‘Dünya 1 derece daha ısınırsa geri dönüş yok’
İstanbul Politikalar Merkezi İklim Değişikliği Uzmanı Ümit Şahin 'Dünyayı 1 derece daha ısıtırsak, geri dönüşü olmayan bir noktaya ulaşmış olacağız' diyor
Aynur TEKİN
ARTI GERÇEK - 171 ülkenin taraf olduğu Paris İklim Anlaşması, yüzyılın sonuna kadar küresel ortalama sıcaklık artışının 1,5 ila 2 derece arasında sınırlandırılmasını hedefliyor. Şimdiye kadar iklim değişikliği için imzalanan en kapsamlı anlaşma olan Paris İklim Anlaşması’nı, Kyoto Protokolü'nde imzası bulunmayan ABD (Amerika Birleşik Devletleri) de imzalamıştı. Anlaşmanın gücünü arttıran bu gelişme, ABD Başkanı Donald Trump’ın imzamızı geri çekeceğiz açıklamasıyla etkisini azaltmıştı. Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi İklim Değişikliği Uzmanı Ümit Şahin ile anlaşmanın ikinci yılında, iklim değişikliğiyle mücadele hedefinin neresinde olduğumuzu konuştuk. Şahin, iklim değişikliği ile mücadelenin bir uluslararası yarışa dönüştüğünü ve iklim liderliğinin el değiştirdiğini söyledi: "ABD’nin Obama zamanında iklim değişikliğindeki pozitif rolü tersine dönünce başka ülkeler iklim lideri olmaya karar verdiler. Macron bir atak yaptı ve Paris Anlaşması’nın, Paris'te yapılmış olmasından dolayı, kendisine verdiği güçle Tek Gezegen Zirvesi’ni toplayarak "yeni iklim lideri benim" mesajını verdi."
Paris İklim Anlaşması ile küresel ortalama sıcaklık artış limitinin yüzyılın sonuna kadar 1,5-2 derece arasında sınırlandırılması hedeflenmişti. Bu hedefin neresindeyiz?
Sıcaklık artışı şu ana kadar 1 dereceyi geçti; yani hali hazırda dünyayı geçen yüzyıla göre 1 derece daha ısıtmış durumdayız. Eğer 1 derece daha ısıtırsak, yani 2 dereceye ulaşırsak geri dönülmez bir noktaya ulaşmış olacağımız varsayılıyor. Aslında 1,5 derecede bile özellikle kırılgan ülkelerde çok ciddi etkilerin ortaya çıkmaya devam edeceğini biliyoruz. İklim felaketleri başladı. İzlediğimiz kasırgalar, seller ve büyük orman yangınlarının ciddi ekonomik etkileri oluyor. Bu sosyal, ekonomik ve çevresel etkiler katlanarak artacak. Dolayısıyla bu artışı azaltmak için dünya ülkeleri sıcaklık artışını 2 derecenin altında tutma taahhüdünde bulundular.
Bu kararın neresindeyiz diye bir muhasebe yapmak için erken. Henüz 2017’deyiz ve hedefler 2030'a kadar emisyonları azaltmak yönünde. O yüzden ülkeler "Paris sözlerini tuttular mı tutmadılar mı" bunu bilemeyiz; ama şunu söyleyebiliriz: Paris Anlaşması’na taraf olan bütün ülkelerin verdikleri sözleri tutmaları halinde bile en az üç derecelik ısınma garanti oluyordu. Dolayısıyla ilk yapılması gereken şey bu hedeflerin güçlendirilmesini sağlamaktı. Zaten geçen ay Bonn’da düzenlenen zirvede bunun mekanizmasının ne olacağı ve hedeflerin nasıl daha güçlendirileceği konuşuldu.
Biliyorsunuz Paris İklim Anlaşması’na 197 ülkeden 171'i taraf olmuş durumda. 26 ülke henüz taraf olmadı, Türkiye de bu ülkelerin arasında. Taraf olan ülkelerden bir tanesi ve en önemlisi Amerika Birleşik Devletleri imzasını geri çekeceğini açıkladı. Dolayısıyla hedeflerini tutturması en önemli olan ülkelerden bir tanesi bu konuyu önemsemediğini açıkladı. Diğer ülkeler de hedeflerini yeterince güçlendirmezlerse maalesef küresel ısınmayı durdurmak için ciddi bir yolda olmadığımızı söylemek gerekir.
"MACRON YENİ İKLİM LİDERİ BENİM DİYOR"
ABD’nin Paris Anlaşması’ndan çıkacağını açıklaması nasıl bir önem taşıyor? Trump’ın bu çıkışına ABD’den itirazlar da var. İtiraz edenlerin ve anlaşmaya bağlı kalanların tarafında neler oluyor?
Birçok ülkenin kömürden geri adım atmaya başladığını biliyorsunuz. Şimdi Trump hadisesi ortaya çıkınca bu iş, uluslararası politikada başka türlü bir yarış doğurdu. Yani Amerika Birleşik Devletleri'nin Obama zamanında iklim değişikliğindeki pozitif rolü tersine dönünce başka ülkeler iklim lideri olmaya karar verdiler. Macron bir atak yaptı ve Paris Anlaşması’nın, Paris'te yapılmış olmasından dolayı, kendisine verdiği güçle Tek Gezegen Zirvesi’ni toplayarak "yeni iklim lideri benim" mesajını verdi. Ayrıca Macron, Amerika Birleşik Devletleri’nde Trump'ın kaynaklarını kestiği on sekiz Amerikalı iklim bilimciye maddi kaynak sağlayarak onları Fransa'ya getiriyor. Böylece iklim biliminde "en iyi biz olacağız" mesajını veriyor.
Avrupa Birliği, iklimdeki liderliğini bayağı bir kaybetmişti. Şimdi Paris'in ikinci yılında AB, iklim değişikliğine karşı mücadele için şirketlere, sivil toplum örgütlerine, belediyelere ve hükümetlere verilecek 9 milyar euroluk çok büyük bir fon açıkladı. Macron'un verdiği gazla Avrupa Birliği de bir taraftan iklim liderliğini tekrar üstlenmeye çalışıyor, bunlar olumlu adımlar.
ABD'nin iklim değişikliğiyle mücadele taahhütlerine Trump faktörü çok büyük zarar verdi. Öte yandan başta dünyanın en büyük ekonomilerinden bir tanesi olan Kaliforniya ve başka yerel yönetimler "Trump ne derse desin Paris Anlaşması’nın ilkelerine sadığız ve ekonomiyi karbonsuzlaştırmak üzere çalışacağız" dediler. Ama eleştirel bir not eklemek gerekirse Macron'nun da söylediği gibi çok yavaş kalıyoruz. Önümüzdeki 20 yıl içerisinde küresel sera gazı emisyonlarını her yıl yüzde 2-3 düşürmek zorundayız ki küresel ısınmayı gerçekten 2 derecenin altına tutabilelim. Oysa maalesef artış hala devam ediyor, bir an önce radikal bir şekilde önlem alınması ve hızlı bir şekilde fosil yakıtlardan çıkılması gerekiyor.
"İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNİN SEBEBİ SANAYİ TOPLUMU"
Araştırmacılar sanayi devriminden beri dünyanın 1 derece ısındığını belirtiyor. Bunu biraz detaylandırabilir miyiz? Endüstri, dünyanı nasıl ısıtıyor ve bu konuda nasıl bir yol izlenebilir?
Küresel ısınmaya sebep olan şey atmosferdeki karbondioksit ve diğer sera gazlarının miktarının artması. Sera gazı salımı artınca atmosferin güneşten gelen ısıyı tutma kapasitesi artıyor ve bu da dünyanın ısınmasına sebep oluyor. Atmosfere karbondioksit salan en önemli şey fosil yakıtlar; yani kömür, petrol, doğalgaz. Bugün hala enerjinin çok büyük bir kısmı fosil yakıtlardan sağlanıyor, bütün bir sanayi uygarlığı petrol, kömür ve doğalgaza dayalı. İklim değişikliğinin sebebi doğrudan doğruya sanayi toplumu ve sanayi üretimidir. İnsan popülasyonu olarak her yıl yaklaşık 50-55 milyar ton sera gazını atmosfere boca ediyoruz ve bunlar da atmosferde birikiyor. Karbondioksitin temizlenme zamanı 100 yıldan fazla. Dolayısıyla bunlar atmosferde birikiyor ve bu da geri dönüşsüz bir şekilde sıcaklıkların artmasına sebep oluyor.
Fonlar ve şirketler yatırımlarını fosil yakıtlardan çekiyor. Bunun giderek yaygınlaşacağını öngörüyor musunuz?
İşin olumlu boyutu burada yatıyor. Ülkelerin taahhütleri yetersiz olmakla birlikte, sivil toplum örgütleri tarafından sembolik olarak başlatılan Divestment gibi kampanyalar, çığ gibi büyüyor. Yatırımını fosil yakıtlardan çekme kampanyası çok ciddi bir hal aldı. Mesela Paris'in ikinci yıl dönümünde Macron’un düzenlediği Tek Gezegen Zirvesi (One Planet Summit) öncesinde çok büyük bir geri çekme açıklaması yapıldı. Dünya Bankası 2019'dan itibaren petrol ve gaz aramalarına, hiçbir şekilde finansal destek olmayacağını açıkladı. Her yıl bütçesinin bir miktarını petrol ve gaz yatırımlarına ayırıyordu, bunu artık 2019'dan itibaren keseceğini açıkladı. Bu çok önemli bir gelişme. Dünya Bankası 2010 yılında da kömür yatırımlarından desteğini çekmişti. Bu tabii dalga dalga büyüyen bir şey. Mesela Avrupa Katılım Bankası da kömür yatırımlarını finanse etmiyor artık. Hem yatırımcılar yatırımlarını fosil yakıttan çekecek, hem de uluslararası fonlar yeni petrol, doğalgaz aramalarına ve yeni termik santrallere finansal destek vermeyecek. Böyle olunca fosil yakıttan çıkış hızlanacak.
Dünyanın en büyük sigorta şirketlerinden bir tanesi olan Aksa, 2.4 milyar euroluk yatırımını kömür varlıklarından geri çekeceğini açıkladı. Daha önce bunun benzerini Norveç Emeklilik Fonu yapmıştı. Şirketler ve varlık fonları, milyarlarca dolar yatırımlarını kömürden ve petrolden geri çekiyor. Tüm şirketler yatırımlarını geri çekerse bu fosil yakıt sektörünün iflas etmesi anlamına geliyor.
Bir büyük adım da Bonn'daki iklim konferansında bir açıklama yapan ve aralarında İngiltere, Kanada, İtalya, Avusturya ve Danimarka gibi ülkelerin olduğu 19 ülkeden geldi. Bu ülkeler 2030'a kadar bütün kömürlü termik santrallerini kapatacaklarını açıkladılar. Miktar olarak çok önemli olmayabilir; çünkü bu ülkelerin toplam kömür tüketimindeki payı %3 civarında. Asıl Çin, Hindistan ve Amerika Birleşik Devletleri hatta Polonya gibi yoğun bir şekilde kömür tüketen ülkelerden henüz bu tarz bir açıklama gelmedi. Dolayısıyla % 3 az gibi görünüyor ama 19 ülkenin kömürden çıkma açıklaması yapması en azından bir sinyal olarak önemli. Bu ülkelerin arasında dünyanın ilk sanayi ülkesi ve ilk kömür ülkesi İngiltere’nin de olması sembolik bir önem taşıyor. Kömürle ilgili yoğun tartışmalar var ama kömürcüler bunu geciktirmeye çalışıyor.
"RÜZGÂR, KÖMÜRDEN DAHA UCUZ"
Yenilenebilir enerji kaynaklarında neredeyiz? Bu kaynaklarla sürdürülebilir bir ekonomi modeli oluşturmak mümkün değil mi?
Fosil yakıt lobisi o kadar güçlü ki hala 20 sene öncesinde kalan tartışmaları gündemde tutuyor. Topluma sanki gerçekmişçesine; yenilenebilir enerji pahalı ve uygulanamaz gibi bir düşünce yayılıyor. Fosil yakıtçılar, yenilenebilir kaynaklardan elektrik elde edersek sık sık elektrikler kesilir gibi bir düşünceyi çok güçlü bir şekilde topluma empoze ediyorlar. Hepimize sanıyoruz ki yenilenebilir enerji çok pahalı bir şey, çok yeni bir teknoloji. Oysa ki şu anda rüzgâr kömürden daha ucuz. Güneş enerjisi de son 40 yılda inanılmaz bir hızla ucuzladı. Önümüzdeki 5-10 yıl içerisinde muhtemelen güneş de kömürden daha ucuz hale gelecek.
Eskiden kömürün, nükleerin yerini alacak bir şey yokmuş gibi konuşulurdu. Yenilenebilir enerji 20-30 sene önce hakikaten pahalıydı. Artık hem ucuz hem de uygulama kolaylığı sağlıyor. Bir rüzgâr ve güneş ekipmanını monte ediyorsunuz ve bitiyor. Bir nükleer santrali kurmaksa ortalama on sene sürüyor. Dolayısıyla teknolojik bir sorun kalmadı, finans sorunu da kalmadı. Artık tek bir sorun var: Politik karar alıcılar hala fosil yakıtçıların etkisi altında. Açıkçası fosil yakıtçılar, direniyorlar ama ne kadar direnebileceklerini göreceğiz. Akıl galip gelirse, ekonomi galip gelirse ve insanlar bunu talep edip sokağa çıkmayı önemsemeyi sürdürürlerse fosil yakıtların önümüzdeki bir iki on yıl içerisinde yok olacağı kesin.
Dünyada kömürden çıkış tartışmaları önemli bir yer tutarken Türkiye’de bunun tam aksi bir durum var. Bunu nasıl yorumluyorsunuz?
Türkiye Paris İklim Anlaşması’na taraf olmayan 26 ülkeden bir tanesiydi. Öncelikle bu çok üzücü. Türkiye, bütün dünyayı ve bütün geleceğimizi ilgilendiren bir konuyu tamamen göz ardı etmeyi ve böyle bir şey yokmuş gibi davranmayı seçti. Anlaşmayı onaylamamayı hakkı gibi görüyor. İnsan uluslararası iklim zirvelerinde bu durumdan çok utanıyor, açıkçası. Bunun arkasında çok temel bir direniş var. O direnişte başta Enerji Bakanlığı’nın temsil ettiği kömür hevesi.
Türkiye’nin enerji politikaları ekonomik, çevresel ya da sosyal kaygılarla şekillenmiyor; tamamen bağımsızlık kaygısı adı altında şekilleniyor. Bence akılcı bir ekonomik kaygı değil bu durum. Enerji, Türkiye cari açığının en önemli ithalat kalemi. Dolayısıyla enerji kaynağı ithalatımızı azaltmak zorundayız. Bunu azaltmanın yolu olarak da yerli kömür kullanımı teşvik ediliyor. Birincisi yerli kömürle böyle bir ilişki kurulunca ithal kömürle de aynı ilişki kuruluyor. Türkiye'deki kömür santrallerinin çoğu ithal kömüre dayalı. Bunun da önemli bir nedeni şu Türkiye'de taşkömürü yok. Taşkömürüne dayalı termik santraller daha karlı olduğu için tabii ki yatırımcı ithal kömüre dayalı santral yapmayı tercih ediyor. Türkiye'de çıkan linyit ise son derece kalitesiz ve verimi düşük, dolayısıyla ekonomik olarak karlı değil. Ayrıca çevresel olarak da çok daha fazla kirletici. Ama siz kullanamayacağınız ya da kullanması çok zor olan bu linyiti pompalamak için ithal kömüre de kapıları sonuna kadar açıyorsunuz. Türkiye bu politikayı izleyebilmek uğruna bütün iklim politikalarını ateşe atıyor.
Türkiye'ye uluslararası iklim anlaşmalarındaki konumu gereği, kendisine iklim fonundan para verilmiyor olmasını da bahane olarak kullanıyor. Aslında işin arka planından böyle bir kaynak ihtiyacı yok; çünkü farklı kaynaklardan yenilenebilir enerji yatırımları için para bulunabiliyor, bu sadece bir bahane. Asıl amaç kömür yatırımlarının önünü kesmemek… Türkiye, iklimi koruma gerekçesiyle kömürün önünün kesilmesinden korkuyor. Bunu Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki Bonn sonrasında açıkça söyledi: "İklim koruma bahanesiyle bizim kömür yatırımlarımızın, otoyol ve havaalanı yatırımlarımızın önünü kesecekler ve bu yüzden biz Paris Anlaşması’nı onaylamıyoruz" dedi. Bu konuya böyle bir 1950 model ekonomi ve kalkınma bakış açısı var Türkiye Hükümeti'nin.