu partiler hem program hem de lider profili bakımından zayıf, ürkek ve iki bloklu politik hegemonyanın dışına çıkmakta zorlanan partiler.
Bu durumda hem demokrasinin geriye dönüşü hem de Kürt meselesinden kilit olan parti yerel seçimlerde olduğu gibi yine HDP olabilir. Bu yüzden HDP’ ye yönelik kimi eleştirilerin olduğu görülmekte. Kimisi HDP’ yi güçlendirmeye yönelik kimisi ise büyük bir kuşatma altında olmasına rağmen etik dışı ve samimi olmayan eleştiriler. HDP’nin dinamikleri bunları birbirinden ayırt edebilecek deneyim ve birikime sahiptir. Hem Kürtlerin hem Türklerin HDP’ye ihtiyacı var. Tek başına HDP Kürt Meselesini çözemez belki ama kilit parti HDP. HDP müzakere ve çözüm partisi olabilme rolünü oynarsa hem AKP hem de CHP’yi çözümün bir parçası haline getirebilir. Zor ama imkansız değil.