‘AKP, Suriyelilerle bölgesel güç olmak istiyor’

‘AKP, Suriyelilerle bölgesel güç olmak istiyor’
Halkların Köprüsü Derneği’nin düzenlediği 3. Alan Kürdi Mülteci Çalıştayı’nda konuşan Prof. Dr. Cem Terzi, Türkiye’de doğan Suriyeli bebek sayısını da açıkladı.

GÜNCEL - Düzenledikleri 3. Alan Kurdi Mülteci Çalıştayı’nda konuşan Halkların Köprüsü Derneği Başkanı Prof. Dr. Cem Terzi, Türkiye’de 400 bin Suriyeli bebeğin doğduğu bilgisini verdi. Terzi, mültecilerin AB’ye karşı tehdit olarak kullanılmasından çekinilmediğini de ifade etti.

Halkların Köprüsü Derneği’nin düzenlediği 3. Alan Kürdi Mülteci Çalıştayı başladı. İzmir Tepekule Kongre Merkezi’nde gerçekleştirilen çalıştaya konuyla ilgili çok sayıda akademisyenin yanı sıra sivil toplum örgütlerinin temsilcileri katıldı.

Ayşe Aytün Aytar, Nurten Gül, Yusuf Tuvi ve Kiravi Kılıç’ın "Mülteci Hayatlar" adlı karma fotoğraf sergisinin de açıldığı çalıştay, Halkların Köprüsü Derneği Başkanı Prof. Dr. Cem Terzi’nin yaptığı açılış konuşması ile başladı.

‘MÜLTECİLERİN AB’YE KARŞI TEHDİT OLARAK KULLANILMASINDAN ÇEKİNİLMİYOR’

Konuşmasında mülteci krizinin aslında insanlığın ve devletlerin içine düştüğü ekonomik, politik ve tarihi bir kriz olduğunu dile getiren Terzi, savaşların körüklenmesinde askeri, ekonomik ve siyasi imkanlarını seferber eden ülkelerin hepsinin sorumlu olduğunu, ancak bu sorumluluktan kaçtıklarını ifade etti.

Ortadoğu’da 2010’da başlayan halk isyanlarının son halkasının Suriye’de devam ettiğine işaret eden Terzi, isyanların emperyalist devletlerin müdahalesi ile önce vekalet savaşı şeklinde, şu anda ise bizatihi bu devletlerin savaşına evrildiğini kaydetti. Terzi, "Suriye’deki zorba rejimden kaçan Suriyelilere muhacir, onlara yardım edenler de ensar tanımlaması yapılıyor. AKP’nin Suriyeli mültecileri millileştirmesi veya Müslüman kardeşliği üzerinden soydaşlaştırılması çabalarının arkasında bölgesel güç olma arayışı vardır. Bir yandan AB ülkelerinin aksine Türkiye’de Suriyelilere gösterilen misafirperverlik ve merhametin milli gurur kaynağı olduğuna vurgu yapılıyor, öte yandan her fırsatta Suriyelilerin AB’ye karşı bir kitlesel göç tehdidi olarak kullanılmasından çekinilmiyor" diye konuştu.

‘400 BİN BEBEK TÜRKİYE’DE DOĞDU’

Türkiye’de 3 buçuk milyon Suriyelinin yaşadığını belirten Terzi, resmi verilere göre Türkiye nüfusunun yaklaşık yüzde 5’ini Suriyeli mültecilerin oluşturduğunu ifade etti. Terzi, Türkiye’nin 1951 Cenevre Sözleşmesi’ne koyduğu coğrafi sınırlamayı sürdürerek sadece Avrupa’dan gelenlere mülteci statüsü verdiğini de kaydetti.

Suriye, Afganistan, Irak, İran ve Afrika ülkeleri gibi Avrupa dışından gelen çok sayıdaki sığınmacıya ise, "mülteci" statüsü verilmediğini kaydeden Terzi, Suriyelilerin uluslararası koruma başvuru imkânının ortadan kaldırıldığını kaydetti.

Türkiye’deki milyonlarca mültecinin onurlu bir yaşam kurmalarını sağlayacak haklara erişimlerinin sınırlı olduğunu ifade eden Terzi, "Bu insanların başka ülkelere mülteci olarak gitmeleri engellenmektedir. Kalıcı oturma izinleri yoktur. Bakanlar Kurulu kararı ile geri gönderilmeleri mümkündür. Suriyeli mültecilerin yüzde 47’si kadın ve yüzde 45’i çocuktur. Yaklaşık 400 bin bebek Türkiye’de doğmuş durumdadır" dedi.

‘RESMİ İDEOLOJİ ÖNEMLİ BİR SORUN’

Yine Suriyeli kadınların sosyal yaşama entegrasyonu ve çalışma yaşamına dahil olmalarında pek çok engel olduğunu kaydeden Terzi, şunları söyledi: "Suriyeliler dahil tüm yabancılara mülteci statüsü ve vatandaşlık hakkı verilmelidir. Biliyoruz ki aslında bir zamanlar her birimiz yabancı idik ve her birimiz yeniden yabancı olabiliriz. Vatandaşlığın ulus devlet aidiyeti ile sınırlanmasını ret etmekle, ulus devletlerin etnik ve dinsel totalitarizmin uygulayıcısı olmasını ret etmiş oluyoruz. Ulus ortak, bir yerleşme kararından başka bir şey değildir ve yeni gelenlerin bu karara katılması ulusu yok etmez, tersine ulusu genişletir, güçlendirir."

Sözlerinin devamında "Suriyelileri hem kendi ülkelerine yabancılaştırmadan, özlemlerini, dönüş isteklerini yok etmeden, ama aynı zamanda insanlık dışı bir muameleye maruz bırakmadan konumlandırabileceğimiz bir düzenleme nasıl yapılabilir?" diye soran Terzi, yanıt olarak Anayasal düzenleme yapılması gerektiğini ifade etti.

Terzi, "güvenli ikamet statüsü" verilmesi gerekliliği üzerinde de durdu. Terzi, "Eğitim olanaklarından eşit biçimde yararlanma, geleneksel kültürlerin korunabilmesi, Türkiye toplumunda resmi ideoloji ve eğitim ile oluşturulmuş uzun yıllardır var olan yabancı düşmanlığı ve Arap karşıtlığı önemli bir sorundur" ifadelerini kullandı.

Mültecilerin ülke ekonomisine bir yük gibi göründüğünü ifade eden Terzi, hükümetin mülteciler için kaynakları ve dökümünü vermeden 33 milyar TL harcandığı şeklindeki açıklamalarının gerçeği yansıtmadığını kaydetti.

‘BAŞKA ÜLKELERE GİDEN MÜLTECİLER ENGELLENMEMELİ’

Suriyelileri bir güvenlik tehdidi olarak gören kişi sayısı da az olmadığını belirten Terzi, son olarak şunları söyledi:

"Suriye’deki savaşta radikal örgütlere bağlı cihatçıların açık kapı politikasından yararlanarak Türkiye’ye girmiş olmasından şüpheleniliyor. Ülkedeki siyasi kutuplaşma yüzünden, azınlıkta olan, iktidara güvensizlik duyan birçok kesim, hükümetin mültecilerin yerleştirilmesi konusunda stratejik hamleler yaptığını düşünüyor. Muhalefet partilerinin özellikle seçim dönemlerinde Suriyelilere yönelik nefret söylemini siyasi rant için kullanmaları, nefret söyleminin topluma tepeden aşağı doğru yayılmasına sebep olmaktadır. Hükümet, uygulanan politikaları ve karşılaşılan sorunları kamuoyuna dürüstçe açıklamalıdır. Suriyelilerin kamu hizmetlerine ayrılan bütçeye yük bindirdiği, ücretleri düşürdüğü gibi haklı veya haksız endişeleri ciddiye almalı ve halka ilgili bilgilendirmeleri yapmalıdır. Suriyelilerin ekonomiye olan etkileri açık biçimde toplumla paylaşılmalı kayıt dışılıkla, güvencesiz ucuz emekle ve çocuk işçiliği ile etkin mücadele edilmelidir. Mültecilerin yoğun olduğu sınır illere destek amacıyla verilen uluslararası yardımların dolaylı katkıları topluma açıklanmalıdır. Türkiye vatandaşları ve Suriyeliler arasında sistematik bir diyalog sağlanmalı böylece Suriyelilerin kayıtsız şartsız AKP’yi destekleyecek homojen bir yapı olduğuna dair ön yargıyı kırılmalıdır. Bu da insan haklarını esas alan demokratik bir anayasa değişikliği ile mümkündür. Avrupa’ya hoş görünmek, imtiyazlar koparmak için Türkiye’nin mülteci hapishanesi olmasına gönüllü olunmamalı, başka ülkelere gitmek isteyen mülteciler engellenmemelidir."

PEKDAŞ: KAYITLARI BİLMİYORUZ

Terzi’nin konuşmasının ardından Adil Çamur, "Halkların Köprüsü Derneği yerel yönetimleri mültecileri ile ilgili sorumluluk almaya davet ediyor" başlıklı bir sunumda bulundu.

Çalıştaya katılan isimlerden biri olan Konak Belediye Başkanı Sema Pekdaş ise, mülteci hukukunun ve mülteci nüfusunun belirsizlik içinde olduğunu ifade etti. Pekdaş, "Konu iki boyutlu, birincisi hukuki özne olarak tanımlanmamalarından doğan sorunlar. İkincisi var olan yapının belediyelerle paylaşılmaması. Açık sınır politikası doğruydu ama gelenlerin kayıt altına alınmaması doğru değildi. Kayıt altına alınanlar ne kadar doğru onu da bilmiyoruz. Kaymakam’la konuştuğumda Konak’ta 30 bin mülteci olduğunu söylemişti. Resmi olarak mülki idareden soruyoruz ama verilmiş bir cevap yok bu güne kadar. Kayıtlısını da bilmiyoruz" dedi.

Çalıştayın konuşmacıları arasında yer alan ancak yoğunluğu nedeniyle katılamayan Yunanistan’ın Livadias Belediye Başkanı Polyiou Panagiota’nın ise gönderdiği mesaj okundu. Panagiota’nın mesajında 830 binden fazla mültecinin Avrupa ülkelerine başvuru yaptığı bilgisi yer aldı.

MUTLU: VESAYETİN KALDIRILMASI LAZIM

Çalıştayın bir diğer konuşmacı ise, yerine 2016 yılında kayyum atanan Mersin’in Akdeniz Belediyesi Eş Başkanı Yüksel Mutlu oldu.

Yüksel, konuşmasında Aleviler, Kürtler, Türkler, Araplar ve Hıristiyanların bir arada yaşadığı Akdeniz ilçesi için şunları söyledi: "Türkiye’de yaşayan tüm azınlıklar vardı. 90’lı yıllarda Kürt sorunu ile beraber çatışmaların yükselmesi ile birlikte çok ciddi göç aldı. Henüz Mersin bu göçü sindirememişken 2011 Suriye savaşı ile birlikte büyük bir göç dalgası oldu. Önce Kobanêliler geldi. ‘Biz daha Kürtlere alışamadık şimdi bunlar mı geldi’ cümleleri kuruldu.

Türkiye Cumhuriyeti’nin hükümeti, ırkçı, mezhepçi, cinsiyetçi, ötekileştirici ve militarist politikalarından rağmen tüm bu topluluklar bir arada yaşıyor. Türkiye’de yaşayan halklar bu faşist politikalara rağmen sağduyulu davranıyorlar. Kobanêliler bir süre sonra geri döndüler. Daha sonra savaşın yoğunlaşması ile birlikte çok fazla göç dalgası ile karşılaştı. Biz uzunca bir süre bu göç gelen mültecileri tespit ederek kayıt yaptıramadık. Çünkü Büyükşehir Belediyesi’nden kimse yanaşmıyor. Suriyeli kadınlar tarlalarda çalıştırılıyor. Çalışan kadınlar tacizlere uğruyorlar. Türkiye’deki yerel yönetim meselesi merkezi üzerindeki vesayeti hala devam ediyor. Bu vesayetin kaldırılması lazım. Alternatif yerel yönetim anlayışı taşıyanlar ise mağdur. Bu ön yargılardan kurutulması gerekir."

Çalıştayın ikinci oturumu Ahmed Bakjaji, "Kentlerde ve Kamplarda Mülteciler", Erhan Kurtarır’ın "Mülteci Yerel Sorumlulukları ve Kapsamı ile Kent Yönetimi" ve Ezgi Tuncer Gürkaş’ın "Yemek ile Yerleşmek ve Suriye Mutfakları" başlıklı sunumları ile devam edecek.

Ardından Çankaya Belediye eski Başkanı Bülent Tanık’ın "Mülteci ve Yerel Yönetimlerin Sorumluluğu", ihraç edilen akademisyen Dilek Karabulut’un ise "Mülteciler İçin Kent Yaşamı ve Sorunları ve Çözüm Önerileri" başlıklı sunumlarını yapacağı üçüncü oturum ile çalıştayın ilk günü sona erecek. (Mezopotamya Ajansı)

Öne Çıkanlar