Türkan Saylan projenin sahibi ve kazananıydı; Hrant Dink ise 'yetimiydi' ve kurbanı oldu
METİN SEVER
Türkan Saylan, vicdanlı ve insan odaklıydı. Aynı zamanda ‘Modern Türkiye’ projesinin sahibi ve kazananıydı.
Hrant Dink de vicdanlı ve insan odaklıydı. Ama aynı zamanda ‘Cumhuriyet projesi’nin kaybedeni, ihmal edileni, yok saydığı ‘yetimi’ idi.
Pat diye sorulan sorular vardır. Arkadaşımınki öyle bir soruydu: "Hrant Dink’in de Türkan Saylan’ın da cenazesine katıldım. Ancak Saylan’ın cenazesinde bulunan insanlardan ne kadarı Hrant Dink’in cenazesine geldi, merak ediyorum."
Evet, sorunun yanıtı merak uyandırıyor.
Ancak, bu soruyu tersinden sormak da mümkün.
"Kaç kişi darbeci diye Türkan Saylan’ın cenazesine gitmekten vazgeçti?"
Kutuplaşmanın, etiketlerin, keskin aidiyetlerin belirleyici olduğu ortamda Hrant Dink, Türkan Saylan ve yüz binlerin katıldığı o iki cenaze Türkiye’ye ait iki fotoğraf karesi gibi duruyor gözümüzün önünde.
SAYLAN PROJENİN SAHİBİYDİ
Türkan Saylan, Türkiye’yi "muasır medeniyet seviyesine çıkarma" projesinin ta kendisidir. Bu anlamda "Atatürk’ün kızı"dır. Cumhuriyet’in kadın devriminin rol modellerindendir.
İlk önce kendi hayatında geleneksel değerlerle mücadele etti. Otoriter babaya direndi. Mesleğini bırakmasını isteyince iki çocuğunu kocasına bırakıp gidebilmeyi göze aldı. Sonra toplumsal projenin örgütleyicisi oldu. Eğitimin kadınların kurtuluşu olacağına inandı ve sağlık konusunda verdiği paha biçilemez hizmetlerin yanı sıra Anadolulu binlerce kız çocuğunun eğitime ulaşabilmesini sağladı.
Kemalizm’in ‘homojen’ yapısına sıkı sıkıya bağlı kaldı.
Her zaman laikliğin elden gideceği korkusunu yaşadı. Bu nedenle üniversiteye türbanla gidilmesine karşı çıktı. Bu kaygısı başında bulunduğu derneği, ‘Cumhuriyet Mitingleri’nin düzenleyicileri arasına soktu. Ancak hiçbir zaman darbeci olmadı.
12 Eylül darbesine karşı çıktığı gibi, mitinglerin şirazesinden çıkmaya başladığını görünce darbeye karşı olduğunu tekrarladı. Bu nedenle İzmir Mitingi’nde konuşturulmadı. En önemlisi Atatürk bir ‘dogmaya’ dönüştürülürken o ‘sivilleşti’.
Devletten bağımsızlaşmak gerektiğini fark etmişti. Çağdaş toplumun örgütlü toplum olduğunun farkındaydı. Tüm eğitim çabalarını özel kurumların bağışlarıyla gerçekleştirdi.
Kısacası Saylan’ı tek bir şeye indirgeyerek anlamaya çalışmak ona haksızlık olur. Ama yazının başında söylediğimizin altını tekrar çizebiliriz. Saylan, ‘modern Türkiye’ projesinin sahibi ve kazananıydı. Vicdanlıydı ve insan odaklıydı.
Sonunda kansere karşı vakur, ölüme karşı edepli oldu.
HRANT PROJENİN YETİMİYDİ
Hrant Dink ise ‘aşağıdan’ gelir. Babası esnaftır, Malatya’da dünyaya gelmiştir. Ailesi dağılınca kardeşleriyle birlikte Gedikpaşa Kilisesi’nin yetimhanesinde büyür. Yedi yaşındadır daha. Yetimhanede serada çalışır. Temizlik yapar, yemek yapar. Yetim çocuklar için Tuzla’da çalışarak kurdukları yaz kampının devlet tarafından ellerinden alınışına tanıklık eder. Büyür, evlenir.
Ermeni’dir.
Bir de solcu olur.
12 Eylül darbesinde gözaltına alınır, işkence görür.
Homojen değil, heterojen bir toplum hayal eder.
Sessizleştirilen Ermeni vatandaşların yüksek volümlü sesi olur. Bir ezilen olarak ezilen Kürtlerin, türban yüzünden okuluna gidemeyen kızların yanında durur. Tehdit edilir ama vazgeçmez. ‘Güvercin tedirginliğiyle’ yaşar ama korkuya yenilmez. Çekip gitmeyecek kadar bu ülkeyi sever.
Daha önemlisi ufku geniş, kalbi sıcaktır. Her şeyden önemlisi vicdanlıdır.
O ‘Cumhuriyet projesi’nin kaybedeni, ihmal edileni, yok saydığı ‘yetimidir’, sonunda da kurbanı olur.
Aslında Türkan Saylan’ın bittiği yerde Hrant Dink başlar.
Bir eşiktir Hrant.
Kürt meselesini, türban sorununu çözmüş, tarihle yüzleşmiş demokratik bir Türkiye’dir.
Yani ‘kurucu modelin’ ileri götürülmüş aşılmış halidir.
Bu nedenledir ki asker-sivil bürokrasi Türkan Saylan’ın cenazesine sahip çıkarken Hrant’ın cenazesine sahip çıkmadı.
‘Hepimiz Ermeniyiz’ sloganı devlet temsilcilerini de Saylan’ın cenazesine katılanların bir kısmını da rahatsız etti.
Yine de herkesin bir diğerinin evinin duvarını kırmızı boyayla işaretlediği günlerde bu iki cenazenin bizlere anlatacağı bir şeyler olmalı.
İnsanlık için tek bir ortak zemin var:
O da demokrasi ve vicdan.
Demokrasinin farklı düşünene tahammül etme, saygı gösterme rejimi olduğunu kavramak. Bunun yetmediği yerde ise Hrant’ta da Saylan’da da olan insan sevgisi ve vicdanın peşinden gitmek.
Her alandaki ideolojik keskinlikler, aidiyetler, cemaat ruhu ancak düşmanlık yaratıyor.
Oysa bu ne Saylan’ın ne de Hrant’ın istediği bir şeydi.
Saylan’la Hrant birçok noktada yan yana durabilirdi, anlaşamadıkları zaman bile.
Unutmamak lazım. Hrant diaspora Ermenilerine göre çok ‘liberaldi’. İlk önce kendi içindeki fanatiklerle mücadele etti. Saylan ise evindeki darbecilerle.
Korkularımızı aşmak zorundayız. Aklımız ve vicdanımızın yerine kolay edinilmiş kimliklerin ezberciliği çürütüyor bizi. Kanserli bir hücre, kangren olmuş bir gövde gibi. Eğer Kürtlerin, Ermenilerin, türbanlıların yok olduğu bir toplum özlemiyorsak. ‘Ötekileri’ gerekirse darbe ile susturmayı düşünmüyorsak. "Yaşam tarzını korumak isteyenlerin korkusu bizi ilgilendirmiyor" demiyorsak. Şimdi yeniden düşünmek zamanı.
Ece Ayhan’ın güzel dizesinin yine tam yeri:
"Silgiler silerken silinirler."
DÜNDEN BUGÜNE
Bu yazının üzerinden yaklaşık 13 yıl geçti. Yıllar sonra yeniden gündeme gelmesinin tek bir nedeni var. Geçen yıllar içinde ‘Modern Türkiye Projesi’nin sahiplerinin de ‘kaybedenler’ haline gelmesi. Kendilerini uzun yıllar Türkiye’nin gerçek sahibi gören; Kürtlere, solculara, türbanlılara en hafifinden mesafeli duran ‘sarışınlar’ da artık ‘yenik’.
Son 10 yılda Türkiye ekonomik, siyasal bir kriz yaşıyor. Bundan öncekilerden farklı bir kriz. Belki tek bir viraj kaldı önümüzde. Eğer ‘sarışınlar’ hala kendilerini eski Türkiye’nin sahibi sanrısından kurtarıp, bir sıçrama, inkişaf kaydedemezlerse krizin çöküşe dönme ihtimali hayli yüksek. ‘
‘Sarışınlar’ın, Hrant’ın Ermeni olarak yaşamak istediği için, başta Kürtler olmak üzere tüm ‘ötekileştirilenlerin’ haklarını savunduğu için öldürüldüğünü anlamaları gerekiyor. Ve Hrant’ın 'Yeni Türkiye' olduğunu. Bunun dışındaki her tercih bu coğrafyayı onlar için de yaşanamaz bir yer haline getirecek. Tek seçenek var o da Hrant’ın kaldığı yerden devam etmek.