Bir cenazeye yönelik saldırının siyasi ve medyatik cepheleri
Aysel Tuğluk’un annesinin cenazesine yönelik faşist saldırı siyasi ve medyatik açıdan deşilmeli. İktidarın sorumluluğu? Failler faşist değil mi? Ya egemen medya?
Ragıp DURAN
HDP Eş Genel Başkan Yardımcısı Aysel Tuğluk’un annesi Hatun Tuğluk’un cenazesine yönelik saldırıyı önce siyasi sonra da medyatik açıdan irdeleyelim.
Ana muhalefet lideri Kılıçdaroğlu’nun yanı sıra bir çok gözlemci ve yorumcu, bu saldırıda hükümetin/iktidarın sorumluluğunu gündeme getirdi. Çünkü saldırı, sıradan bir polisiye-adliye vakası değil. Uzun bir süredir, ‘’Tek Millet, Tek Vatan, Tek Devlet…’’ sloganıyla ideolojik egemenlik kurmaya çalışıp, kitleyi milliyetçi-ırkçı ideolojiyle donatmaya çalışan iktidar, bu saldırının zeminini hazırladı. Başta medya olmak üzere, okul, mahkeme, adliye, cezaevi ve hatta işyerlerinde yaygınlaştırılan bu ideoloji, Türk, Müslüman ve Sünni olmayan her kişi ve kesimi hedef tahtasına koyup düşmanlaştırdı. Bu hedefe yönelik saldırıları cesaretlendirdi hatta meşru kılmaya çalıştı. Dolayısıyla saldırıyı, sadece dine saygısızlık ya da kendini bilmez birkaç kişinin sıradan, plansız, kendiliğinden, tepkisel bir eylemi olarak değerlendirmek yanlış. İktidar, bu saldırının yatağını, zeminini, arka planını hazırladı.
İktidarın tutumu, bu hazırlıkla da sınırlı değil. Çünkü, tanıkların verdiği bilgilere göre, olay yerinde bulunan polislerin de saldırıya müdahale etmediği, tam aksine göz yummanın ötesinde, destek verdiği anlaşılıyor. Zaten, saldırganların, sopa ve taşlardan başka, olay yerine bir traktörle gelmesi de, olayın planlı olduğunu kanıtlıyor. Ve belli ki, saldırganlar, polislerin müdahale etmeyeceğini de biliyor.
Hükümet sözcüsü Bozdağ’ın bir açıklaması hem manidar hem de iktidarın suç ortaklığını ele veriyor. Bozdağ, saldırıyı sözümona kınarken, saldırganlar hakkında, ‘’polisimiz (onları) olay yerinden uzaklaştırmıştır’’ diyor. Bu doğru değil. Çünkü olay yerinden uzaklaşmak zorunda kalanlar, saldırganlar değil, saldırıya uğrayanlar. Ayrıca polisin görevi, böyle bir olayda, ya da herhangi bir saldırıda, saldırganları olay yerinden uzaklaştırmak değil, onları gözaltına alıp adliyeye sevketmektir.
İçişleri Bakanı da soruşturmanın başladığını, gözaltılar olduğunu öne sürdü muğlak bir dille. Ama ortada somut bir durum yok!
Ankara’nın her hangi bir sokağında, 3 kişi bir araya gelip, slogan atmaya kalksa, polis onları hemen derdest edip gözaltına alıyor. Mezarlık gibi kapalı bir alanda, polis, iktidara göre 20-25 tanıklara göre en az 100 kişilik grubun saldırısını önleyemiyor. Kim inanır buna?
Siyasi düzlemde son nokta, saldırının ve saldırganlığın niteliği, açık kimliği. Cenazelere, mezarlıklara, ölülere saldırı, tipik/klasik bir faşist yöntemdir. Tarihte ve bizde bunun yüzlerce örneği var:
İtalya’da Mussolini döneminde, Fransa’da Nazi İşgali zamanında, Hitler Almanya’sında faşizme karşı direnirken öldürülen militan ya da sivillerin cenazeleri ailelerine verilmezdi. Ek bir zulüm olarak… Yakın zamanda, Suriye ve Irak’ta IŞİD’e karşı savaşırken öldürülen silahlı militanların cenazeleri de, resmi makamlarca günlerce, haftalarca ailelerine teslim edilmedi. Faşistler bugün Avrupa’da hala Yahudi mezarlarına saldırır, mezar taşlarını kırar, taşların üzerine hakaret ve küfür dolu yazılamalar yapar. 6-7 Eylül’de de Istanbul’da saldırganlar gayrı-müslim mezarlıkları tahrip etmişlerdi.
Faşistlerin cenazelerle, ölülerle, mezarlıklarla bir sorunu mu var?
Var, çünkü cenazeye, mezarlığa, ölüye saldırmak aslında bir acz gösterisi. Ölü direnemez, mezarlık kendini koruyamaz. Kolay hedeftir. Faşistler, anti-faşistleri hayatta iken yenemedikleri için hınçlarını ölülerinden almaya kalkışır.
Siz hiçbir solcunun, bir faşistin cenazesine, ölüsüne, mezarlığına saldırdığını duydunuz mu? Gördünüz mü? Yok! Solcular, faşistlere karşı siyasi-ideolojik, askeri savunma yapar, onlarla mücadele eder, ama ölüsüne dokunmaz. Sadece dini saygıdan değil, ölüye saldırmanın aşağılık bir tutum olduğunu bildiği için, faşistlerin yaptığına tenezzül etmediği için.
Neyse ki Cuma günü bir HDP milletvekili konuyu Meclis gündemine getirdi ve sorduğu dört soru ile konunun aydınlığa kavuşması için bir adım atmış oldu.
Gelelim işin medyatik kısmına.
Olay anından itibaren egemen medya, ya haberi hiç görmedi, ya çok küçük verdi ya da tahrif etti. Çünkü iktidar medyasının gazetecilik/habercilik diye bir sorunu/derdi/misyonu yok. Onlar sadece iktidarı öven/yücelten/güçlü gösteren ve muhalefeti karalayan olayların peşindeler. Böyle olaylar yoksa da çekinmeden icat edebiliyorlar.
Oysa ki gazetecilik, en basit tanımıyla, bir olayı/olguyu/gelişmeyi geçmişi, yarını ve tüm boyutlarıyla, kahraman ve tanıklarıyla inceleyip, haber haline getirip okura aktarmak. Cenazeye yönelik saldırıda, olay yerinde muhabiriniz olmayabilir. O zaman, olayın tanıklarından ve tüm taraflardan bilgi toplayıp haberinizi yazabilirsiniz. Cenazenin sahibi, HDP milletvekilleri, mezarlık çalışanları, bölgede görev yapan polisler ve mümkünse saldırganların söylediklerini topladığınızda haberin ana gövdesi ortaya çıkar. Sonra arka plan bilgisi, olası gelişmeler de eklenince, okur olay konusunda bilgi sahibi olabilir.
Egemen medya ise ya hiç aktarmadığı, ya az aktardığı ya da tahrifatlı aktardığı bir olay sonrasında, hükümet sözcüsü, Cumhurbaşkanlığı sözcüsü ve Diyanet İşleri Başkanlığının açıklamalarını hemen ve neredeyse tam metin olarak verdi. Oysa ki ilk başta ‘’Cenazede olay’’, ‘’Cenazede gerginlik’’ gibi başlıklarla saldırıyı tahrif edip, önemsizleştirmeye çalışmışlardı.
Yukarıdan açıklamalar gelince, şahsiyetsiz anlamındaki esnekliği devreye sokan iktidar medyası, konuyu birinci sayfaya taşımaya başladı. Anlaşılan işin içine dini hassasiyetler girdiğinde, iktidar sözcüleri, müminler, mütedeyyinler yanlış anlamasın diye olsa gerek yarım ağızla kınama mesajları yayınladı.
Böylelikle emir-komuta altında gazetecilik örneği verilmiş oldu.
Nagehan Alçı adlı bir yazar tam da bu sırada devreye girip ‘’Cenazeye saldırı Ergenekon hamlesi gibi görünüyor’’ başlıklı bir değerlendirme yaptı. Çok değerli… Çünkü yazıda öne sürülen tezi destekleyebilecek en küçük bir bilgi, en mikroskobik bir kanıt bulunmuyor. Mahalle kahvesinde her şeyi bildiğini sanan cahil amcalar vardır, sürekli atar ve sallar… Ama bütün bunları büyük bir ciddiyet içinde yapar. Türkçesi nispeten düzgündür. Kendisini az çok iyi ifade eder. Ses tonunu ve mimiklerini ayarlamasını iyi bilir. Giyimi kuşamı düzgündür, hatta kravat bile takar. Çevrede ‘’Başbakanlıktan mütekait’’ olarak tanınır. Alçı da öyle biri galiba… Başlık aslında ‘’Yazı, Alçı’nın saldırganları korumaya yönelik bir hamlesi gibi görünüyor’’! olmalıydı.