'Evrensel Bildirge’de yer alan hak ve özgürlüklere dayalı bir düzen kurulamadı'
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin, 2. Dünya Savaşı yıkımının bir daha yaşanmaması için inşa edildiğini belirten Yoleri: Gelinen nokta maalesef bu ideallerin çok gerisinde kaldı.
Yağmur KAYA
ARTI GERÇEK- İnsan Hakları Derneği (İHD) ve Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin 73'üncü Yıldönümünde, 10-17 Aralık İnsan Hakları Haftası açılışı dolayısıyla, Sultanahmet Meydanı'nda basın açıklaması gerçekleştirdi.
Açıklamada konuşan İHD İstanbul Şubesi Başkanı Gülseren Yoleri, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin 73'üncü Yılında, ekonomik krize karşı ekonomik ve sosyal hakları, Covid-19 pandemi koşullarında sağlıklı yaşam hakkını, savaşa karşı barış hakkını savunduklarını söyleyerek, pandeminin yol açtığın siyasal, sosyal, ekonomik küresel krizin etkilerinin hala devam ettiğini söyledi.
"İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nde belirtildiği gibi barış, adalet, eşitlik, özgürlük ve insan onurunun korunmasını ve bunları güvence altına alacak demokrasi mücadelesinin verilmesini savunmaya devam ediyoruz" diyen Yoleri, insanlığın varoluşunu tehdit eden bu küresel krizden çıkışın tek yolu söz konusu barış, eşitlik, adalete sahip çıkmakla mümkün olacağını söyledi.
Yoleri, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin hazırlanması, Birleşmiş Milletler (BM) bünyesinde, 29 Nisan 1946 tarihinde, İnsan Hakları Komisyonu’nun kurulmasıyla başladığını, Komisyonca hazırlanan bir giriş ve 30 maddeden oluşan İnsan hakları Evrensel Bildirgesi'nin 10 Aralık 1948 günü Fransa’nın başkenti Paris’te toplanan BM Genel Kurulu’nda kabul ve ilan edildiğini hatırlattı.
Türkiye'nin Evrensel Bildirge’yi, 27 Mayıs 1949 tarihli Resmi Gazete’de yayınlayarak yürürlüğe koyduğunu belirten Yoleri, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 4 Aralık 1950 tarihinde gerçekleştirdiği toplantıda, 423 sayılı
kararıyla "10 Aralık" gününü, "İnsan Hakları Günü" olarak ilan ettiğini söyledi.
'GELİNEN AŞAMA İDEALLERİN ÇOK GERİSİNDE'
Birleşmiş Milletler'in, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ni, İkinci Dünya Savaşı’nın yol açtığı ağır insani yıkımın bir daha yaşanmaması; barış,insan hakları ve demokrasi ideallerine dayalı uluslararası bir sistem oluşturma hedefiyle inşa ettiğini belirten Yoleri, "Bugün gelinen noktada maalesef bu ideallerin çok gerisinde kalınmıştır. Evrensel Bildirge’de yer alan hak ve özgürlüklere dayalı uluslararası bir düzen hâlâ kurulamamıştır. Maalesef BM, varoluş gerekçesiyle çelişir biçimde, hak ihlallerinin başlıca sebebi olan savaşları ve iç savaşları önlemede/sonlandırmada, mülteci krizlerine müdahalede, küresel çapta doğal ve kültürel mirasın korunmasında, yoksullukla ve adaletsizlikle mücadelede, başta kadınlara yönelik olmak üzere her türlü ayrımcılığı sonlandırmada yeterince etkin olamamaktadır" diye konuştu.
Yoleri, güçlü devletlerin bir araya gelerek oluşturduğu çıkar ilişkileri, askeri ve ekonomik birliktelikler, insanların hak ve özgürlüklerini kullanmalarının önünde birer engele dönüştüğünü dile getirdi.
'İNSAN HAKLARINI SAVUNMAK ASLİ GÖREVDİR'
Devletlerin demokrasi ve hukuk taahhüdünden giderek uzaklaşmalarının insanlığın en önemli kazanımlarından birisi olan insan haklarının, hem bir referans sistemi hem de bir denetim mekanizması olarak zayıflamasına yol açtığını söyleyen Yoleri, "Covid-19 pandemisi, uluslararası sitemin zaaf ve yetersizliklerini tüm çıplaklığı ile ortaya koyarken aynı zamanda bu kaygı verici gidişatın nereye doğru evrilebileceğini de göstermiş oldu.
Yaşanan tüm olumsuzluklara karşın dünyanın her yerinde halklar özgürlük, adalet, eşitlik ve insan hakları talepleriyle itirazlarını yükseltmektedirler. Devletlerin ve hükümetlerin bu itirazlara yanıtı ise şiddetin her türünü sistematikleştirip yaygınlaştırma ve hayatın tek gerçeği olarak toplumlara dayatma şeklinde olmaktadır. Bugün tüm dünyanın içinde olduğu ağır kriz karşısında insan haklarını savunmak ve kurucu rolünü yeniden etkin kılmak en asli görevimizdir" dedi.
'ÜLKE 2016 YILINDAN BU YANA OHAL İLE YÖNETİLMEKTEDİR'
Yoleri, konuşmasını şu sözlerle sürdürdü: "Küresel salgının daha da derinleştirdiği bu kriz hali, maalesef Türkiye’de de tüm yoğunluğu ve ağırlığı ile yaşanmaktadır. Ülke, 2016 yılından bu yana önce doğrudan, 19 Temmuz 2018 tarihinden itibaren de resmen kaldırıldığı söylense de yapılan pek çok düzenleme ile kalıcılık/süreklilik kazandırılan bir OHAL rejimi ile yönetilmektedir. Bu durum/süreç, siyasal iktidarın gücünü sınırlandıran anayasacılık ilkesinin terkedilmesine, böylece hem hukukun hem de kurumların baskıcı rejimin birer "aracı" haline getirilerek keyfiyetin ve bilhassa da belirsizliğin kamusal alana hakim kılınmasına yol açmıştır. Özellikle bir yönetim tekniği olarak başvurduğu belirsizlik yaratma gücü, siyasal iktidara salgın koşullarını fırsata çevirme imkânı sağlamıştır. Salgının olağanüstü niteliği ile OHAL’i birbiriyle ilişkilendirerek erkini daha da merkezileştirip toplum üzerindeki baskı ve kontrolünü arttırmıştır. Salgınla mücadeleyi önleme ve koruma eylemi olarak değil de güvenlik sorunu olarak ele alan siyasal iktidar, böylesi durumlarda hep yaptığı üzere öncelikle insan haklarını iptal etmeye yönelmiştir. Sonuç ise başta bilgi edinme hakkı, yaşam hakkı, sağlığa erişim hakkı, çalışma hakkı, ifade özgürlüğü, toplanma ve örgütlenme özgürlüğü olmak üzere tüm temel hak ve özgürlüklerin sistematik olarak ihlal edilmesi olmaktadır.
'ANLAMIŞ OLDUK!'
2021 yılında kadına yönelik erkek şiddetinde maalesef bir gerileme, olumlu denebilecek bir gelişme yaşanmadı. Yılın ilk on bir ayında yüzlerce kadın erkekler tarafından öldürüldü. Hal böyleyken kadına yönelik şiddet ve ev içi şiddeti ayrıntılı bir şekilde tanımlayan ve bir suç olarak kabul edilmesini sağlayan, böylelikle şiddet olgusunun ortadan kaldırılmasında geniş imkânlar sağlayan en kapsamlı uluslararası sözleşme olan İstanbul Sözleşmesinden bir gecede çıkıldı. Üstelik çok kısa bir süre önce
şatafatlı sunumlar ile insan hakları konusunda bir eylem planı ilan edilmiş olmasına rağmen bu planın aslında ne anlama geldiğini İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararını protesto eden kadınlar ve LGBTİ+’lara kolluk güçlerinin evrensel hukukta ve ülke yasalarında tanımlanan zor kullanma yetkisinin çok ötesine geçen kural dışı ve denetimsiz şiddet uygulayarak müdahale etmeleriyle anlamış olduk.
'SÖMÜRÜYE YOĞUN ŞEKİLDE MARUZ KALIYORLAR'
Artık Türkiye toplumunun bir parçası, asli unsuru haline gelen sığınmacı/mülteci/göçmenler, hala her türlü ayrımcılığa ve istismara, nefret söylemine ve ekonomik sömürüye yoğun bir şekilde maruz kalıyorlar."
'CEZASIZLIKLA, İNSAN HAKLARINA SAYGIYI YÜKSELTMEYE DEVAM EDECEĞİZ'
Yoleri son olarak, "Var oluş nedenleri hak ihlallerinin son bulduğu, adalet, barış ve demokrasinin tesis edildiği bir ülke ve dünyaya ulaşmak olan bizler, dün olduğu gibi bundan sonra da tüm zorluklara karşın ihlalleri belgeleyip, raporlayarak görünür kılmaya, böylelikle önlemeye, cezasızlıkla mücadele etmeye ve insan haklarına saygıyı yükseltmeye devam edeceğiz" dedi.