'İktidarın elinde kalan son iki argüman, korku ve kötülük'
Nuriye Gülmen ve Semih Özakça'nın cezaevinde maruz kaldıkları muameleyi anlatan 'Yaşıyor' isimli kısa filmi yöneten Sırrı Süreyya Önder ile filmi ve nöbeti konuştuk.
Fatma YÖRÜR
GÜNCEL - Vicdan ve Adalet Nöbeti devam ediyor. HDP Ankara Milletvekili ve sinemacı Sırrı Süreyya Önder nöbetin en keyifli ve ilgi çeken milletvekillerinden. Yoğurtçu Parkı'nda sohbetimiz başlayınca Önder’in gözleri doluyor ve o neşesinin ardından gözyaşlarını zor tutuyor. Çünkü konu Nuriye Gülmen ve Semih Özakça…
"İşimi geri istiyorum" talebiyle başlattıkları açlık grevini cezaevinde sürdürmek zorunda kalan ve 148 günü geride bırakan eğitimciler Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın sesini duyurmak için çekilen film internet üzerinden gösterimde.
Senaryosunu Tufan Taştan'ın kaleme aldığı, yönetmenliğini Sırrı Süreyya Önder'in üstlendiği "Yaşıyor" filmi 9 Mart 2017 tarihinden itibaren açlık grevinde olan Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın tutuldukları F Tipi cezaevinde yaşadıklarını aktarıyor.
‘BİR AÇLIK GREVİ DİRENİŞÇİSİ YEMEKTEN ÇOK RAHAT BİR UYKU UYUYABİLMEYİ DİLER’
Sırrı Süreyya Önder de projenin nasıl başladığını Artı Gerçek’e anlatıyor. Eğitimcilerin her gece gardiyanlar tarafından yaşıyorlar mı öldüler mi, diye uyandırılması üzerine yaşadığı sarsıntı onu bu projeye itmiş.
"Ben kendim de uzun dönem ölüm orucu direnişinde bulunmuş birisiyim" diyen Önder, "Onların cezaevinde gece öldüler mi yaşıyorlar mı diye uykularından uyandırılmaları beni çok sarstı. Tüm bu zulmün içerisinde çünkü bir açlık grevi direnişçisi yemekten çok rahat bir uyku uyuyabilmeyi diler, hele ki ilerleyen günlerde uyumak çok zordur. Zorla dalınan bir uykudan böyle hoyratça uyandırılmak kabul edilebilir bir şey değil. Senarist Tufan Taştan tam da bunu anlattığı kısa senaryosu olduğunu söyledi. Onun üzerine ben de onu çekmeye karar verdim.
Özellikle bu gibi meselelerde aydın ve sanatçılara büyük sorumluluklar düşüyor. Umarım bu mesele onların canına mal olmadan hem onların hem bu şekilde aşından işinden edilmiş bütün insanların meselelerinin demokratik bir zeminde çözümüyle son bulur."
Eğitimcilerin ev baskınıyla gözaltına alındıkları gece, olayı duyunca gece yarısı ailelere destek için evlerine giden Önder, suç uydurma yöntemiyle gözaltına alınan bu insanlar sadece kendi sorunları içinde başlamamıştı bu greve, diyor.
"Öncelikle Nuriye ve Semih’in talepleri kendileriyle sınırlı bir talep değil, darbe sonrası bu ülkede darbeyle ilişkili olan bin kişi atıldıysa sol, sosyal demokrat nitelikli 100 bin insan atıldı. Aşından işinden edildi. Başlangıcından en demokratik usullerle haklarını arayıp sorunları görünür kılmaya çalıştılar fakat hükümetin her seferinde zor ve fiziksel şiddet kullanarak onları bulundukları alandan uzaklaştırmak istedi. Onlar da seslerini daha etkili duyurabilmek için açlık grevine, ölüm orucuna başladılar."
İKTİDARIN ELİNDE YÖNETEBİLMEK İÇİN KALAN SON İKİ ARGÜMAN: KORKU VE KÖTÜLÜK
AİHM’nin Nuriye Gülmen ve Semih Özakça kararını da değerlendiren Önder, Avrupa’nın sağ ve gerici anlayışa hapsolmuş kurumlarından değil, oluşacak toplumsal seferberlikten umut duyuyorum, diyor ve devam ediyor:
"Ben Avrupa dediğimiz, nicedir sağ ve gerici bir anlayışa hapsolmuş bütün kurumların da bunun yansımalarını görmek mümkün, benim umudum onun için bu noktalarda değil. Ben oluşacak bir toplumsal seferberliğin AİHM’den daha etkili bir sonuç alacağını düşünüyorum."
Basın toplantısında Mithat Sancar da bahsetti, bir de ‘kötülük’ denen kavramı çok fazla konuşmaya başladık. ‘Korku’ ve ‘kötülük’ neden bu kadar gündemimizde?
Sırrı Süreyya Önder: Hak örgütlerinin, hak arama örgütlerinin hele ki insan haklarıyla ilgili olanlar neredeyse kurulduğu günden bu yana örgütsel kurumsal olarak ortaya çıktığından bugüne değin daima muktedirin hedef tahtası halinde olmuşlardır. Bu son derece anlaşılabilir bir şey çünkü hak arayıcıları, kendilerini buna adayan kadın ve erkekler bu konuda çok yüksek bir bilinç ve duyarlılığın oluşturduğu bir geçmişe sahiptirler.
Bakın, o arkadaşlarımızın birçoğunu yıllardır tanıyoruz, tüm ülke tanıyor. Bütün emeklerini bu hak ihlallerinin yarattığı travmalarla gerek bireysel gerek toplumsal düzeyde baş etmeye çalışmak, öncelikle bunları görünür kılmak sonra buna karşı bir itiraz bir hak arama bilinci geliştirmek. Bu iktidarın bugün en tahammül edemeyeceği şey neredeyse bizden de fazla tahammül edemeyeceği şey nedir diye sorsanız hak örgütlerini söyleriz.
Bu o arkadaşlarımızın, bundan kişisel olarak elbette ki olumsuz etkilendiğini biliyorum ama onlar açısından sürpriz bir şey değil bunu tam da onların doğru izler üzerinde yürüdüklerinin bir delili sayabiliriz.
‘KORKU HER GÜN YENİDEN ÜRETİLMESİ GEREKEN BİR ŞEY’
Sırrı Süreyya Önder'e göre; Korku her gün yeniden üretilmesi gereken bir şey; "Sürgit başınızın üzerinde bir kılıç gibi her gün tehdit şeklinde koptu kopacak tedirginliğinde tutmaları gerekiyor. Öbür türlü dünya mücadele tarihine baktığımızda korkuya dönük enstrümanların çok kısa sürede aşındığını ve üstelik beraberinde o korku enstrümanına karşı bir bağışıklık geliştiğini görüyoruz.
Kötülüğe buradan geçiş vardır. Kötülüğün sıradanlaşması ve vahimleşmesi günlük hayata yayılmasıyla olur. Sıradanlaşmasından rutine dönüşmesinden bahsediyorum, vahimleşmesi de akla hayale gelmeyecek vahamette yöntem ve yordamlarla uygulanıyor olması. Pervasızlıkla, hiçbir usul kaygısı gütmeden, hiçbir yasal meseleye takılmadan dolu dizgin yürümeleri. Bu ikisi şu an iktidarın elinde yönetebilmek için kala kala son argümanlar.
Hüner düşman icat etmeden, hüner demokrasi dışı yollara tevessül etmeden bir ülke yönetebilmektir. Bunlar bir nizam kurma kabiliyetini çoktan kaybettiler, ondan vazgeçtim askeri anlamda bir yönetim delege edecek kabiliyetten özellikten de epey oluyor uzaklaştıkları.
Bozucu alanlar var bu ülkede, tıbbi bir terim çok seviyorum bunu, boyun fıtığısınız vardır ama ağrı kolunuzdadır. Bozucu alan boyundadır oysaki. Ülkede birçok meselenin bozucu alan olarak neşet ettiği yerler var bunlarla hesaplaşmak, buraya dair bir demokratik inşa işine girişmek büyük bir cesaret ve kararlılık gerektiriyor ve insanlık gerektiriyor. Bunlardan nasipsizler ve çok uzaklar.
Hal böyle olunca sadece ve sadece baskı ve zulümle bu işi yürütmeye karar verdiler. Bir yöntem olarak ele aldığımızda sürdürülebilir olmadığını biliyoruz, sebebi de başta söylediğim her gün yeniden üretme zorunluluğu ve her gün çıtayı biraz daha yükseltmek ama yürütmenin maddi zemini karşıdaki insanlar üzerinde bir korku oluşturabilme niteliğidir. Bu kalktığı zaman dünyanın en vandal uygulamalarını da yapsan sizin bekanız için hiçbir çözüm içermeyecektir. Bugünlere doğru hızla gidiyoruz. Bu millet artık bu korku duvarını bu baskı duvarını belki düzelir umudunu bırakalı bir hayli zaman oldu."
’BİZİ ETKİSİZLEŞTİRMEYİ BAŞARIRLARSA SIRA DİĞER DEMOKRASİ GÜÇLERİNE GELECEK’
CHP’nin ziyaretleri oldu, Adalet Yürüyüşü’nde de bir buluşma olmuştu, adalet gibi genel bir talep dillendirilirken bu buluşmalar da yoğun bir ilgiyle karşılaşıyor. Neler yaşandı bu temaslarda?
Önder: Bunu siyasal parti düzleminden çıkaralım. Demokrasi güçleri diye genel bir başlık oluşturalım. Demokrasi güçlerinin şu anda Türkiye’deki hali pürmelali, başta büyük bir dağınıklık, ikincisi kavram kargaşasının yarattığı bir kafa karışıklığı, üçüncüsü bizatihi sistemin dayattığı derde derman olmayan tartışma gündemleridir. Bizim tartışmalardan beklediğimiz geliştirici olması ve demokratik mücadele alanını genişletici bir hüviyetinin olması, bu anlamda gerek adalet yürüyüşüne bizim destek vermemiz gerek bu nöbete CHP’nin gösterdiği dayanışma çok değerlidir. Çünkü sistem tüm demokrasi güçlerini hedef alıyor. Biz bunu tabiri caizse dilimizde tüy bitene kadar anlatmaya çalıştık bu sadece bize yönelik bir saldırı değildir.
"Kriminalize edilen bugün biziz", diyen Önder, 'Bizi etkisizleştirmeyi başarırlarsa sıra diğer demokrasi güçlerine gelecek' yorumunda bulundu:
"Aslında hayat ve pratik öğretti, CHP bunu deneyimledi. Kendi vekilleri tutuklandı, hal böyle olunca anladılar. Bu tür buluşmalar önemli bir zemindir. Çünkü asırlarca bir ideolojik tartışma yürütebilirsiniz ama üzerinize gelen bir güç ve bu güce karşı etkili bir direniş koyabilmenin tek bir yolu var, kenetlenmek, yan yana durabilmek. Bizim elimizde başka bir şey yok. Sivil siyaset başka ne yapabilir?
Söylem birliği eylem birliği ve dayanışma bu yönüyle çok yüksek bir değer biçiyorum bu buluşmalara, bunu salt buluşma düzeyinde de tutmamak lazım. Tam da bu eylemselliğin içerisinde tartışmaktan da korkmamalıyız. Alabildiğine cesur davranmalıyız. Ama herkes bu tartışma zeminini mutlak bir saygı ve karşıyı anlama çabasıyla birlikte yürütmezse o dönüştürücü sonucu alamayız. Elbette ki bizim eksiklerimiz vardır, elbette ki diğer demokrasi güçlerinin de, bunu anlamanın yolu yıpratmadan, sistemin ağzıyla konuşmadan onun kavramlarıyla, onun literatürünü referans almadan tartışabilmekten de geçer.
Şu an olan bu, biraz yavaş adımlarla da olsa, zorla da olsa belli bir çürütme amacına maruz kalsa da olmakta olan bu, partimiz kadar üstüne titrediğimiz bir oluşum bu."